Fikir7 Manset Haberler

30 Mayıs, 2007

Amerikan usagi Türkes ????

Şarlatan general!

30 Mayıs 2007



BANA GÖRE

Şarlatan general!

30.05.2007
SIRRI YÜKSEL CEBECİ
sirriyuksel.cebeci@tercuman.com.tr



--------------------------------------------------------------------------------

YAKIN tarihimizin 47 yıl önceki sayfasına yalan yanlış bilgiler eklemeye çalışmanın kime ne kazandıracağını çok merak ediyoruz.
Merhum Alparslan Türkeş, 27 Mayıs 1960 darbesinin kudretli albayı idi. Darbeyi başından sonuna kadar o planlamış, başarıyla gerçekleştirilmesini de o sağlamıştı.

Türkeş’in, darbe sırasında veya sonrasında ABD’den para aldığı iddiası ilk kez 2000’de, yani Türkeş’in ölümünden 3 yıl sonra gündeme getirilmişti.
Hürriyet Gazetesi’nin o tarihteki haberine göre, 1956-1961 yılları arasında Ankara’da askeri ataşelikte yarbay rütbesiyle görev yapan Amerikalı tümgeneral emeklisi Fred Haynes, 27 Mayıs darbesinden hemen sonra, Başbakanlık Müsteşarı Kurmay Albay Alparslan Türkeş, Ordu’dan dört bin subayı emekliye ayıracaklarını ve yeterli miktarda paraya gerek duyduklarını söylemişti.Türkeş, ABD’den bu parayı, ihtilal günü saat 9.30’da, ABD Ankara Büyükelçisi Flecher Warren ve Fred Haynes’ın Milli Birlik Komitesi Başkanı Cemal Gürsel’le Başbakanlık’ta yaptıkları dörtlü görüşme sırasında istemişti.


Böyle bir şey yok

ARDAN Zentürk, 27 Mayıs darbesinin 47. yıldönümü nedeniyle, Star Gazetesi’ndeki köşesinde, Amerikalı emekli general Fred Hayes’ın, Washington’daki “Emekli Askerler Kulübü”nde, 1999 yılında, kendisine şunları anlattığını naklediyordu.

“İhtilal oldu... Ön güvenlikte görevli deniz piyadeleri, bir Türk tankının elçilik dış kapısına dayandığını ve üzerindeki albayın bizden biriyle mutlaka görüşmek istediğini bildirdiler. Gittim. Gerçekten de büyükelçiliğin Atatürk Bulvarı’na bakan tarafındaki kapısına dayanan bir Türk tankının namlusu, bahçemize kadar girmişti ve üstünde son derece sert görünümlü bir Türk albayı bulunuyordu. Kapıya yanaşınca albaya selam verip kendimi tanıttım, o da tanktan aşağıya atlayıp kendini tanıttı: Albay Türkeş!
Ne istediğini sorduğumda son derece düzgün bir ifadeyle, yıkılan hükümetin devletin kasasında bir tek dolar bile bırakmadığını, acil para bulunmazsa devletin işini yapamayıp, memur maaşlarını bile ödeyemeyecek duruma geleceğini ve ihtilalin parasızlık nedeniyle daha başlamadan biteceğini söyledi. İsteği, benim, kendisiyle başbakanlığa gitmem, oradaki kriptolu teleksten Washington ile temas kurarak, ihtilalin acil ihtiyacı olan 50 milyon dolarlık transferin gerçekleşmesini sağlamamdı.

Büyükelçi izin verdi, Türkeş’le birlikte başbakanlığa geçtik, ben teleksi ilettim, istenilen paranın Türkiye’ye transferin yapılacağı bildirildi.”

Ya deli, ya da yalancı

ALPARSLAN Türkeş, araştırmacı gazeteci Hulusi Turgut’a anlattığı ve 1996 yılında Sabah Gazetesi’nde de yayınlanan anılarında, ABD’den para yardımı aldıklarını inkar etmemiş, ancak doğrudan ABD’den istenen ve alınan 15 milyon dolarla sefaretlerin maaş ve masraflarının karşılandığını açıklamıştı. Ordu’nun gençleştirilmesi için gereken paranın ise doğrudan ABD’den istenmediğini, NATO’nun Paris’teki Başkomutanı General Noştat aracılığıyla ABD’den sağlandığını, bunun da 12 milyon dolar olduğunu belirtmişti.
Kime inanalım? Merhum Türkeş’e mi, yoksa bir dediği diğerini tutmayan emekli Amerikalı general şarlatan Haynes’a mı?

28 Mayıs, 2007

ATATÜRKCÜLÜK YANLISTIR -1

ATATÜRKCÜLÜK YANLISTIR !!!!

"Gizlenen gerçek Atatürkçülük ve savunucularına ödettirilen bedeller" basligi adi altinda www.Haber1.com da Haldun Canci imzasi ile asagidaki yazi yayinlanmisti.
Bu yazida Atatürkcülük, Atatürk ilkeleri enine boyuna anlatilmisti.

".." isaretleri arasinda SayinCanci´nin yazilarini alintilayarak cevabimi veriyorum.

"Atatürkçülük adına, bugün, ortada büyük bir sorun vardır: Gerçek Atatürk, yıllardır Türk toplumundan gizlenmiştir."
1923 yilinda baslamak üzere gerek Atatürk ve gereksede Atatürk´ün tüm istekleri kanunlastirilarak, bu millete dayatilmistir. Dayatilmistir. Cünkü Atatürk zamaninda ne Meclis, ne Hükumet, ne Cumhurbaskani ve nede Devlet; Halk tarafindan secilmemisti. Halkin istegi olmayan bir seyi halktan istemek ve halka yaptirtmak bir DAYATMA dir.
1923 yilindan bu yana okullar, okul bahceleri, meydanlar, devlet daireleri, tüm kamusal alanlar Atatürkcülük, Atatürk ilkeleri icin PAZAR yapilmistir.
Gercek Atatürk´ün Türk toplumundan gizlendigi iddiasida bu nedenledir ki, yanlistir. Eger Atatürk´ün Inönü ve diger arkadaslari tarafindan kullanildigi, yanlis tanitildigi iddia ediliyorsada, dogrudur. Cünkü Atatürk Belsoguklugu hastaligi nedeni ile 1917 den beri sancilarla kivranan bir devlet adami idi.Karlsbad´a defalarca gitmesine ragmen bu hastaligi tedavi edilemedi, sancilarindan kurtarilamadi. Atatürk antibiyotik aliyordu ilk siralarda. Antibiyotikler kar etmiyordu. Sancilara karsi agri kesiciler kullaniyordu. Vucut direnci Antibiyotiklere ve agri kesicilerine alisan Atatürk günden güne dahada agir antibiyotikler ve agri kesiciler kullanmak mecburiyetinde kaliyordu. En sonunda alkoliklesti, agrilarini dindirebilmek icin. Atatürk´ün alkoliklesmesinin arka planinda, onu kullanma ptrojeleride yatiyordu. Devleti Atatürk degil baslarinda Inönü´nün bulundugu ittihadd-i terakkiciler yönetiyordu. Bu arada Atatürk kisvesi altinda Atatürk kullanilmadi da degil.
Canci´nin asagidaki ifadesine katilmak mümkündür.

"Bu tutumun ortaya çıkmasında, ülkenin gidişatına yön veren iç ve dış çıkar odaklarının etkisi büyük olmuştur. Çeşitli çevreler, gücü karşısında kendilerini ezik hissettikleri Atatürk’ü, kendi yanlarında göstermeye çalışmışlardır. Bu yüzden de, Atatürk’te, kendi tavırlarını destekleyici yanlar bulmaya çalışmışlardır. Bazıları ise, kendi dar çevrelerinde, Atatürk’ü kasıtlı olarak yanlış tanıtmışlardır. Tüm bunlar yapılırken de, gerçek Atatürk’ün üzeri örtülmüştür."
Arsivler acilmadigi süürece burada fikir yürütmekte mümkün olacaktir. 1922 ile 1946 arasinda nelerin Atatürk´e, nelerin onu kullananlara ait oldugunu ortaya koymakta zordur. Bu nedenledir ki, 1922 ile 1938 yillari arasinda herseyden Atatürk sorumludur. Kullanilmis olsa bile, kendisini kullandirtmasindan dolayida kendisi sorumludur. Bu sürecin basindaki kendisidir ve sorumlusuda kendisidir.

"Bu yazıda, Atatürkçü düşüncenin, bazı kesimlerce, kasıtlı bir biçimde gizlenen kimi boyutlarına maddeler halinde değinilecektir. Daha sonra da, bu boyutlardan bir tanesi kısaca irdelenecektir.


