Fikir7 Manset Haberler

07 Ağustos, 2005

iSPAT: ANAYASA MAHKEMESI ANTi-DEMOKRATiK


SEZER'İN MAHKEMESİ

Anayasa Profesörü Dr. Bakır Çağlar, Anayasa Mahkemesi'nin 11 asıl üyesinden 7'si, 4 yedek üyenin de tamamının Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından atandığını belirterek, "Bu 'Sezer Mahkemesi'dir" dedi.
Cumhurbaşkanı Sezer'in, denetim olmadan tek başına atama yetkisine sahip olmasının sorun oluşturduğuna dikkat çeken Çağlar, "Anayasa Mahkemesi'nde görev yapan 15 üyeden 11'i Cumhurbaşkanı Sezer tarafından seçilmiştir. Son atamalarla Anayasa Mahkemesi "Sezer Mahkemesi" oldu. Cumhurbaşkanı Sezer'in tercih ettiği isimler 2015-2020 yılına kadar kritik kararlara imza atacak. Amerika'da Bush, Anayasa Mahkemesi üyelerini Meclis'e öneriyor, Amerikan Meclisi de, Bush'un önerdiği adayların geçmişini inceliyor. Meclis tarafından onayladıktan sonra ancak Anayasa Mahkemesi üye olabiliyor. Türkiye'de de Amerika'daki sistem uygulanmalı. Cumhurbaşkanı Sezer'in önerdiği isimler Meclis tarafından onaylandıktan sonra Anayasa Mahkemesi üyesi olmalıdır..." diye konuştu.

"YARGI KARARLARINI ETKİLEYECEK"

Anayasa Profesörü Çağlar, Cumhurbaşkanı Sezer'in, DSP kökenli Serruh Kaleli'yi Anayasa Mahkemesi asil üyeliğine seçtiğini ve Kaleli'nin hâlâ istifa etmediğini hatırlatarak, "Sayın Özdemir Özok CHP üyesi olduğu ortaya çıkınca istifa etmişti. Siyasi geçmişinde parti üyeliği bulunan Sayın Kaleli'nin Anayasa Mahkemesi üyesi olması yargı kararlarını ister istemez etkileyecek. Söz konusu kişinin Anayasa yargıcı olarak çalışması, Anayasa Mahkemesi'nin konumunu da tartışmaya açacaktır" şeklinde konuştu.
SEZER'İN ATADIĞI ASİL ÜYELER
2014'E KADAR
Ahmet Akyalçın: 1949 doğumlu. Sezer atadı. Kalan görev süresi 9 yıl. 2014'E KADAR
Mehmet Erten: 1949 doğumlu. Sezer atadı. Kalan görev süresi 9 yıl. 2020'YE KADAR
Serdar Özgüldür: 1955 doğumlu. Sezer atadı. Kalan süresi 15 yıl. 2010'A KADAR
A. Necmi Özler: 1945 doğumlu. Sezer atadı. Kalan görev süresi 5 yıl. 2010'A KADAR
Şevket Apalak: 1945 doğumlu. Sezer atadı. Görev süresi 5 yıl. 2019'A KADAR
Serruh Kaleli: 1954 doğumlu. Sezer atadı. 14 yıl görev yapacak. 2018'E KADAR
Osman Paksüt: 1953 doğumlu. Sezer atadı. 13 yıl görev yapacak.

ÖZAL VE DEMİREL'İN ATADIKLARI...
2015'E KADAR

Haşim Kılıç: 1950 doğumlu. Özal tarafından seçildi. Kalan süresi 10 yıl. 2010'A KADAR
Sacit Adalı: 1945 doğumlu. Turgut Özal atadı. Kalan görev süresi 5 yıl. 2013'E KADAR
Fulya Kantarcıoğlu: 1948 doğumlu. Demirel atadı. Kalan süresi 8 yıl. 2007'YE KADAR
Tülay Tuğcu: 1942 doğumlu. Demirel atadı. Kalan görev süresi 2 yıl.

SEZER YEDEK ÜYELERİN DE TAMAMINI ATADI

1. Mustafa Yıldırım: 1945'te doğdu. Malatya Valisi iken 2003'te yedek üyeliğe seçildi. Kalan görev süresi 5 yıl.
2. Cafer Şat: 1945'te doğdu. Yargıtay'dan 2003'te yedek üyeliğe seçildi. Kalan görev süresi 5 yıl.
3. Ali Güzel: 1943'te doğdu. Yargıtay'dan 2004'te yedek üyeliğe seçildi. Kalan görev süresi 3 yıl.
4. Fettah Oto: 1946'da doğdu. 2004'te Danıştay kontenjanından yedek üyeliğe seçildi. Kalan görev süresi 6 yıl.

Gazete kupürlerine göre ihraç kararı vermiş
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından Anayasa Mahkemesi üyeliğine atanan DSP'li Serruh Kaleli'nin; gazete kupürlerine dayanarak milletvekillerini ihraç ettiği ortaya çıktı. Kaleli, DSP Merkez Disiplin Kurulu üyesi olarak görev yaptığı dönemde, Ankara Milletvekili Gökhan Çapoğlu, İstanbul Milletvekili Bülent Tanla ve Kocaeli Milletvekili Bekir Yurdagül'ün DSP'den ihraç kararında gazete kupürlerini esas almış...

06 Ağustos, 2005

Ata, 10 Kasım'da ölmedi !!

Ata, 10 Kasım'da ölmedi!