1- Gerçek Atatürk, Anti-emperyalist Atatürk’tür. Gerçek Atatürk, Batıcı ya da Batıya rağmen Batılılaşmacı değil, çağdaşlaşmacı, aydınlaşmacı ve modernleşmeci Atatürk’tür. (Dolayısıyla, Batıcıların, Atatürk’le ilgili iddiaları doğru değildir.)"
Gercek Atatürk nasil oluyorda anti-emperyalist olabiliyor ? Sn. Canci Emperyalizmin ne oldugunu bilmiyor galiba ?
Gerçek Atatürk; diktatör, fasist ve ırkçıdir. Irkciligin adini "ulusculuk" olarak degistirmistir sadece. Yani ulus devlet milliyetçi devlet degil, Atatürk´ün deyimi ile ulus yani irkci devlettir.
Atatürk irkci idi. Ulus devlet=irkci devlettir. Kurulan Cumhuriyette halka dayali degil, Atatürke dayali bir monarsi idi.
Atatürk döneminde, tüm dünya faşist,irkci, diktaci ve sahte cumhuriyetci devletlerle dolu oldugundan, Atatürkte caga uyarak aynisini yapmistir.
Fakat artik bu caglari agizlarina bile almiyor ve bunlardan utaniyor avrupalilar. Biz ise Atatürkcülük adi altinda halen irticacilik yapiyor o devri yeniden getirmeye calisiyoruz.
Gercek Atatürk; emperyalist ülkelerin hayrani idi. Onun tüm kullandigi esyalarda batidan, emperyalist ülkelerdendi. Giyimi, kusai, söylevi, herseyi baticidir. Atatürk cagdaslik adina batililasmayi bu ülkeye getirmemismidir. Yani cagdaslik görüntüsü sadece. Inkilaplarin hepsi, bastinin görüntüsünü almaktan ileri gidebilmisidir ? Kendi Anadolu, Türk kiyafetinden utanmis, avrupa kiyafetlerini devrimlerle bu ülkeye sokmamismidir ?
Cagdaslik; cagdas görünüm olarak alinmis batidan. Aydinlik; fikir, bilgi, kültür aydinligi olarak degil, görüntü aydinligi olarak algilanmis ve alinmistir Avrupadan.


"2- Gerçek Atatürk, mason ya da din düşmanı değildir. Bilakis, ulusun zararına işlediğini ve kökünün dışarıda olduğunu düşündüğü mason localarını kapatan Atatürk’tür. Dini, emperyalizmin oyuncağı olmuş, yobaz din tacirlerinin sermayesi olmaktan kurtaran da Atatürk’tür. O, böylelikle, yüce İslam dininin, birilerinin tekelinde kalarak, bir istismar aracı olmasını engellemiştir. Atatürk, kul ile yaratıcısı arasındaki ilişkiye aracılık etmeye kalkışanları bertaraf etmiştir. Zaten, İslam dininde ruhban sınıfı yoktur. İslam, böyle bir aracılığı şiddetle reddetmiştir. Atatürk, ayrıca, dinin, yanlış ellerde, yanlış yorumlanarak, iptidailiğin temel kaynaklarından bir tanesi olmasını önlemiştir. (Dolayısıyla, din simsarlarının, Atatürk’le ilgili iddiaları doğru değildir.)
Laikligi; din düsanligi olarak algilayan Atatürk dine tamamen karsi idi ve Laiklik kelimesini dahi degistirerek, bu hedef icin kullandi. Laiklik=Din ile Devlet islerinin biribirinden ayrilmasi demek oldugu halde, Diyanet isleri reisligini kurmus, dini kendisi yönetmistir. Bu anti-laikliktir. Hilafetin kalkmasi ve Diyanet isleri reisliginin kurulmamasi gerekirdi laisizme göre.
Atatürk bir din düsmani idi. Kendiside bunu istiyordu zaten. Cünkü o; Avrupada sekularizmin cikisini anlamadan benimsemis ve bunu Türkiye´dede uygulamak istemistir.
Atatürk´ün Mason oldugu, locaya kayitli olduguda belgelidir.
Hulasa, Atatürk; ateizmi, masonlugu benimsemisse, kendi meselesidir. Bu hususta ortalik bulanik olsada, bunlarla Atatürk iyi veya kötü olamaz.
Fakat o´nun Halkin kararini almadan halki ateist yapma hakkida yoktu.

"3- Gerçek Atatürk, diktatör, ırkçı ya da faşist değil, ulusalcı, yani ulus devlet milliyetçisidir. Atatürk döneminde, nerede ise dünyanın tamamı faşist ya da komünist diktatörlükler altında yaşamıştır. Yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti, içte ve dışta türlü tehdit ve tehlikelere maruz kalmaktayken bile, Atatürk, diktatörlüğe ve despotluğa yönelmemiştir. Kendi çağının özgün koşulları açısından oldukça yumuşak sayılabilecek otoriter bir yönetimle yetinebilmiştir. Bu otoriter tutum, yeni kurulan ülkenin ve yapının pekişmesi açısından gerekli olmuştur. Böylelikle, Atatürk, ulusal birliği kurabilmiş ve koruyabilmiştir. Aynı Atatürk, kendi sağlığında, hiçbir iç ya da dış talep ve dayatma olmaksızın, iki kez çok partili hayata geçiş denemesi gerçekleştirmiştir. Ancak, bu denemeler, Cumhuriyet karşıtlarının istismarları yüzünden başarısızlıkla sonuçlanmıştır. (Dolayısıyla, İkinci Cumhuriyetçilerin ve dış fon destekli liberallerin, Atatürk’le ilgili iddiaları doğru değildir.)"
Sn. Canci tüm Atatürkcülerin yaptiklari ayni hatalari yapiyor burada.
Diktatör, irkci, uluscu, illiyetci, fasist kavramlarini bilmeden sarfetmek yanlis olur.
Eger bir Meclis, halkin sectigi parlementerlerden olusmissa, bu meclisin sectigide halktan secilmemistir. Yani Kendi istediklerini TBMM´ne oturtan ve bunlarada kendini Cumhurbaskani sectirten Atatürk Diktatör idi.
Eger bir ülkede azinlik, cogunluga hükmediyorsa, bunun adina FASIZM denir.
Bu ülkenin cogunlugu olan halkin iradesine dayanmadan sadece Atatürk ve cevresinin iradesi ile bu ülkeyi yönetmeye FASIZM denir.
Irkcilik=Ulusalcilik. Buda biribirisi ile karistirilir durmadan Atatürkcüler tarafindan. Irkcilik kelimesi negatif anlam yüklü oldugundan, Atatürkcüler ulusalcilik kelimesini kullanir oldular, irkciligi güzel gösterebilmek icin. Halk kelimesi yerinede Ulus kelimesini yine bu nedenle kullanmislardi. Halk koyun, Ulus aydin mes´elesi...
Atatük´ün yumusak bir otorite oldugu iddiasida yanlistir. Eger bir ülkede azinligin koydugu kararlar, cebir ile uygulamaya sokulmussa ve bu halk hapislerde süründürülmüsse, istiklal mahkemeleri kararlari ile, bu yumusak degil, sertin sertidir.
Atatürk´ün iki kez çok partili hayata geçiş denemesi gerçekleştirdigi dogrudur. Bu denemelerin; Cumhuriyet karşıtlarının istismarları tarafindan degilde, Cumhuriyetci gecinen Atatürk´ün yakin arkadaslari tarafindan, Inönü gibi başarısızlıga mahkum edildiklerini söylemek dogru olur. Bu olayda Atatürk´ün kullanildigida dogrudur. Atatürk´e suikasti hazirlayanlar, kurulan yeni partileri suikastci olarak göstererek, yeni acilimlarin önünü tikamislardir.

"4- Gerçek Atatürk, sosyalist ya da komünist değil, ancak eşitlikçi, halkçı ve sosyal devletçidir. Sovyetlerle iyi ilişkiler kurmuş ve milli mücadelede onlardan yardım almış olmasına rağmen, Sovyet resmi ideolojisini benimsememiştir. Aynı şekilde, İngiliz himayesini ve Amerikan mandasını da reddetmiştir. (Dolayısıyla, tam bağımsızlık karşıtı, Amerikancı, İngilizci ve eski Sovyetçi çevrelerin, Atatürk’le ilgili iddiaları doğru değildir.)"

Halkci bir devlet adami; halkina gider, reyini isterdi Parlementoyu sectirtmek ve kendini sectirtmek icin. Halka ragmen halkci olunamaz.
Bir kanunla yeni bir dil, yeni bir alfabe yürürlüge koyacaksiniz. Halkinizi analfabet, dilsiz ve yazisiz kilacaksiniz, ondan sonrada halkci olacaksiniz. Bu celiskilidir.
Atatürk sosyal´de degildir. Sosyallik, varligin esitce halka dagitilmasidir. Yoksulluktan baska ne dagitilabilirdi devlet ekonomisi ile, yoksulluktan baska.
Mandacilik hususnda 1922 yilinda Ingiliz ve Fransizlarla imzalanan anlasma ortaya cikmadan bir iddia ortaya koymak, mesnetsiz olacaktir.
Fakat Ingiliz ve Fransizlarin 1922 yilindan sonra bu ülkeden cok cok yararlanabilmeleri, sebepsizde olamaz.


"5- Atatürk içine kapanmacı değildir. Bilakis, dünyanın gidişatına ve bölge ülkelerindeki sorunlara karşı duyarlıdır. Bu özelliğini, bölge ülkeleri ile gerçekleştirdiği işbirliği anlaşmaları ile kanıtlamıştır. Atatürk döneminin, ithal ikameci iktisat modeli, yeni kurulmuş ulus-devlet yapısının ve o dönemin gerekliliğidir. Ancak, Atatürk, bütünüyle (vahşi) kapitalist bir modelden yana da değildir2. Atatürk’ün iktisat modeli, gerekli görülen alanlarda devlet yatırımlarının da yapıldığı, esnek yapılı bir karma ekonomik modeldir. (Dolayısıyla, vahşi kapitalizm yanlılarının ve kendi karları dışında hiçbir konuda en ufak bir kaygı taşımayan sermaye çevrelerinin, Atatürk’le ilgili iddiaları doğru değildir.)"

Atatürk hicbir ülke ile ne teoride ve nede pratikte isbirligi yapmaistir. Ingilizler ve Fransizlar haric....
Ingiltere ve Fransizdan Üretme izni olmadigindan dolayi üretmeyen bir ülke tabiiki ithalata, ikamete dayayacaktir ekonomisini. Ithalata ve Ikameye dayali bir ekonomi; cagin geregi degil, sömürülmeye riza göstermenin bir eseridir.
Atatürk ekonomiden degil, askerlikten anlardi. Ekonomik düzeni devletcilige, ulusculuga dayanir. Ulusun adi vardir, ekonomisi yoktur. Ekonomi Fransiz ve Ingilize emanettir.


haldun.canci@emu.edu.tr
******

Atatürk´e sahip cikmak mümkün olsada, o devrin DOGRU´larina, anti-demokratik olduklarindan dolayi sahip cikmak YANLIS´tir. Atatürk´ü tarihteki yerine oturtmaktan, saygi ile anmaktan baska care yoktur. Eski anti-demokratik YANLISLAR´a sarilmak mümkün degildir artir.



--------------------------------------------------------------------------------

NOTLAR:



1 Bu konuda yapılmış yetkin bir analiz için bkz.: Maurice Duverger, Siyasi Partiler, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1974, ss. 359-361.



2 23 Nisan 1920’de kurulan T.B.M.M.’nce kabul edilen ve tutanaklarda yer alan “Halkçılık Bildirisi”, bu konudaki görüşleri ortaya koyucu niteliktedir.



3 Sosyolojik anlamda, modernleşme kavramı, endüstrileşme olgusu ise birebir alakalıdır. Modernleşmenin sözlük anlamında ise, “çağdaş”, “yeni” ve “ileri” kavramlarına atıf yapılmaktadır.





Yazarın Tüm Makaleleri
23.02.2007 - Gizlenen gerçek Atatürkçülük ve savunucularına ...
03.06.2006 - Kuvayi Milliyecilere karşı saldırılar artıyor
04.05.2006 - Ermeni meselesinde iş çığırından çıkıyor 30.03.2006 - Jakoben AB'ci: 'Baskın, basanındır'
21.03.2006 - AB kimin projesi?
17.03.2006 - Türkiye’nin AB Yolculuğu
14.03.2006 - DP’nin son tavrı ve düşündürdükleri
01.03.2006 - Ulusalcı yükselişin nitelikleri
27.02.2006 - Dünyanın geldiği nokta: Küresel ve dinsel fanatizm 17.02.2006 - Kurtlar Vadisi'nin düşündürdükleri
11.02.2006 - AB sürecini sürdürebilir miyiz?
09.02.2006 - Medeniyetler çatışması: Küreselleşmenin sonu"

1.Mart tezkeresinin ardindakiler BOP


Milliyetci gecinip, ulusalci yani irkci olan fakat ittihadd-i terakkicilerin bu ülkeye siringaladiklari asagilik komplexleri nedeni ile kendini batililardan asagi gören, irkci Türk gecinen azinlik, 1.Mart tezkeresine TBMM nin "HAYIR" karari vermesini bir türlü iclerine sindiremediler.

1. ABD bizden tüm Dogu ve Güney-Dogu Bölgesindeki 11 Vilayetimizin topraklarini kendi kontrolu altina vermemizi istiyordu.
2. Bu bölge icerisindeki tüm Hava, Deniz Limanlarinin kontrollari ABD ye birakilacakti.
3. Bu bölgedeki tüm Demiryollari, Kara Yollari ve Hava Yollari ABD´nin kontrolu altina birakilacakti.
4. ABD buraha bir askeri hükümranlik istiyordu.
5. Tüm bunlar icin gerekcesi ise:
a) Irak´á silah, asker ve mühimmat gönderebilmek,
b) Irak´ta yapilacak savas neticesinde irak´tan kacacak Iraklilarin siginabilecegi nötral kamp olusturmak.

ABD ve Israil bu bölgede Neue Judea=Arz-i mevud=BOP denen projeyi uygulamak istiyordu. Irak´a saldirmadan önce, saldirmadan, savas etmeden Türkiye´nin Dogu ve Güney-Dogu´sunu ele gecirmek istiyordu. Cünkü Dogu ve Güney-Dogu Bölgemiz; BOP icinde ön görülen bir bölgedir.

Kürtlerin para karsiliginda oyuncak olarak kullanildigi da zaten bilinen bir gercek idi. Irak´a savas actiginda ABD, Kuzey Irak´taki Kürtlerin bir kismini Dogu ve Güney-Dogu Anadoluya mülteci olarak getirecekti. Buraya getirdigi Kürtlerede en kisa zamanda referandumla bu bölgeyi resmen Kürdistan yapacakti.

Tezkere TBMM´ne girmeden önce ABD gemileri Iskenderun ve Mersin Limanlarina yanasmis MGK nin izni dogrultusunda Silah, Mühimmat, Arac ve Gereclerle askerler indirilmis, Habur kapisina dogruda harekete gecirilmislerdi.
Bu esnada Dogu ve Güney-Doguda para dagitilarak cogu fabrika, Organize sanayi bölgeleride ABD ye kiralanmist.
Kisacasi fiili bir isgal vardi ve buna 1922 den beri savunma konusunda tam yetkili olan MGK "DUR" demiyordu.
Bu fiili ABD isgalini durdurabilmek icin TBMM´ne 1.Mart tarihinde bir tezkere verildi.
ABD nin fiili isgalina "EVET" veya "HAYIR" onaylamasi yapilacakti.
Netice hasil oldu ve TBMM, ABD ye "HAYIR" dedi.

Bu esnada AK-Parti disindaki tüm partiler -genel olarak- ABD isgaline "EVET" dediler.

Bu konuda asagida bir haber:
******

Tezkere pazarlığının perde arkası

Irak savaşı öncesinde, Türkiye üzerinden bir cephe açmak isteyen ABD ile pazarlıkları yürüten eski diplomat Deniz Bölükbaşı, ABD'nin o günlerde Türkiye'den istediklerini ilk kez anlattı:
28 Mayıs 2007 11:00

Dışişleri Bakanlığı'ndan istifa ederek MHP'den milletvekili adaylığı başvurusunda bulunan Deniz Bölükbaşı, merhum siyasetçi ve tezkerenin ilk döneminde başbakanlık koltuğunda bulunan Bülent Ecevit'in tezkere öncesinde ABD'ye verdiği cevapta savaş uçaklarının ve hava birliklerinin Türkiye'de konuşlanmasına izin verebileceklerini ilettiğini açıkladı.

1 Mart Tezkeresi hakkında bilinmeyenleri Habertürk televizyonunda anlatan Bölükbaşı, tezkerenin kabul edilmemesi ile birlikte Türkiye'nin Irak'taki gelişmelerden etkilenen marjinal bir seyirci konumuna indirgendiğini söyledi. Bölükbaşı, “Kuzey Irak'ta devletleşme gerçeğiyle karşı karşıya kaldık. Doğrudan Barzani'den himaye gören PKK tehditiyle karşı karşıyayız. PKK Kuzey Irak'ta Türkiye'ye karşı ikinci bir cephe açmıştır” diye konuştu.

Bölükbaşı'na yöneltilen sorular ve cevapları şöyle:


Bugün olan biten herşeyi, 1 Mart tezkeresinin geçmemiş olmasına mı bağlıyorsunuz?

Bölükbaşı: 1 Mart tezkeresi, 1 Mart'ta yaşanıp bitmedi. Sürecin bir parçasıydı. Bugün karşımıza çıkan dış güvenlik tehditleri, terörün tırmanması, ortadan kalkan kırmızı çizgilerimiz gerçeklerinden soyutlanarak ele alınamaz. 1 Mart tezkeresinin TBMM tarafından kabul edilmemiş olmasının otomatik bir sonucu sayılmasa bile iç ve dış güvenlik tehditleri, tezkere kabul edilseydi bu kadar cesaretle karşımıza çıkabilir miydi? Türkiye'nin karşısındaki güvenlik tablosu şudur; Türkiye Irak'taki gelşimleri etkilemek bir yana, oradaki gelişmelerden doğrudan etkilenen marjinal bir seyirci konumuna itilmiştir. Etnik bölücülük sorunu çok vahim boyutlar kazanmıştır. Kuzey Irak'ta devletleşme gerçeğiyle karşı karşıya kaldık. Doğrudan Barzani'den himaye gören PKK tehditiyle karşı karşıyayız. PKK Kuzey Irak'ta Türkiye'ye karşı ikinci bir cephe açmıştır. Yaklaşan Seçimlerin bir özelliği var. PKK ve Barzani TBMM'de temsile hazırlanmaktadır.


Görev size nasıl verildi?

13 Ocak 2003 tarihli Metni okudum, hayrete düştüm. Sayın müsteşara 'Böyle bir saçmalık olmaz' dedim, “bu saçmalığı düzeltmek sana düşüyor, 3 gün sonra müzakerelere başlıyorsun” dedi. Böyle tebliğ edildi. O kağıt sanki bir NATO müttefikinin diğer bir NATO ülkesinde tatbikata giderken çok genel bir düzenlemeydi. Müzakereler başlayınca anladım; ABD'liler 11 Eylül'ün etkisiyle olsa gerek rasyonel düşünemiyordu. Bizimle müzakere etmeden. 5-6 sayfalık bir talep. Bu tabii herkes gibi beni de çok ciddi bir endişeye sevketti.


Aldığınız belgede yada sonrasında Erdoğan'ın AKP Genel Başkanı iken Beyaz Saray görüşmesinde taahhüt verdiği izlenimini aldınız mı?