Mustafa Kemal Atatürk'ün 10 yıl şoförlüğünü yapan Seyfettin Yağız, yakın tarihi sarsacak anılarla ortaya çıktı. 'Atatürk İnönü'yi hiç sevmezdi' diyen Yağız, yaşadıklarını, gördüklerini anlattı!

Atatürk'ün şoförü Seyfettin Yağız ile Dünden Bugüne Tercüman Gazetesi muhabiri Nide Eryılmaz konuştu:

UŞAKLIĞI ÖĞRETEMEDİM : Savarona yatında Ürdün Kralı Abdullah'ın üstüne kahve döken benim. Kral, "Yazık, etrafınızda terbiyeli kimse kalmamış" deyince, Ata'nın cevabı şu oldu: Ben bu milleti her şeye alıştırdım ama uşaklığa alıştıramadım.

ATATÜRK 10 KASIM'DA ÖLMEDİ: Gazi yatağa düşünce İnönü'ye, "Paşam Atatürk çok hasta gel" diye dört defa haber yolladım. Gelmedi. "Geleyim de beni öldürsün değil mi" dedi. Atatürk 10 Kasım'da ölmedi. İnönü gizledi. Şimdi bana "Tarihi şaırtıyorsun" derler. Ama doğru.

İSMET PAŞA'YI HİÇ SEVMEZDİ: Atatürk'ün en çok sevdiği insanlar Celal Bayar ve Mareşal Fevzi Çakmak'tı. Hiç sevmediği kimse ise İsmet Paşa idi. İnönü ile aralarının açılmasının üç sebebi vardır. Biri İzmir suikasti, ikincisi Serbest Fırka olayı. Üçüncüsü Nuri Conker.

İZMİR SUİKASTI VE KARABEKİR: Kazım Karabekir'in suikasttan haberi yoktu. Ziya Hurşit Issız bir yerde bombayı atacaktı. Vali Kazım Paşa (Dirik) istihbarat almış. "Gelmeyin paşam" diye telgraf çekti. Bunun üzerine Atatürk "Sür kocaoğlan" dedi. Tam gaz İzmir'e girdik.

4 BİN ASKERLE ROMA'YA GİRERİM: Mussolini bizden İzmir'i istiyordu. Rodos'a 40 bin asker yığmıştı. İtalyan Sefiri Povli Çankaya'ya geldi. Atatürk sefire, "Söyle o koca herife; o 40 bin askerle İzmir'i alamaz ama ben 4 bin Mehmetcikle Roma'ya girerim" diye cevap verdi.

KADININ ÜSTÜ ARANMAZ: 35 yaşlarında bir kadın geldi. Ben üstünü aramaya kalkınca Atatürk kızdı. "Kadın aranmaz" dedi. Kadın kulağına bir şey söyleyip gittikten sonra İsmet Paşa'yı çağırttı. "O kambur Kemal'e söyle (İnönü'nün abisi) aklını başını toplasın. İzmir'e gider kamburunu düzeltirim" dedi.

Atatürk'ün şoförü olduğu belirtilen ve kendisiyle yüzlerce defa röportaj yapılan Seyfettin ile birde ben konuştum. Konuşmamız dede-torun havası içinde geçti. Sanki röportaj yapmadık, eskileri birazdertleştik. Atatürk'ün şoförü Seyfettin bey bugün 100 yaşında. Anlattıkları Atatürk ile ilgili gizli kalmış tüm bilgileri ortaya seriyor. Atatürk'ün ikinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile yaşamı boyunca aralarının açık olduğunu ve bunun nedenlerini açıklıyor. Bilinen bir çok tarihi gerçeklerin küçük farklılar taşıdığını anlatıyor. Ancak bu anlatım o olayın bilinen seyrini değiştiriyor. Seyfettin bey Atatürk'ün 10 Kasım'dan önce öldüğünü bunu İsmet İnönü'nün sakladığını öne sürüyor. Atatürk'ün İtalyan elçisine verdiği cevap ise oldukça ilginç.

Kimi zaman, Atatürk bir şoför amir ilişkisini de geçerek dost masaları kurduklarını söyleyen Seyfettin Yağız 'ın en ilginç anektodu ise "Ben bu millete uşaklık yapmayı öğretemedim" sözüyle ilgili. İşte Seyfettin beyin anlatımıyla o meşhur olay. "Ürdün Kralı Abdullah ile Sayonora yatındayız. Kahveyi götürmesi için garson aradık bulamadık. Ben Kahveyi götürmek için Atatürk'ten izin aldım. Kahveyi götürürken ayağım takıldı. Kahveyle beraber kralın üstün düştüm. Bana tek kelime birşey demedi.
Sonra Arapça, 'Yazık! Atatürk'ün etrafında terbiyeli kimse kalmadı' demiş. Bunun üzerine Atatürk, 'Ben Türk milletine her şeyi alıştırdım ama uşaklığa alıştıramadım' dedi."

4 bin askerle Roma'ya girerim Elbette, Seyfettin beyin Atatürk'ün şoförü olduğu gerçeğini kabul edersek bugünlerde 100 yaşında.

O nedenle anlattığı bir çok olayın doğruluğu tartışılır. Ancak bu yaştaki bir kişinin bu kadar olayı hatırlayabilmesi oldukça ilginç. Ve hayal dünyasını bu kadar çalıştırabilmesi ise imkansız.