Bölükbaşı: Bizden talepleri ayrıntıya fazla girmeden 80 veya 90 bin kişilik ABD kara gücünün Türkiye'ye konuşlandırılması, Türkiye'den geçiş izni, K. Irak irtibat timlerinin Türkiye üzerinden geçişi, bazı askeri istihbarat uçuşları için hava sahasının kullanılması. Bunları Sayın Ecevit'e iletmişlerdi. Sonrasında yapılan görüşmelerde, 10 Aralık öncesi, Türkiye kara birliklerinin konuşlandırılmasının sorun olacağını ancak savaş uçakları ve sınırlı sayıda hava birliklerinin Türkiye'de konuşlandırılmasının düşünülebileceğini, ABD'nin Kuzey cephesi imkanından mahrum bırakılmayacağını söylemişlerdir. Ecevit hükümetinin döneminde yapılan görüşmelerde verilen mesajlar böyleydi.

Yeni Şafak

25 Mayıs, 2007

Cumhurbaşkanı Sezer'den 10 uyarı


Cumhurbaşkanı Sezer'den 10 uyarı

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Anayasa değişikliği paketinin veto gerekçesinde, değişikliğin rejime ve sisteme dönük getireceği sakıncaları 10 noktada özetledi. Rejim ve Sistemin neler olduklarini, bunlarin halkin rejimi ve sistemi olup, olmadiklarini nitelendirmeden.
Rejim nedir ?
T.C. nin yönetim sistemi nedir ?
A.N. Sezer´e ve onu Cumhurbaskanligina getiren azinligin düsüncesine göre;
T.Cumhuriyeti; Laik, Sosyal, Demokratik, Atatürk ilke ve inkilaplarina sadik bir rejim ve bu rejime dayali sistemle yönetilmelidir.
"Sözü ve Özü" ifadeleri ile Genelkurmay Baskani Büyükanitta ayni ifadeyi kullanmisti.
Öz ile REJiM, SÖZ ile de bu rejim üzerinde kurulu SiSTEM kastedilmektedir.

1923 te kuruldu bu REJiM ve bu SiSTEM. O günden bugüne kadar Atatürk´ün kurdugu bu Cumhuriyet;
1. Laik Devlet: T.C. Devleti; degil idi. Bugüne kadarda laik olamadi.
Laiklik; din ile devlet islerinin biribirinden ayrilmasi idi öz de ve söz de. Hilafet kurumu kaldirilmadi sadece adi "diyanet isleri reisligi" olarak degistirildi.
Devlet yönetiminin dinden ayrilmasi gerekirken, laiklik adina din düsmanligi yürütüldü bu ülkede sistematik olarak diyanet isleri reisligi araciligi ile.
Laiklik, din düsmanligi olmadigi halde, apacik bu ülkede din düsmanligi yapildi.
ör: Din egitiminin yasaklanmasi, vs..gibi
2. Sosyal Devlet: Bu ülke kuruldugu günden beri sosyal bir devlette olamamis, zengin azinlik ve fakir cogunluk sistemi kurulmustur.
3. Demokratik Devlet: Cok partili sisteme 1946 ya kadar izin vermeyenler, 1946 dan sonrada cok partili sistemle yapilan secimlere hile karistirip manipüle eden, secilmisleri darbelerle uzaklastiran bir devlet yapisi demokratik olabilir mi ?
4 Atatürk ilke ve inkilaplarina bagli Devlet: Atatürk ilkeleri ve inkilaplari eger evrensel ilkelerle örtüsüyorlarsa, bu ilkelere bagimlilikta sorun yoktur. Tüm bu ilke ve inkilaplarin, demokratik ilke ve inkilaplarla örtüsüp, örtüsmedikleride ortadadir.
Türk toplumu; disardan getirtilip, kendisine zorla giydirilen, anti-demokratik hicbir ilke ve inkilabi kabul etmek, buna bagli olmak mecburiyetindedir, eger bu ilke ve inkilaplar anti-demokratik iseler.

Türk Toplumuna bir referandum araciligi ile sormak gerekmiyor mu, bu ilke ve inkilaplari, bugünkü azinlik anlaysisi tanimi ile anti-laikligi, laiklik olarak kabul edip-etmedigini ?

Bu milletin anayasasi ise mevcut anayasa, nasil olurda -degismez kanunlar- icerebilir ?
Eger bu millet, kendi vekillerini secmis Parlementoya göndermislerse, degistirebilmelilerdir Anayasanin her maddesini.

Cogunluklara kendi cumhurbaskanini sectirtmeyen, kendi isine gelenleri atattirtan, bunun adinada Parlemento karari kilifi uyduran bu anayasanin Cumhurbaskanidir Sezer...

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Anayasa değişikliği paketinin veto gerekçesinde, değişikliğin rejime ve sisteme dönük getireceği sakıncaları 10 noktada özetleyerek uyarıda bulundu.
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, 11 Mayıs Cuma günü Meclis tarafından Köşk'e gönderilen Anayasa değişikliği paketini 15. gününde veto etti.
Sezer, veto kararını ve gerekçesini, halkin Cumhurbaskanini secmesini elinden geldigi kadar ertelemek, dolayisile halkin kendi cumhurbaskanini secmesini, secimlere yetistirtirtmemek icin, baska caresi kalmadigindan 15 günlük sürenin dolmasına bir saat kala TBMM Başkanlığı'na gönderdi.
Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaskani bilmiyor mu, Cumhur=Halk, Cumhurbaskani= Halkin basi oldugunu ?
Halktan neden korkuyor, halkin Cumhurbaskani olmasini bir Cumhurbaskaninin ? Yoksa kendisi gibi bundan sonraki Cumhurbaskanlarininda azinlik bir gurubun atadigi Cumhurbaskani olmasini mi istiyor ?
Veto kararı ve gerekçesi Köşk'ten TBMM Başkanlığı'na saat 16.00'da gönderildi. Sezer, aynı saatlerde İzmir'de sivil toplum örgütü temsilcilerini(kendi kit´alari !!) Hilton Oteli'nde kabul ediyordu.
Değişiklik paketinde yer alan düzenlemelerin rejimi sıkıntıya sokacağını belirten Sezer; cogunluk rejiminin degilde azinlik rejiminin mi sikintiya sokulacagini iddia ediyor ?

Sezer´e göre, daha dogrusu Sezer´i Köske tasiyan, atayan azinlik güc, 10 başlıkta topladigi -rejimi tehlikeye sokma- gerekçeleri:
1- Bu sistem, bir yandan parlamenter modelden uzaklaştırır. Yaratabileceği sorunlar rejimi sıkıntıya sokar.
Bugüne kadarki sisteme göre Cumhurbaskanini Halkin Parlementoya gönderdigi Milletvekilleri secer. (bugüne kadar secmesi gerekirdi ama sectirtilmedi. Buda baska bir gercek !!)
TBMM nin yerine Halk secerse, neden Parlementer sistem tehlikeye girer ? Parlementoyuu da Cumhurbaskanini da Halk secmiyor mu ? Halk Cumhurbaskanini kendi sectigine sectirtme yerine, kendisi sececek Cumhurbaskanini.
Yoksa bugüne kadar Parlemetonun secmesi gerekirken, Parlementoya -binbir alicengiz oyunuyla-nasil sectirtmedilerse, kendileri atadiysalar, ayni oyunu oynamaya devam etmek mi istiyorlar ?
Halkin Cumhurbaskani secmesinin Rejimi sikintiya sokacagini söylüyor ve uyariyor Sezer. Halka ragmen bir rejim ise bu rejim ki, degildir, neden korkuluyor halktan. Halk istiyorsa herseyi degistirir. Yoksa Sezer´ in baskanligini yaptigi bu kücük azinligin kendine has rejimi, halkin istedigi rejimden üstünmüdür ?
Halk icindir, halktandir hersey demokrasilerde. "Hakimiyet kayitsiz, sartsiz milletindir" demokrasilerde. Bu nedenledir ki, halkin rejiminden korkan azinliklar, cogunlugun rejimine boyun egmek mecburiyetinde degilmidirler demokrasiye göre ?

2- Bir yandan güçlü bir Başbakan, bir yandan geniş yetkilerle donatılmış ve halk tarafından seçilmiş bir Cumhurbaşkanı siyasal yönden iki başlı yürütme erki yaratır.
Halk Cumhurbaskanini, Parlementoyu secerse, Parlementoda Basbakani, Hükumeti secerse, burada karsitlik nasil mümkün olabilir ki ?
Parlementonun cogunlugunu, dolayisi ile Hükumeti, Basbakani secen halk nasil olurda, bunlarin disindaki bir adami Cumhurbaskani secebilir ki ?
Cumhurbaskaninin ve Hükumetin ayni partiden olacagi nasil anlasilmaz ki ?
Cumhurbaskani ile Basbakan arasindaki yetkiler zaten degistirilmemektedir bu Anayasa degisikligi ile.

3-Cumhurbaşkanı'nın halk tarafından seçtirmek, yürütme organının iki kesimini de siyasallaştırır, cumhurbaşkanını denge ve istikrar unsuru olmaktan çıkarır.
Ne Türkiye´de ve nede dünyanin baska bir ülkesinde hicbir Cumhurbaskani siyasi bagimsiz degildir ve olamazda.
Sezer´in CHP yanlisi olmasi gibi...Kendi ifadesi ile mevcut rejimin ve sistemin taraftaridir Sezer. Bu bir bagimliliktir ve bu yanliligi Sezer kabullenmektedir zaten.
Hicbir Cumhurbaskani bu ülkede ve dünyanin baska bir ülkesinde yürütmenin siyasi olmadigini iddia edemez. Yanlilik prensibi ile bagdasmaz bu. Yönetim; siyasi temellere oturtulmustur demokratik ülkelerde.
Cumhurbaskanlarinin demokratik dengeyi, siyasal farkli yapi icerisinde saglama görevi vardir ek olarak. Maalesef Cumhuriyet döneminde hicbir Cumhurbaskani denge ve istikrar konusunda basarili olamamistir. Yürütmenin denge ve istikrarda yürümesi; ancak hükumetle uyumlu calisan bir Cumhurbaskani ile mümkündür.
Bugüne kadar Türk Milletinin basina, "tarafsiz Cumhurbaskani" olarak azinlik tarafindan gönderilen, atanan hicbir Cumhurbaskani, Cumhur´un Baskanida olamamistir.
"Denge ve istikrar" demek, "askeri darbe" demektir Türkiye Cumhuriyetinde. Cumhurbaskanlari, Cuntacilara boyun egerek, kötü örnek olmus, bilakis denge ve istikrari yok eden sivilizasyondan nasibini almayanlarla isbirligi yapmislardir.
Yani halklarini, darbecilere satmislardir.

4-Halk tarafından seçilen cumhurbaşkanı, Türk Ulusu'nun birliğini temsil gücünden yararlanarak "yürütme organı" dışında ulusal egemenliği kullanan bir makam durumuna gelebilecektir.
Azinliklarin Cumhurbaskani egemenlik hakkini kullanirsa problem yokta, nasil oluyorda cogunluklarin cumhurbaskaninin egemenlik hakkini kullanmakta problem olabiliyor ?
Yoksa azinliklarin, cogunluklar üzerindeki egemenlik haklarini mi bu azinlikcilar kabullenemiyorlar ?
Eger bu ülke Türkiye Cumhuriyeti ise, bu ülkenin egemenlik haklarini da bu Türk Milleti eline gecirirse, kimin hakki zay olabilir ki ?
Yoksa bu ülkede gayr-i mesru, kendini TÜRK olarak pazarlayan bir azinlik varda, Türk Halkinin üzerindeki egemenligini mi kaybetmek istemiyor ?

5-Halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanı'nın, ya dengelenemez bir iktidar gücü yaratılmasına; ya da çekişmelere ve Devlet otoritesinin zayıflayıp bölünmesine neden olabilecektir.
Demokrasilerde, demokratik yasalarla düzenlenir DENGE. Bu dengeye, Parlemento disindaki hangi Cumhurbaskani katkida bulunmustur ki ?
Sezer ile dengesizliklerin maximumlari yasanmamismidir ?
Dengesizliklerin ana kaynaginin; bir azinligin halki ezmek icin Türkiye Cumhuriyeti yönetimini binbir oyun ile 1922 den beri, halkin istegine karsi elinde tutmasi oldugu neden kabullenilmiyor ki ?
"Dirlikten birlik dogar" der bir Atasözü. Halkin sectigi her insan ve bu insanlarin olusturdugu devlet icinde birlik olur.
Bugün icerisinde bulundugumuz düzende azinligin Cumhurbaskani ve ona bagli kurum ve Kuruluslarla HALK arasinda bir kavga vardir. Cumhurbaskanin halk tarafindan secilmesi ile, Tüm Kurum ve Kuruluslar ve Parlemento arasinda dirlik ve birlik olacaktir. Cünkü halkin secmedigi gizli gücler tasfiye edilmis, atilmis olacaktir bu halkin basindan.

6-Cumhurbaşkanı'nın halkoyu ile seçilmesi, tam çatışma ya da tam bütünleşme sonucunu doğurabilecek, bu da devlet düzeneğine zarar verecektir.
Tam catismaninda, tam Bütünlesmeninde ne oldugunu bilmiyor Sezer. Bütünlesmenin, sadece dirlikten, birlikten gececegini nasil bilemez ?
Bugün tam catisma vardir T.Cumhuriyetinin yönetiminde. Cünkü Halk ile dolayisi ile Parlemento ile azinligin atadigi Cumhurbaskani ve ona bagli devlet Kurum ve Kuruluslari arasinda bu ülke 2 ye bölünmüs ve 1922 den beride biribirileri ile catismaktadirlar.
Cumhurbaskaninin halk tarafindan secilmesi ile otomatik olarak, Cumhurbaskaninin atadigi kurum ve kuruluslarda halkin emrine gecmis olacaktir.
Parlemento halktan, Cumhurbaskani halktan, Kuerum ve kuruluslarda bu halkin sectiklerinden oldugunda, farklilik nerede kalir ki, catisma olabilsin ?

7-Cumhurbaşkanı seçimini öneren ve sağlayan partiye olan gönülborcu nedeniyle yansız ve bağımsız davranamayacaktır.
Cumhurbaskanlarida insandirlar ve Tarafsiz olamazlar. Mümkün oldugu kadar tüm halki kucaklamalari gerekir. Bunuda yine anayasanin maddeleri düzenler.
Cumhurbaskani secilecek kisi, Avrupa ülkelerindeki tecrübelere bakilirsa, cogunluk partisinden biri olabilecektir.
Nasil ki, Sezer kendisini oraya atayanlara gönülborcu nedeni ile bagimli davranmistir. Halkin sececegi Cumhurbaskanida partisinin ilkelerine bagli olacaktir.
Bagimli-Bagimsiz masallarini yemiyor artik bu millet...

8-Cumhurbaşkanı ile yönetim arasında yönetim krzi çıkacaktır. Krizi önleyecek düzenek olmaması rejime zarar verecektir.
1922 yilindan beri halkin secmedigi Cumhurbaskanlari, Devlet Kurum ve Kuruluslari ile Halk ve halkin sectigi Parlemento arasinda krizlerin krizlerini yeteri kadar yasadi bu ülke. Bundan kötüsü mü olabilir ki ?
Halkin dinine, imanina, kültürüne karsi olan bir sistem ve onun rejimi calkalamadimi bu ülkeyi 1922 den beri ? Darbelerin gerekceleri bunlar degilmiydi ?
Cumhurbaskani ile Parlemento ve Devlet Kurum ve Kuruluslari arasindaki mevcut düzene itirazi olmayan Sezer, nasil oluyorda Halkin sectigi bir Cumhurbaskani ile kendi arasinda fark görebiliyor ? Kendisi Cumhurbaskani ise aradaki düzenekler DOGRU..Halkin Cumhurbaskani icin ise, bu düzenekler yeterli.
Yoksa Azinliklarin elinden egemenlik gitmesin diye, Cumhurbaskaninin yetkileri baska birine verilerek, bu ülkede 2 baslilik devam mi ettirtilmek isteniliyor ?

9-Sistem irdelenmeden yalnızca Cumhurbaşkanı seçimine indirgenen değişiklik, anayasal düzeni sorunlu duruma getirecektir.
Sistemin irdelenmesini bu millet 1923 ten beri yapmakta ve cözümün "Hakimiyet kayitsiz, sartsiz millette" oldugunu görmekte ve bilmektedir.
Simdiki Cumhurbaskaninin yetkileride Halkin Cumhurbaskaninda olmalidir.
Azinlik Baskani Sezer´e cok olmayan yetkiler, Halka gelince cok olabiliyor. Azinliklar acisindan Halka hersey cok...O kimki ? Koyun...
Halk cogunluk olduguna göre, demokrasilerde cogunluk hükmeder. Bunu da azinliklarin bilmesi sart olmustur.
Anayasal düzende hicbir problem olmayacak, bilakis bu yetkilerle techiz edilmeside sarttir bir Cumhur´un Cumhurbaskaninin.
Azinliklarin Baskani Sezer istiyor diye, Halkin Cumhurbaskaninin yularini kendilerinin ellerine verecek kadar aptalmidir yoksa bu millet ?

10-İkinci kez seçilebilme kaygısı, görev ve yetkilerini kullanırken ödün vermesi ve baskılara boyun eğmesi sonucunu getirecek. Bu durum cumhurbaşkanının yansızlığını zedeliyecek istikrar ve denge sağlayıcı işlevini anlamsız hale getirecek.
Ikinci kez secilebilme kaygisi ile yandaslarina gönülborcu ödeme arasinda ne fark vardir ki ? Ikisindede bagimlilik, yanlilik vardir.
Ama cogunluklara hesap verme korkusu olan bir Cumhurbaskanininda, halkina kötü seyler veremeyecegi acikca ortadadir. Buna karsilik Sezer; sadece kendisini secen bir azinligi doyurmak zorunlulugunda idi. (CYDD, ye ve ADD ye verilen bagislar, vs..gibi)
Sezer kücük bir azinliga hesap verirken, Halkin Cumhurbaskani kendisini secen büyük bir cogunluga hesap verecektir ki, bu da Sezer´in Kalka karsi sorumsuz ve korkusuz olmasi sonucunu doguruyordu.

Sezer Bey´in herseyden önce kendini gelistirmesi, 1922 li yillarin karanliklarindan cikmasi gerekir.

Demokrasilerde tarafsizlik, bagimsizlik yoktur. Mümkün oldugu kadar tarafsizlik ve bagimsizlik vardir.