Seyfettin bey İtalyan sefiri ile Atatürk arasında İtalyanca tercümanlık da yapmış. Konuşmaların bir kısmını mükemmel bir İtalyanca ile anlattı. "Mussoloni bütün dünyaya meydan okuyordu. Rodos adasına 40 bin asker yığmış. İzmir'i istiyor bizden. İtalyan sefiri Povli Atatürk'ün yanına geldi. Atatürk gece adamıydı.

Ben onunla sabaha kadar beraberdim. Bana 'Sor bakalım niye geldi?' dedi. O da 'Eğer 4 ay içinde İzmir'i bize vermezsen, zorla alacağız' diye cevap verdi. Atatürk, 'Ben yarın cevap vereceğim' dedi. Ben İtalyan sefirine, 'Yarın sabah 9'da gel. Atatürk cevabını o zaman verecek' dedim.

Ayakkabısını giydiren ben, çorabını giydiren ben. Yemeğini yapan ben. İtalyan sefiri ertesi gün sabah 9'u çeyrek geçe geldi. Atatürk işaret parmağını kaldırarak İtalyan sefirine 'söyle o koca herife, o 40 bin askerle İzmir'i alamaz ama ben 4 bin mehmetcikle Roma'ya girerim.' Bir gecede İskenderun'u tak diye aldık. Bak şimdi Kıbrıs'ı alamıyoruz. “

Anlattıklarıyla beni hayrete düşüren Seyfettin Yağız'ın bundan sonra okuyacağınız anıları dudak uçuklatacak cinsten. Bu yüzden noktasına virgülüne dokunmadan tarihçilerin bilgisine sunuyorum.

İzmir suikastının iç yüzü.....

"Bunlar o vakit Kazım Karabekir'in evinde toplanıyorlar. Başlarında Ziya Hurşit var. Kazım Karabekir'in Atatürk'e suikast yapıldığından haberi yok. Onun için evini açıyor. İstiklal Mahkemesi Başkanı ve onun yaveri Ali Kılıç, Hüsnü Bey, Avni Bey, Nüri Bey. Bunlar itiraf etti. Kazım Karabekir 'in evinde toplandık dediler. Atatürk ile Kazım Karabekir 'i düşman etmek için. Atatürk bunun üzerine Karabekir'i Moda 'da bir eve hapsetti. İdam ettirmedi. Kazım bey orada sürekli kitap yazdı." Paşam paşam

"Marif Vekili (Milli Eğitim Bakanı) Necati Bey vardı. Atatürk onu çok severdi. Necati bey ölünce İsmet paşa, Atatürk'e danışmadan Adnan Kotan'ı maarif vekili yaptı. Birgün Dolmabahçe Sarayı'ndayız. İri yarı şişman bir adam elinde tavuk, oturuyor. Atatürk dedi ki, 'Git bak bakalım bu adam kim?' Bende adamın yanına gidip, 'Beyefendi siz kimsiniz' diye sordum. Beni azarladı. Bak dedim beni azarlama. O zaman onu masaya çağırdılar. Atatürk ona, 'Marif vekili olmak için ne lazım' diye sordu. Adnan bey de, 'Efendim talebeler olmaz ama.....' Atatürk ona imza attırdı. Onu meclise sokmadı. İsmet Paşa geceleyin geldiğinde şövalye kılıcıyla, 'Paşam paşam ben başvekil olmak istiyorum' dedi. Atatürk de onu halef yaptı. Celal Bayar'ı da selef yaptı.

Paşam Atatürk hasta "Atatürk hastalanıp yatağa düştüğünde İsmet Paşa 'ya haber verdim. 'Paşam Atatürk çok hasta gel.' Gelmedi, 'Geleyim de beni öldürsün değil mi?' dedi. Araları maarif vekili Adnan Kotan yüzünden bozuktu. Bir de son zamanlarda İsmet Paşa, Atatürk'e karşı tavır aldı. Şapkasını çıkarmamaya başladı. Karşısında ayak ayak üstüne attı. 4 defa çağırdım gelmedi.

Bir de Serbet Fırka vardı. Bu olaydan sonra tamamen araları açıldı." Kadının üstü aranmaz "Atatürk en çok kuru fasulyeyi ve nohutu severdi. Et yemezdi. Sakız leblebisiyle rakı içerdi. Yenice sigarası içerdi. Bana da kocaoğlan derdi. Birgün 'Kocaoğlan ben ölürsem bu memleket felakete gider. Bu sağır (İsmet Paşa'ya sağır derdi) memleketi yok edecek' dedi. Birgün karşılıklı rakı içiyoruz. Bir kadın geldi 35 yaşlarında. Ben üstünü aramaya kalktım Atatürk kızdı, 'Kadın aranmaz' dedi. Kadın Atatürk'ün kulağına birşey söyledi ve gitti. O gittikten sonra Atatürk, 'O sağırı bul, hemen yanıma gelsin.' İsmet Paşa geldi. 'İzmir'de bir kambur Kemal varmış. (Kambur Kemal de İsmet Paşa'nın abisi.)Söyle o Kambur Kemal'e aklını başına toplasın. Gider o kamburunu düzeltirim' diye konuştu Atatürk.î

Taşı toprağı altın memleket

"Birine kızdığı vakit katiyyen yüzüne vurmazdı. Birgün İngiltere Kralı Edward geldi. Dolmabahçe Sarayı'ndan içeri girerken ayağı kaydı düştü. Benden mendil istedi. Atatürk bana, "Söyle o krala burası Türkiye. Taşı toprağı altın gibi tertemizdir . Mendil istemez" dedi.