Anka

24 Mayıs, 2007

iKTiDARI GASP OYUNU

'Laikler'e AK Parti'yi alt etme taktiği

Washington'da İsrail dostu önde gelen düşünce kuruluşlarından WINEP'in, yayınladığı son raporda Cumhurbaşkanı Sezer'e ve diğer 'laik güçler'e AK Parti'yi alt etme taktikleri verildi.
24 Mayıs 2007 13:51
Yazı boyutunu büyütmek için


Ali H. Aslan'ın haberi

Washington Yakındoğu Politikaları Enstitüsü'nün Türkiye uzmanı Soner Çağaptay ile University of Washington'dan Yüksel Sezgin'in ortaklaşa kaleme aldığı raporda, Sezer'e Anayasa değişikliği paketini veto etmeyip kanunlaşmasına izin vermesi; ancak daha sonra Anayasa Mahkemesi'ne götürmesi tavsiye edildi.

Cumhurbaşkanını halkın seçmesini öngören anayasa değişiklik paketinin reddinin AK Parti'ye puan kazandıracağı savunulan raporda şöyle denildi: "Laik güçlerin yapabileceği en iyi manevra, cumhurbaşkanının doğrudan seçilmesine imkan veren anayasa değişikliğine karşı çıkmamak. Bu bağlamda, Sezer'in en iyi hamlesi referandumdan kaçınmak ve değişiklik paketini onaylamak olacaktır. Böylelikle değişiklik kanunlaşacak, o aşamada Sezer kanunun ilgili kısımlarını, mesela Meclis toplantı yeter sayısını üçte ikiden üçte bire indiren hükmünü Anayasa Mahkemesi'ne götürebilecektir."

AK Parti'nin temmuz seçimlerinden 'güçlü' çıkacağını öngören WINEP raporu, mahkemenin AKP tarafından 'potansiyel bir araç' olarak kullanılacak yeter sayısına ilişkin maddeyi mercek altına alabileceğine işaret ediyor. Rapor, 'zeki İslamcı' olarak nitelendirdiği AK Parti'nin son 'siyasî kutuplaşma taktiği'ne ilişkin kamuoyu desteğine 'başka değişkenler'in de tesir edebileceğine dikkat çekiyor. Ankara'daki kanlı saldırı gününde yayınlanan raporda, bu 'değişkenler' cümlesinden olarak 'PKK tarafından yapılacak terör saldırıları AKP'ye zarar verebilir' örneği veriliyor. ABD'nin K. Iraklı Kürtlere PKK'lı liderlerin Türkiye'ye iadesi için bastırmasının ise AK Parti'nin popülaritesini artıracağı savunuluyor. PKK liderlerinin teslim edilip edilmeyeceğinin ve bu teslimatın AKP'ye mi yoksa orduya mı yapılacağının da açık olmadığı bildiriliyor. Raporda 'laik mitingler' Roma veya Lizbon'dakilere benzetilirken, AK Par-ti'nin cevabi mitinginin 'Ayetullah Humeyni'nin Tahran'ına benzeyeceği, bu 'imaj ikilemi' nedeniyle yapılmadığı öne sürülüyor. 9 Mayıs tarihli bir önceki WINEP raporu da cumhurbaşkanlığı seçimi krizinden büyük oranda AK Parti'yi sorumlu tutmuş, 27 Nisan askerî muhtırasına herhangi bir eleştiride bulunmamıştı. Söz konusu rapora da imza atan Dr. Soner Çağaptay, WINEP'teki görevinin yanı sıra Amerikan diplomatlarına gidecekleri ülkenin dili, kültürü ve siyaseti gibi konularda eğitim veren ABD hükümetine bağlı Foreign Service Institute'un (FSI) Türkiye programı direktörlüğünü de yapıyor.



Zaman

Ittihadcilarin son oyunu ?? (insallah)



"Bombanın zamanlanması...

Ulus'ta patlayan bomba, Türkiye'nin karanlık bir dehlize sokulmaya çalışıldığını gösteriyor. Bir cumhurbaşkanlığı seçimi ile içine yuvarlandığımız siyasî kriz, bu hain saldırı ile kaosa dönmek üzere.
Bugüne kadar içimizde tutuşturulan yangınlar, kontrol altında tutulabiliyordu. O sebepten kanlı çatışmalar bir gün içinde bıçakla kesilir gibi bitirilebiliyordu. Yangınları çıkaranlar da siyasî hedeflerine varmış oluyordu.

Bu defa öyle değil. Çünkü yangın şimdi yüreğimizde çıkarıldı. Bu yangın -Allah korusun- bu defa bütün Türkiye'yi yakabilir.. yangınları çıkaranları da... Etnik ve dinî yangınlardan söz ediyoruz.

PKK'yı elleriyle büyütenler, şimdi acaba geri dönülmesi gittikçe zorlaşan bir yola girdiklerinin farkındalar mı? Bu milletin tarihinde bir Türk-Kürt meselesi yokken, bugün; içeriden ve dışarıdan yürütülen bin bir desise, tahrik ve komplolar sayesinde derinleşen bir kutuplaşmanın acılarını yaşıyoruz.

Milletimiz, etnik farklılıklarından ve dinî inançlarından dolayı yaralanırsa, bu kapanması zor bir yara olur.

Ankara Ulus'ta, bugüne kadar görülen ve büyük şehirlerde devamının gelebileceği bizzat Genelkurmay Başkanı tarafından söylenen en dehşet verici patlama, bir taşeron örgüte fatura edilerek geçiştirilemez. Bu patlamanın nasıl bir zamanlaması olduğunun bilinmesi önemlidir. Kısaca hatırlayalım:

1. Cumhurbaşkanlığı seçimi, bir rejim tartışmasına ve iktidar partisi düşmanlığına dönüştürüldü. Demokrat Parti döneminden başlayan halkın büyük çoğunluğunun aşağılanması, horlanması, verdiği oyla alay edilmesi kampanyaları yeniden hortlatıldı.

2. Demokrasi bir kenara itildi. Genelkurmay askerî müdahale tehdidini tekrarladı. Medya, yargı ve üniversiteler daha önceki olağanüstü dönemlerdeki gibi devreye girdi. Mitinglerde, ortak değerimiz bayrağımız, düşman üzerine sallanır gibi sallandı.

3. Erken seçim kararı alınmasına rağmen, sürece müdahale edileceği, AK Parti hakkında kapatma davası açılacağı, belki de seçimlerin yapılmayacağı şayiaları, bir psikolojik harp vasıtası olarak ülke sathına yayıldı.

4. Seçimler yapılsa bile sonuçlarına saygı gösterilmeyeceği tehditleri savrulmaya başlandı.

5. Seçim sürecindeki belirsizlikten istifade edilerek Kuzey Irak'a bir müdahale yapılacağı, olağanüstü hâl ilan edilebileceği, inisiyatifin sivil iradenin elinden çıkacağı, Sezer'in cumhurbaşkanlığının devam ediyor olmasının bunu kolaylaştıracağı, belli gazete köşelerinde ima edildi.

6. Seçim sürecinin, CHP'yi tek başına iktidara taşıyacak bir mecraya kavuşturulacağı iddialarını kuvvetlendirecek transferler gerçekleştirildi.

7. PKK'nın, seçim sürecinde kanlı eylemlere başvurarak kaos ortamının doğmasına yardımcı olacağı, Kuzey Irak'a müdahaleyi tahrik edeceği, asıl amacın Türkiye'yi Amerika ile karşı karşıya getirmek olduğu değerlendirmeleri kuvvet kazandı.

8. Doğacak kaos ortamının Kuzey Irak'ta bir Kürt devleti kurulmasını hızlandıracağı, Türkiye'nin Güneydoğu'su ile ilgili planların daha kolay uygulanabileceği yeni bir dönemden söz edilir oldu.

Ulus'taki hain saldırıyı bu maddelerin ışığında bir daha düşünelim.

Kalp rahatsızlığı çekenler bilir. Kalbin ritmi bozulunca acil müdahale gerekir. Çünkü pıhtı atma ihtimali vardır. O pıhtı beyine giderse vücudun bir kısmını felç eder. İstikrar kazanmış Türkiye'nin ritmi maalesef bir anda bozulmuştur. Acil müdahalenin adı, toplum olarak aramızdaki kardeşliği, dayanışmayı, sevgiyi kuvvetlendirmek, birbirimizi kucaklamaktır.

Değilse, oynanan oyunları bozma gücünü bulamayacağız..."

23 Mayıs, 2007

DARBE PROVOKASYONU=ANKARA BOMBASI

Bomba ne anlama geliyor ? sorusuna verdiginiz 4 secenege, 1 secenekte ben ilave etmek istiyorum.
Darbe Provokasyonu

Yukardaki kendini devlet, Atatürkcü, Kemalist, Laik, Ulusalci olarak tanimlayan cok kücük bir azinlik; Cumhurbaskanliginin yani herseylerinin ellerinden gidecegini anlayarak paniklemis durumdadirlar.
Simdiye kadar yapacaklari bir darbeyi sebeplendiremediler. Darbe sebebi yok ortada. Defalarca cesitli provokasyonlarla; Trabzon, Mersin, Hirant Ding, Sayistay, Papaz cinayeti, Zirve yayinevi katliami, vs...gibi darbeyi zorunlu kilabilecek ortamlar hazirlamaya calistilar. Faillerin derhal bulunmalari, Faillerin arkasinda postallilarin mevcudiyeti, darbe zorunluluklarini suya düsürdü.
Nafartalar Caddesinde kullanilan Bomba uzaktan kumandali askeri bir bombadir. Ses bombasi nitelikleriylede techiz edilmisti. Maksat büyük bir hasar, dehsetli görünüm medya icin idi.
Postallilar canli bomba bulamayacaklarindan, bu bomba daha önceden orada bir yere monte edilmisti.
Kisacasi bu bir darbe provokasyonu idi. Bu provokasyonun arkasindaki güclerde ortaya cikartilacaktir ama bu güclere, simdiye kadar oldugu gibi dokunulamayacak, bu olayda digerlerinde oldugu gibi sümenalti edilmek mecburiyetinde kalinacaktir.
Selam

Kanal7 ve Haber7 TV Kanallarina UYARI !!!!