İnönü'yü sevmemesi için 3 neden

"Atatürk'ün en çok sevdiği insan Celal Bayar ve Mareşal Fevzi Çakmak 'dı. Hiç sevmediği kimse ise İsmet Paşa idi. İsmet Paşa ile aralarının bozuk olmasının sebebi, üç şeye dayanıyor. Birincisi İzmir suikastı, ikincisi serbest Fırka. Üçüncüsü Nuri Conker.î İzmir suikastını düzenleyen kimdi?

"Kazım Karabekir 'in suikastten haberi yoktu. Ziya Hurşit, Avni bey, Nuri Bey, Sait bey ve Rüştü bey. Biz izmir'e giderken güzergah belli. Isısız bir yerde bombayı atacaklar ve Atatürk'ü öldürecekler. Fakat İzmir Valisi Kazım Paşa haber alıyor ve Atatürk'e telgraf çekiyor. Biz de Atatürk ile İzmir'e doğru hareket ediyoruz. Telgraf geldi 'Paşam İzmir'e gelmeyin.' Bunun üzerine Atatürk, 'Sür Kocaoğlan İzmir'e' dedi. Tam gaz İzmir'e girdik.î Ata 'nın ölümünü gizledi "Onu çok özlüyorum. O olsaydı ben buralarda olur muydum? Atatürk 10 Kasım'da ölmedi. Söylersem tarihi şaşırtıyorsun diyorlar. Atatürk öldükten sonra beni Dolmabahçe'ye kapattılar. Dışarı çıkmamı istemediler."

05 Ağustos, 2005

Site Çökertme

http://www.netdisaster.com/go.php?mode=dog&url=http://www.trforum.com/

Türkiye’yi Türksüzleştirme Operasyonu


Türkiye’yi Türksüzleştirme Operasyonu



“Türkiye Türklere bırakılamayacak kadar önemli bir ülkedir”

Yukarıdaki söz Anadolu coğrafyası üzerinde emelleri bulunan küresel güçlerin Türkiye’deki ağızlarından birisi tarafından dile getirilmiştir. Dünyanın hiçbir ülkesinde, kendi vatanı hakkında böyle bir söz söyleyeni hala aydın statüsünde tutup, ona medyasında yervermeye devam edecek bir başka ülke yoktur fakat aydını derin aşağılık kompleksleri ile yoğrulmuş ve bu aydınları çeşitli dış kaynaklardan fonlanan bir ülkede de buna pek fazla şaşırmamak gerekir.

Merkezinde Türkiye’nin bulunduğu coğrafi ana kara üzerinde yeni küresel planlarını 11 Eylül ile birlikte devreye sokan egemen güçlerin Türkiye’ye biçtikleri rolün dışa vurumunun kimin ağzından çıktığının nedenlerinden çok; bu planın özüne dair bir inceleme yerinde olacaktır.

Temelde bu operasyon; Anadolu’yu Türksüzleştirme, Türk’leri de millet bilincinden sıyırma operasyonudur.

28 Şubat 1997’de geliyorum diyen bu yeni kaos dalgasının ikinci ayağı 17 Ağustos 1999’da çakıldı ve 2001’de yaşanan ekonomik krizle ile ekonomik olarak derinleştirilen bunalımın son kulvarına 3 Kasım sonrasında yaşanacak savaş süreci ile girilecek. Topraklarımız dışında yaşanacak bu savaş içeride bir çok operasyon içinde bahane oluşturacak. 3 Kasım sonrasında oluşacak siyasi tablo bünyesinde birilerinin bu bahaneyi yaratması hiç de zor olmayacak.

28 Şubat’la orduyu pasifize edenler, 17 Ağustos’ta toplumla-devlet bağını iyice koparmakla kalmayıp hem ekonomik krizin temellerini attılar hem de Türkiye’nin en kritik toplumsal havzasında yabancı istihbaratın kuluçkalanmasına neden oldular. 2001’deki ekonomik kriz Türkiye’nin milli sermaye altyapısının altına dinamit koymakla kalmadı, Türkiye’nin finansal sisteminin de belli odaklarının iyice kontrolü altına girmesinin dinamiklerini yarattı. (Eskiden uzaktan izledikleri sistemin sahibi oldular da denebilir).
Şimdi önümüzde ABD-İngiltere-İsrail üçlüsünün Ortadoğu operasyonunun Anadolu toprakları üzerinde yaşanan “Türksüzleştirme” operasyonunu iyi tahlil etmek gerekiyor.

Bu operasyonun üç ana kulvarı bulunmaktadır :

a) Üretimde (Sermaye) Yabancılaşma
b) Toplumsal Yabancılaşma
c) Coğrafi Yabancılaşma


Üretim(Sermaye) Yabancılaşması

Operasyonun en kolay icra edilen ayaklarından bir tanesidir. Pazar dinamikleri maskesi altında; 10 milyon dolarla borsanın oynatılabildiği, her köşe başına özerk kurulların hakim olduğu bir ekonomide, geriye sadece gayrimilli sermaye odaklaşması kalmaktadır. 28 Şubat sürecinde ‘yeşil sermaye’ öcüsü yaratılarak sindirilen Anadolu sermayesinin tabutuna son çivi de 2001 krizi ile çakılmış ve krizin hemen sonrasında Baba Bush’un temsil ettiği Carlyle Grubu (Dünyanın en büyük finans-yatırım şirketlerinden) , Rahmi Koç ile özel bir toplantı yapmıştır. Bu toplantı Türk ekonomisinin küresel güç baronları arasında paylaşıldığı toplantılardan sadece birisidir.

Türkiye’nin üretim tabanının gayrımilli odaklara devredilmesi sürecinde en önemli unsurlardan bir tanesi finans sektörünün teslimiyetidir ve Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu bu alanda bazıları için paha biçilmez bir rol oynamıştır. Finans sektörünü rehabilite etmeyi değil budamayı tercih eden bu kurumun en son Pamukbank operasyonu, finans sektörüne yönelik bu operasyonun arkasındaki niyeti açıkca ortaya koymuştur. Benzer bir şekilde Demirbank bağlamında gerçekleşenler, küresel güç baronlarının küreselleşmedeki neşteri görevini gören global finans sermayesinin Türk finans piyasasına hakim olmaları yönünde attığı ilk işaret fişeğidir. Doğrudur; küresel finans sermayesi Türkiye’deki finansal dalgalanmalar üzerinde zaten birkaç yabancı finans-yatırım kurumu ve bunların beslediği birkaç parasever ‘Türk’ evladı ile hakim durumdaydı. Bu noktada küresel güçlerin hakim olduğu yeni dinamik; Türkiye’deki finansal dalgaları etkileme gücünün ötesinde üç ana unsuru barındırmaktadır:

a) Türkiye’deki büyük sermayeleşme eğilimlerinin önünü kesebilecek konum
a. Hangi sermaye grupları boylarını aşacak girişimleri hedefliyor; kimin büyümesi kontrol dışı gerçekleşiyor; mevcut sermaye dengelerine tehdit içerecek dinamikler mevcut mu?
b) Türkiye’nin üretim altyapısı ve sermaye/finans hareketleri ile ilgili paha biçilmez istihbarat
a. Hangi şirket ne üretimini yapmakta, ne yönde hareket etmekte, hangi pazarları ve dışarıya rekabet yaratabilecek ortamları hedeflemekte, üstüne vazife olmayan alanlara gözünü dikmiş mi?
c) Ekonomiyi daha mikro düzeyde kontrol yetisi
a. Kimlere kredi verilir, ne kadar verilir, hangi durumlarda bu krediler geri çekilir


Demirbank’ın yok pahasına devredildiği HSBC bankasının Asya’da ABD’nin istihbarat örgütlerinden CIA’in kara parasını akladığı yolundaki suçlamalar dikkate alındığında, Türkiye’deki finans/ekonomi istihbaratının en ince ayrıntısına kadar kimlerin eline ve kontrolüne geçtiğini görmek daha kolay olacaktır. Genlerinin haritasını kaybetmekten kaygı duymayan bir milletin parasının bilgisini kaybetmesi ne kadar kaygı vericidir ayrıca tartışılabilir.

Finans sermayesi alanında yapılan operasyonun tamamlayıcı ayağı üretim alanında gerçekleşmektedir ve bu alanda Türkiye burjuvazisi maalesef milli bir burjuva olmaktan çıkıp, küresel kraliyetçilerinin taşeronu konumuna düşmüştür. Günümüzde Türk milletinin ‘saygıdeğer’ diye tanıdığı ve maalesef ‘Türk’ olarak addettiği (kısacası kendinden bildiği) bir çok isim, bu operasyonun gönüllü maşası konumundadır. Kendilerine bu görevi verenlerin gönlünden kopacak payların onları fazlası ile ihya edeceğinin bilincinde olarak.


Bugün, ekonomideki köşe başlarının Türk olmayan unsurlar tarafından tutulduğu bilinmelidir. Bu çerçevede IMF tarafından, dış sermaye çevrelerinin Türkiye’ye verdiği borçları kazasız belasız tahsil etmek için yollanan Kemal Derviş isimli zat sadece bir karikatürdür; yıllardır bu ekonomi içinde yer alıp vatan hainliğine varacak derecede bu ülkeye yapılacak yatırımları engelleyenler veya bu ülkeyi yanlış yatırımlar yolu ile dışa bağımlı hale getirenler gözönüne alındığında.

Dışarıdaki patronlarının çizdiği küresel konjonktür doğrultusunda kendilerine biçilen rolü kabul eden komprador burjuvazi ne yazık ki sıranın kendisine de geleceğinin farkında değildir.

Bugün Türkiye’deki komprador burjuvaziyi görevlendirenler, Türk sermayesinin çerçevesini belirlemişlerdir:

a) Türk sermayesi küresel ekonomi için temel hammaddeleri üretme, işletme, değerlendirme ile ilgili sektörlere el atmayacak; devletin bu alanlara el atması engellenecek

b) Türk sermayesi ağır sanayi alanında faaliyet göstermeyecek; bu sanayinin ancak taşeronluğu ve/veya yan sanayi alanında faaliyet gösterecek.

c) Türkiye’deki beyin gücünün büyük bir yoğunlukla yurtdışına göç etmesinin sağlanmasına müteakip, Türkiye’deki bilişim firmaları uluslararası bilişim firmalarının yan sanayi olarak faaliyet gösterebilir; bölgesel temsilcilikler aracılığı ile bölgesel etkinliklerini arttırabilirler

d) Türk sermayesi halkın büyük tüketim potansiyelinden gelen ve yoğun günlük nakit akışı olan alanlarda (perakendecilik, gıda, v.s.) yabancı sermaye ile birlikte faaliyette olacaktır ve bu alanda da komprador burjuvazi boy gösterecektir.