Avrupa daki duyumlarima göre; Türkiye´de Darbe gerekcesini yapay olarak olusturmak icin Bombali Provokasyonlar yapildigi ve yapilacagidir. Olayin arkasinda ABD, Ingiltere, Fransa ve Almanya da yer almaktadir.
Bombalarin El Kaide, dolayisi ile icerimizdeki Müslümanlar tarafindan patlatildigi bilgisi yayilmak istenmektedir. Bunun icinde Avrupadan bazi uzmanlarin Türkiye´ye gönderildigi, bunlarin TV ve Gazeteler araciligi ile görevlerini yerine getirecekleri duyumlarim arasindadir.
Dün aksamki haber programinizda konuk ettiginiz terör stratejisti bayanda bu gönderilenlerdendir.
Dikkatli olmanizi rica ederim.
Bu bombalarin ucu jandarma kislasina dayanmaktadir. Ankara´daki bombanin ayni izmir´deki bomba gibi bu merkez tarafindan patlatildigi, canli bomba olmadigi, uzaktan kumandali oldugu duyumlarim arasindadir.
Provokasyonlara gelerek, darbecilerin tezgahladigi bu tuzaga düsmemenizi rica ederim.
Maksat DARBE yapmak, darbe yapabilmek icin de darbe gerekcesi olusturabilmek, bunun icinde toplumu provoke etmektir.
Cumhurbaskanini elden kaybetmek demek, mevcut azinlik kaymak tabakasinin gitmesi demektir. Bu azinlik tabakasininda yukarda belittigim devletlere bu ülkeyi pazarladiklarida unutulmamalidir.
Selam


Postallilarin darbe provokasyonlariHaber7 internet sayfasinda yayinlanan makalem:

ABD, Ingiltere, Fransa ve Almanya´nin destekledigi, simdiye kadarki tüm provokatif olaylarin arkasinda oldugu tespit edilen postallilarin bu bombanin arkasinda olduklari ortaya cikacaktir.
Yurt disindan gönderilen terör exper leri destegi ile olay El Kaide´nin, Müslümanlarin üzerine yikilmak istenmektedir.
Dikkat edilmesi, doldurusa, tezgaha, provokasyona gelinmemesi sarttir.
Olay yerinde Türk Bayraklarinin asilmasida bu oyunun bir parcasidir.
Maksat; DARBE icin gerekce olusturmaktir.
Lütfen cok dikkat....

22 Mayıs, 2007

Şartlandıran eğitim eğitim midir?


Şartlandıran eğitim eğitim midir?

Zararları malum. Ama nasıl olmuştu da hayvanlarda davranış kazandırma yöntemi ülkemizde temel öğrenme metodu haline gelmiş ve baş köşeye oturmuştu?
22 Mayıs 2007 16:38


Gaziosmanpaşa üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi öğdetim üyesi Prof. Dr. Osman Çakmak'ın makalesi

EĞİTİM “NASIL ŞARTLANDIRIYOR”?

'Öteki’ne saygı duymayan, kendi ideolojisi dışındaki düşünceleri yok sayan dahası kendisinden farklı düşünenlere hayat hakkı tanımayan kutuplaşmalar Türkiye’de giderek artıyor… İdeolojik, zihinsel, kültürel ya da ‘ben böyle düşünüyorum’ şartlanmasının yarattığı gerginliklerin yapılacak listesi herhalde bir hayli uzun olacaktır. Ben o konudaki her gün yaşadığımız ve hepimizin bildiği ön yargılı yaklaşım ve kavga örneklerini tekrarlamayacağım. İnsanın düşünce yapısını uygulanan eğitime bağlı olarak teşekkül ettiğine göre bir eğitimci olarak şu aşamada beni ilgilendiren uyguladığımız “öğrenme metodu”nun niteliği ve şekli olmaktadır.. Anlamadan araştırmadan hareket eden, ön yargılı ve davranışları önceden tahmin edilebilen tepkisel bir toplum “hangi öğrenme metodunun” ürünü olmaktadır?

Nasıl bir eğitim ki temel karakteristiği soru sormayan, yalnızca itaat eden, yani çizmesinin boyunu aşmayan tek tip insan yetiştiriyor? Gençlerimiz neden sınırlı kavramlara ait değer yargılarının kurbanı haline geliyor ve hayatı ve olayları at gözlüğü ile (neredeyse açısız) seyretmeye başlıyor ve düşünemeyenler haline geliyor?

Ülkemizde Eğitim Gerçeği

İnsanın düşünce sistemi alınan eğitimin bir sonucu olarak teşekkül ettiğine göre öncelikle ülkemizde eğitimin hangi varsayımlar üzerine kurulduğuna bakmalıydık

Uyguladığımız eğitimin temeline inersek her ne öğretiliyor ise birer “mutlak doğru” olarak öğretildiğini ve çocuk ve gençlerimizin, doğruların tek ve sadece kendilerine belletilenlerden ibaret olduğu yolunda “şartlandırıldığını” görebiliriz. Bilginin kullanılmasının öğretilmesi yerine tekrarlanması ve önemsenmesi onu adeta kutsallaştırmaktadır. Gençlerin kişiliği üzerinde etki bırakan neredeyse tek şey, üzerinde düşünülmeden ezbere tekrarlanan basma-kalıp yargılar ve sloganlarla hareket eden toplum yapısı oluşturmaktadır. Bütün ‘çağdaşlık’, ‘akılcılık’ ve ‘aydınlanmacılık’ iddialarına rağmen bu eğitim tarzı insanlarımızda skolastik bir zihniyeti besleyip büyüten bir zemin oluşturmaktadır.

Bu o kadar etkili bir mekanizmadır ki, o gençlerin çoğu ‘yetişkin’ haline geldiklerinde bile aynı psikolojiyi korumakta ve alıştırıldığından farklı bir söz veya düşünceyi duyduklarında, kişiliklerine saldırılmışçasına şiddetli tepkiler vermektedirler. Çünkü okulda kendilerine belletilenler öylesine kişiliklerinin bir parçası haline geliyor ki ileriki yaşlarında bile farklı görüşlerle karşılaşmaları onlarda adeta ekzistansiyel bir kriz oluşturmakta, kendi fikirlerinin fanatiği haline getirmektedir.

Şartlanıyor muyuz?

Şartlandırma! Tepkisel öğrenme. Öğrenmenin en ilkel biçimiydi. Hayvanlara bir davranış kazandırmada kullanılan metot!. Peki nasıl olmuştu da hayvanlarda davranış kazandırma yöntemi ülkemizde temel öğrenme metodu haline gelmiş ve baş köşeye oturmuştu?

Sebep-sonuç ilişkileri sorgulanmadan, hatta fark edilmeden kurulmuşsa o zaman kaçınılmaz bir şekilde “şartlı öğrenmenin” içindeyiz demektir. Eğitim adına yapılan şudur aslında: Bir takım gerçekler ve “şey”lerin adı öğretiliyor. Sonra da kendi geliştirdiğimiz testlerle, yüklenilen bilginin ne kadarını aldıklarını değerlendirilip ölçülüyor. Okullarımızda, özellikle hazırlık kurslarında, adeta düşünmeden ve zahiri bir kaç emareye göre reaksiyon gösterme melekesi kazandırılır. Bu yetiştirilme tarzını tahlil ettiğimizde şartlı refleks stratejisinin ağırlık kazandığını görmek zor olmasa gerek. Öğrenci bazen zorlanarak bazen motive edilerek öğrenmek istenilenleri bellemeye yönlendirilir. Tekerlemeler yoluyla hatırlayarak belleme, anahtar sözcüklerin bellenip onların çağrışımlarıyla bütünün bellenmesi, benzerlerin bellenmesi yoluyla bütünün bellenmesi gibi belleme türlerinin hepsi, beynin şartlandırmaya açıklığından yararlanır.

Eğitimin en ilkel biçimi hayvan eğitimi uygulamalı psikoloji ve şartlanmadan başka bir şey değildir. İnsanın zihni fonksiyonları henüz gelişmediği bebeklik döneminde daha ziyade şartlanmaya dayalı (reflekse dayalı) öğrenme ile gelişmeye başlar. Çocuk dünyaya geldiğinde temel ihtiyaçlarını (emme, tutma) ihtiyari olarak değil, refleksi olarak yerine getiriyor. Sonra insiyaki hareketler. Sonra otomatik hale gelmiş itiyatlar (alışkanlıklar) sonra telkinli hareketler, ve nihayet iradi şuurlu hareketler.

Tüm bu hareket (davranış) çeşitleri bir çekirdeğin etrafına sarılır gibi, reflekse dayalı hareketlerin etrafına çocuk büyüdükçe sarılıyor. Tüm bunların hedefi, insanın hareketlerini iradi ve şuurlu bir noktaya taşımasıdır.

Şuurlu çabalar veya deneyimlerle edindiğimizi bilgi ve becerileri şartlanmayla pekiştiririz. Örneğin istediğimiz davranışı öğrenmeye başlar ve bu işe şuurla ve kendi irademizle götürürüz Zamanla tekrarlayarak pekiştiririz. Ancak bildiğimiz şeyleri mümkün olduğunca şuur seviyesine çıkarabiliyor; yani “açıklayabiliyor” değilsek şartlanmanın tuzağına düşmüşüz demektir. Şartlanma yolu ile öğrendiklerimizi sorgulamıyorsak zihnimiz şekillenmiştir. Sonuçta bilgilerin yanlışlığına veya değişmesi gerektiğine inanmak güç hatta imkansız hale gelecektir.