e) Türkiye’nin tarımı ve hayvancılığı ile ilgili eklemlenecek bütün sektörler dış ortakların denetimi altındaki komprador burjuvazinin kontrolü altında olacaktır. Tarım sektörü üreteceği ürünlerin pazarlama kanalları aracılığı ile komprador burjuvaziye eklemlenecektir.

f) Komprador olmayan yerli burjuvazi yan sanayii alanında faaliyet gösterecektir.

g) Yoğun işgücü; hizmet sektörü aracılığı ile; Türkiye’ye yerleşecek yabancı sermayeye hizmet edecek hizmet sektörü firmalarınca emilecektir. Türkiye’nin bir ihracat ve dağıtım üssü haline getirilmesi durumunda dahi yerli sermaye o da komprador burjuvazinin alt taşeronu olarak hizmet/altyapı sektöründe faaliyet gösterecek.

h) Anadolu coğrafyasındaki kritik noktalara küresel baronların küresel stratejilerine ters düşecek yabancı sermaye odakları yerleştirilmeyecektir.

Yukarıda ana hatları ile verilen bu yeni paylaşım planının göstergesi olarak birkaç olaya dikkat çekmek gerekir.

Madde H’ye aykırı davranışa örnek

Sabancı Grubu, Özdemir Sabancı’nın öldürülmesi öncesinde Japon sermayesini ciddi şekilde Türkiye’ye getirme yolunda adımlar atmış ve Toyota ile ciddi ortaklıklar kurmuştu. Fakat anlaşılan Avrupa’nın dibine yerleşecek olan Japon sermayesi birilerini kızdırmış olmalı ki, DHKP-C’nin taşeronluğunda gerçekleştirilen bir eylem ile Sabancı tröstüne gerekli mesaj verildi. Bu olay sonrasında Sabancı’lar mesajı aldı ve araba üretiminden çekilerek, Avrupa’lılarla gıda ve perakendecilik alanlarında ciddi yatırımlara girişti. Bugün, Toyota’nın o görkemli açılışını hatırlayan bile kalmadı Türkiye’de. Türk pazarının Japon otomobillerine kaptırılması birkaç kurşun ile engellendi.

Sabancı yanlış ata oynamıştı.

Madde C’ye uygun davranış

Son zamanlarda Koç Grubu’nun telekom alanında,arkasında Yahudi sermayesi olan ve ABD’nin en büyük telekom şirketlerinden SBC’in de ortağı olduğu Amdocs firmasını Türkiye’ye soktuğu görülüyor. Kimdir bu Amdocs firması? ABD’de FBI tarafından hakkında casusluk suçlaması ile soruşturma açılmış ve daha sonra bu soruşturması örtbas edilmiş bir firma. ABD’deki 27 telekom firması bünyesinde kullanılan faturalandırma yazılımı aracılığı ile ABD’deki bütün telefon görüşmelerinin kayıtlarının bir kopyasının İsrail’in eline geçmesi ile suçlanan bu firmanın İsrail adına casusluk yaptığını bilmeyen kalmadı. Türkiye’dekiler dışında. Ve Türkiye’de bu firma Koç tröstü aracılığı ile Aycell üzerinden Türk Telekom’a girmiş durumda.

Küresel kraliyetçilerin istediklerini uygulama konusunda hiçbir zaman sıkıntı çekmeyen Koç’un bu itaatkarlığının onun bekaasını sağlayacağını söylemek ise çok zor.


Madde C ile paralel olarak Türkiye’de bilişim sektörü yabancı şirketlerin yan sanayii ve/veya temsilcisi olarak teşekkül etmekte ve Türk sermayesinin, elindeki müthiş beyin gücü potansiyeline rağmen bu alanda bağımsız ürünler ve hizmetler geliştirmesini teşvik edecek politikalar güdülmemektedir. Bu tür ürün ve hizmetleri geliştirecek olan beyinlerin ise yabancı firmalar aracılığı ile yurtdışına transferi yolunda ise son krizle birlikte ciddi adımlar atılmıştır.

Türkiye’nin madencilik, tarım ve hayvancılık alanında geldiği nokta ise hiçbir örneği gerektirmeyecek kadar açık bir şekilde ortadadır.

Çağdaşlığın simgesi şeklinde birer tüketim abidesi olarak her tarafa dikilen alışveriş merkezleri ve hipermarketler Türk insanının yabancı marka tüketim bağımlılığını pekiştirme ve derinleştirme yolunda bilinçli olarak kullanılan kanallar haline gelmiştir. Öyle ki Türk ekonomisine katkısı neredeyse orada üç beş kuruşa çalışan üç beş elemandan ibaret kalmaktadır. Satılan malların çoğunun yurtdışından ithal edildiği ve/veya karlarını rahatça yurtdışına transfer edebilen yabancı firmalar tarafından üretildiği bu merkezler, komprador burjuvazinin bekçiliğinde gelişen sektörlerdir.
Sonuçta;

Türkiye ekonomisi, komprador burjuvazinin kendisine verilen küresel görev çerçevesinde; yerli sermayenin belirlenen çerçevede üretim yapmasını sağlamakla görevlendirilmiştir. Ve ne yazıktır ki; ekonominin bu geçiş döneminde küresel kraliyetçilere hizmet eden komprador burjuvazinin şimdiden yedekleri bulunmaya başlanmıştır.Ve kürenin patronları yeni hizmetkarlarını şimdiden ısındırmaktadırlar. Kendilerini bugün Koç gibi hissedenlerin, kendilerine biçilen görevi tamamlamaları ile birlikte yarın aynı hissi taşıyamamaları kuvvetle muhtemeldir.

Unutulmamalıdır; Türkiye’de bir çok holding; küresel sermaye lobilerinin maşa olarak kullandığı ve işi bittiğinde atacağı kabuk kuruluşlar haline gelmişlerdir.


TOPLUMSAL YABANCILAŞMA

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Cumhuriyet’in 80. yılına girilirken, ulus devlet olma yolunda sürekli gerilemiş ve bugün gelinen noktada AB propagandası altında neredeyse nüfusunun üçte birini teşkil eden bir etnik grup azınlık olarak kabul edilme noktasına gelmiştir. Keza birkaç sene öncesine kadar kendi etnik kimliklerini telafuz etme ihtiyacını bile duymayan gruplar, yeni dinamikler doğrultusunda açıkça etnik kimlikleri doğrultusunda kültürel, sosyal ve hatta politik etkinliklere girişir olmuşlardır. Etnik parçalanmanın ötesinde toplum bir de ayrıca belli düşünce kalıpları çerçevesinde bölünmüş ve dondurulmuştur.

Dünyada Türkiye Cumhuriyeti kadar toplumsal fay hatları üzerinden sürekli bir polemik kazanında kaynatılan bir başka devlet bulunmamaktadır. Ve ne yazık ki, bu fay hatları ile ilgili olarak yetkili makamlar sadece haritalandırma çalışması yapmakta; bu fay hatlarının üzerindeki yapıların toplumsal sallantılara dayanıklı hale getirilmesi ve bu fay hatlarının giderilmesi konusunda gösterilen çabalar yetersiz kalmaktadır.

Türkiye yabancı istihbarat örgütlerinin rahatlıkla televizyon kanalı kurabildiği, partilerin içine sızabildiği, çeşitli fonlardan besledikleri kanaat önderleri aracılığı ile toplumun önüne her türlü polemiği, kavramı ve tartışmayı sürebildiği ve devletin gözü önünde devletin aleyhine propaganda yapılabildiği; ülkenin küresel hegemonlara devredilmesi maksadı ile her türlü kavramsal maskelemenin yapılırken gerçeklerin milletten gizlenebildiği bir psikolojik savaş sirkine dönmüştür.

Bu kavramsal karmaşa arasında Türk milleti her türlü düşünsel nirengisini kaybetmiş bir şekilde geleceğini kontrol edemeyeceği bir noktaya sürüklenmektedir.

Toplumsal yabancılaşmanın bir ayağı da toplum katmanları arasında ekonomik olarak açılan uçurumun görsel ve kavramsal boyutta da derinleştirilmesi aracılığı ile gerçekleştirilmektedir. Bu yönde medya yine müstesna bir rol üstlenmiş ve bir yandan yaşam savaşı veren kitleler üzerinden devlet ve siyasi kuruma saldırmanın platformu haline gelirken, bir yandan da; ekrana getirdiği sosyete yaşam sahneleri aracılığı ile iktidarın merkezinden savrulmuş kitlelere yalnızlıklarını ve farklılıklarını sürekli hatırlatmaktadır.

Toplumu kendi içinde yabancılaştırmanın bir diğer ayağı ise; bu coğrafya üzerindeki en köklü unsurlar üzerinden yapılmaktadır ki bu da İslam’dır. Türkiye’de İslam hem kendi içinde, hem kendi dışında sürekli manipüle edilen bir öğe haline gelmiştir ve toplumun önüne sürülen ‘dini liderlerin’ çoğu bu kafa karışıklığını çözümlemekten çok, derinleştirme yolunda işlev görmektedir. Laik/İslamcı ayrımının yanı sıra; önümüzdeki süreçte mezhebsel ve azınlıklarla bağlantılı olarak gayrimüslim cemaatler nezdinde yeni kışkırtmalara gebe bir ortamı da beraberinde getirecektir. Anadolu’nun ezilmiş müslümanlarını arkasına alarak ezici bir çoğunlukla iktidara gelen AK Parti’nin seçim bildirgesinde türbandan söz etmezken, ‘mülkiyet haklarına saygı’dan söz etmesi; Türkiye’de ‘mülkiyet hakkı’ sorunu ile kimlerin karşı karşıya olduğu sorusunu da beraberinde getirmektedir.

COĞRAFİ YABANCILAŞMA

Türkiye’de strateji üreten çevreler ve kurumlar üzerinde uygulanan yabancılaşma operasyonudur. Küresel kraliyetçilerin bizzat kendi ağızlarından ve/veya bunların maşalarının ağzından duymaya başladığımız “Türkiye’nin en önemli ihraç ürünü ordusudur” ifadesi bu yabancılaşmanın bayrağı haline gelmiştir.

Mevcut ekonomik buhranın kendiliğinden oluşturduğu baskı ortamını da fırsat bilenler, Türkiye Cumhuriyeti devletini küresel güçlerin bölgesel jandarmalığını üstlenmeye ikna etmeye çalışmaktadırlar ve maalesef bu baskılar, Türkiye’nin çıkarlarının küresel güçlerle eşgüdümlü olarak hareket etmekten geçtiğine inanan bazı iç odaklar üzerinde fazlası ile etkili olmaktadır. 260 milyon dolar karşılığında Afganistan’da görev yapan Türkiye’nin bu macerasının ilk provaları Somali’de yapılmıştır ve Irak ile nihai şeklini alacaktır. Türkiye neredeyse gözünün önünde kurulan bir Kürdistan’ın garantörlüğünü üstlenecek noktaya getirilmiştir.

Türkiye’nin son 10 yıl boyunca müdahil olduğu dış olaylar gözönüne getirildiğinde, ülkenin her olayın çeperinde destek gücü olarak yeraldığı görülmektedir ve daha da kötüsü Türk Ordusu, emperyal güçlerin küresel operasyonlarında “İslami tatlandırıcı” olarak işlev görmeye başlamıştır. “Terörle Savaş” görüntüsü altında küresel egemenlik alanlarını İslami coğrafya üzerinde genişletmeye başlayanların jandarmalığını üstlenmek 600 yıllık bir imparatorluk geçmişi bulunan millete dar gelmeye mahkum bir elbisedir.

Azerbaycan’da Elçibey’in devrilmesine engel olamayıp, bölge petrollerinden aldığı pay %25’lerden %5’e indirilen;

Kosova’da NATO’ya sağladığı bütün lojistik desteğe rağmen, bölgedeki bir köyün koruması dışında kendisine hiçbir etkinlik alanı tanınmayan ve bölgedeki kültürel/sosyal ortamı ABD destekli Suudi sermayesine bırakan;

Kuzey Irak’ta bütün sert uyarılara rağmen, gözünün önünde bir Kürdistan kurulmasına engel olamayan;

Bütün silahlanma altyapısını, kendisine bu rolü biçenlerin stratejik planlamalarına uygun şekilde gerçekleştiren; bağımsız bir silah sanayi kurmakta aciz kalan;

Kendi toprakları üzerinde tarihi emelleri bulunan ülkelerle stratejik işbirliği kuran;

Semalarında yabancı uçakların cirit attığı, toprak altında ve üstünde kontrol dışı yabancı askeri unsurların bulunduğu bir ülkedir Türkiye.

Bu ülke hinterlandındaki coğrafyaya hakim olamadığı gibi, bu coğrafya üzerinde paralı asker konumuna getirilmek istenmektedir ki; bu coğrafi yabancılaşmanın kemikleşmesi anlamını taşıyacaktır.

Kendi coğrafyası üzerinde, kendi insanına karşı her türlü operasyonun senaryosunu kurgulamaya ve uygulamaya cesaret eden stratejistlerin; Ardahan’ın doğusu, Kırklareli’nin batısı, Silopi’nin güneyi söz konusu olunca küresel egemenlerle uyumlu bir gözlemci ve/veya uygulayıcı konumuna razı olmaları coğrafyasına yabancılaşan bir milletin tipik özelliklerini taşımaktadır.

Unutulmamalıdır ki; Türkiye Cumhuriyeti Anadolu kozasında kaldığı ve Anadolu’yu bir üs olarak kullandırdığı sürece Anadolu’yu koruyamayacaktır. Bu millet bu toprakların bekçisi değil; sahibidir. Bunu önce yabancıların değil; bazı “Türk”lerin kabullenmesinde büyük fayda bulunmaktadır.

04 Ağustos, 2005

Msn De Konuştuğunuz Kişinin İp Sini Öğrenme

Msn De Konuştuğunuz Kişinin İp Sini Öğrenme



Sadece Basit bir komutla irtibatta olduğunuz kişinin ip adresini öğrenebilirsiniz

başlat>çaliştır>command>netstat -n

Bu komutla msn de konuştuğunuz iletişim kurduğunuz herkesin ip adresini görebilirsiniz. sadece tek bir kişininkini görmek istiyorsanız o zaman sadece onun penceresini açık tutmanız lazım... Kolay gelsin...

VİrÜs Üretme Programi

:::::::VİrÜs Yapma Programi (bÖylesİ Yok Bakmayan Kalmasin):::::::::

Virüs Yapma Programı C++ bilmiyormusunuz?
Peki virüs mü yapmak istiyorsunuz?Ve nasıl yapacağınızı bilmiyorsunuz?
Bu sorular size tanıdık mı geliyor?O zaman virüs oluşturucu 1.0'ı deneyin.
Kendi virüslerinizi çok kolay bir şekilde oluşturun yani üretin.Ve çoğu anti virüs programlarına da yakalanmadığını belirteyim .
Programın özellikleri:
Etkinleşeceği tarihi belirleme
Virüsünüze isim verme
Win 95 ve 98'e format atma
Sileceği dosya tiplerini belirleme
Silme işleminden sonra ekranda yazacak olan metni belirleme
Başka da bir özelliği yok...Virüs yapamayan arkadaşlar için acayip kolay bir program yanlız kendi bilgisayarınızda açmaya kalkmayın ona göre
NOT:Virüsü oluştururken de bir şifre istenecek o da dosyanın içinde şifre.txt dosyasında mevcuttur.
Buyurun download linki:

ASAGIDAKI PROGRAMI TIKLA İNDİR
http://dl4.rapidshare.de/files/2950727/42931178
/virus_olusturucu.rar

RAR ŞİFRESİ:tufoli

Virüsü oluştururkende şifre istiyor o şifrede: ege1979
Alinti:trforum