Kısacası mümkün olduğunca davranışlarımızın şuurunda olmazsak, yani öğrenme süreci ezbere-taklide, tekrara dayanıyorsa öğrendiklerimizi şartlanma yoluyla elde etmeye başlarız. Pavlov’a göre şartlı öğrenme düşüncelerin ilişkilendirilmesine değil, uyaranların ilişkilendirilmesine dayanır. Eğer bilgi, tutum ve davranışlar düşünce ile ilişkilendirilmeden, nedeni bilinmeden ve sorgulanmadan öğrenilişse ortaya şartlı öğrenme çıkar.

Sonuç olarak öğrenciye aktarılan veya onun hayal ve tasavvur dünyasına giren malumatlar, akıl süzgecinden geçirilmeden kabullenilince, öğrenciler dogmatik zihniyeti yansıtan “tek doğrulu” bakış açısına ve “Sorma! Düşünme! Körü körüne inan!” anlayışına sahip oluyorlar. Şartlanma, öğrenciyi, yalnızca ‘evet-hayır’ kesinliğiyle hâdiseleri ele almak ve öğretmek demektir ve aynı zamanda ikili mantığın ürünü olmaktadır. Halihazır uyguladığımız eğitimin temel özelliği bu olmaktadır.

Aklı devre dışı bırakıp hislerle hareket etmenin vahametini biliyoruz. Kendi doğrularının dışında doğru bulunmadığına şartlandırılan halk yığınları ülkemiz için en büyük tehdit yada tehdidin parçasını oluşturması bu yüzdendir. Kutsal sayılan değerler öne çıkarılarak hislerin tahrik edilmesi sonucu halk yığınlarını kolayca sokağa dökebilirsiniz. Geçmişte bunun acı örneklerini ziyadesi ile yaşadık. Böyle bir eğitimden geçen kalabalıklar her türlü provokasyon ve manipülasyona açık hale gelmektedir. Ve bir avuç toplum mühendisi tarafından kolayca yönlendirilebilmektedir.



Ne Yapmalıyız?

Özgürlük konusunda gelişmiş alt yapıları olan fertleri nasıl yetiştireceğiz? Bilimsel düşünceye götüren “sorgulama-tahkik - kuşku duyma” yoluyla öğrenmeyi ve “tefekkürü tahkik” mertebesine insanları nasıl çıkarabiliriz?

Bir kere daha vurguluyoruz ki Türkiye’de eğitimi “anlama ve kavrama” sürecinden çıkarıp (yada düşük seviyede tutarak) ama tekrarı ve ezberi esas haline getirmekle “şartlı öğrenme” metodunu ikame etmiş oluyoruz. Direksiyonu kilitlenmiş bir araç nasıl ki yolun bazı yerlerinde doğru gidiyormuş gibi olursa da etrafına sık sık etrafla çarpar. Ezberle merakı sönmüş doğruların tekliğine inanmış bir kişi de sürekli olarak kendi gibi düşünmeyenlerle çatışmak durumunda kalır. Bunu dini inancı, partisi, hayat felsefesi yada çağdaşlık adına yapabilir.

İnsanın en değerli iki özelliği hiç şüphesiz ki merak ve öğrenme becerisidir. Birbirine sıkıca bağlı olan bu iki yetenek aynı zamanda hayli kırılgandır. Müdahale ve dayatmaya karşı oldukça hassastır. Eğitim adı altında yapılan her türlü teşebbüste bu iki özelliğe bilhassa dikkat edilmelidir.

İnsan ihtiyaç duydukları bilgi, beceri ve davranışları, olağanüstü bir üretkenlikle öğrenebilmekte ve bu sırada çevrelerindeki tüm imkânları büyük bir beceriyle kullanabilmektedirler.

Ama bir şartla !

Kontrolün kendi elinde olduğu, eğitim sürecinin öznesi haline geldiği bir öğrenme ortamında.. Öğreticinin vazifesi ise “öğretmek” değil akla kapı açarak ve rehber ve ders arkadaşı konumunda kalabilmektir

Bilgi, camid/katı, cansız bir yapıda değildir, canlıdır o; hayat fışkırır ondan. Ona ulaşmanın,erişmenin; bilginin kendisini açmasının, sunmasının şartları vardır. Organiktir daima yenilenir, tazelenir. İhtiyaç duyma, talep öncül şartlarıdır. Bilgiye erişim için iletişime açık olmak gerekir. İletişime açıklık, doğruyu, güzeli, haklıyı birlikte aramaya hazır olmakla başlar.

Bilgileri (doğruları) öğretelim ama çoğu bilgiler onları çevreleyen şartlara bağlı olduklarından, o şartların varlığından sürekli olarak kuşku duyulması gerektiği bir eğitim felsefesi haline getirelim. Gözlem, deney, proje temelli ve senaryo destekli uygulamalarla yaparak yaşayarak öğrenmeyi ikame edelim. Dikkat edelim ki beyinlerimizin millet olarak formatlı ve zihinlerimizi kontrol altında olmaktan kurtarmanın şifresi burada.

Milli Eğitim Bakanlığının uygulamaya koyduğu yeni eğitim programları (yeni müfredat) eğer uygulanabilirse gençlerimizi “şartlanma” tuzağından kurtarma adına ümit vaat eden bir başlangıç sayılabilir. Yeter ki yozlaştırmadan ve eksikliklerini gidererek hayata geçirelim..

EKSiSi, ARTISi ile...SiLiNMEYENLER.....

EKSiSi, ARTISi ile...SiLiNMEYENLER.....



Hicbirseyi silmem ve silmezdim. Cünkü eksisi ve artisi ile hersey güzel ve güzel idi.

Eksileri eksi, artilari arti olarak tanimlayan bizleriz. Buda en büyük hatamizdir.

Silme hicbirseyi, var olsun....dogrusu ile yanlisi ile....

Unutaki, dogru yanlisin dogrusudur. Yanlis ise dogrunun yanlisidir.

Matematiksel olarak dogru ve yanlis oloadigindan, silinesi gerekende hicbir sey yoktur.

19 Mayıs, 2007

Erkek nesli tükeniyor mu?

Erkek nesli tükeniyor mu?


Türk Alman Jinekoloji Derneğince Antalya'da düzenlenen ''7. Türk Alman Jinekoloji Derneği Kongresi''nde gazetecilere açıklama yapan Dernek Başkanı Prof. Dr. Cihat Ünlü, çevresel etkenler ve stresin kadın ve erkeklerde kısırlığı tetiklediğini söyledi. Ünlü, 1950 yılında 250 milyon olan bir erkeğin sperm sayısının 20 milyona düştüğünü vurguladı. Erkeğin sperm sayısının düşmesinde çevre kirliliği, stres, tarım ve veteriner hekimliğinde hormonların düzensiz kullanımının büyük etkisi olduğunu ifade eden Ünlü, ''50 yıl önce yaşam çok daha kolaydı. Modern insanın stresi çok fazla'' dedi.

Erkek cinsiyetini belirleyen Y kromozomunun da giderek küçüldüğünü ifade
eden Ünlü, ''300 milyon yıl öncesine göre Y kromozomu yarı yarıya küçüldü ve üzerindeki genlerin bazıları yok oldu. Bazı spekülatif düşüncelere göre 50 milyon yıl sonra Y kromozomu diye bir şey kalmayacak, erkek nesli tükenecek belki de.

Negatif yönde bir gidiş var'' diye konuştu.

KARİYER ÖNCELİĞİ DOĞURGANLIĞI AZALTIYOR

Kadınlarda da doğurganlığın giderek azaldığına dikkati çeken Ünlü, bunda en önemli nedeninin kadınların kariyerlerine öncelik vermesi olduğunu vurguladı.
Kadınların gebeliği ötelediğini ifade eden Ünlü, bununla birlikte doğum kontrol yöntemlerindeki gelişmeler ile geniş ailenin yerini çekirdek aileye bırakmasının da doğurganlığı azalttığını dile getirdi. Ünlü, ''Doğurganlığın ötelenmesinin getirdiği en büyük sorun hamile kalmanın güçleşmesi. Kariyer nedeniyle geç çocuk sahibi olmak isteyen kadınlar 35'inde evlenip 40'ına doğru çocuk sahibi olmaya karar veriyorlar. Bu durumda bazılarının gebe kalması mümkün olamıyor'' dedi.

Ünlü, kadınlara ''Çocuk doğurma yıllarını ertelemeyin'' tavsiyesinde bulundu.

Kanser teşhisi konulan kadınlarda tedavi öncesi yumurtalığın alınarak
dondurulup saklandığını da ifade eden Ünlü, bu hastaların daha sonra çocuk
doğurmak amacıyla saklanan yumurtaları kullandıklarını kaydetti. Ünlü, etik
olarak bu yöntemin kariyer nedeniyle çocuk sahibi olmayı erteleyen kadınlara uygulanmasının mümkün olmadığını vurguladı.

EVLİ ÇİFTLERİN YÜZDE 14'Ü ÇOCUK SAHİBİ OLAMIYOR

Ünlü, Türkiye'de evli çiftlerin yüzde 14'ünün istedikleri halde çocuk sahibi
olamadıklarını söyledi. Kısırlık tedavisinde ilaç, mikroenjeksiyon, kök hücreden sperm elde etme gibi önemli gelişmeler olduğunu belirten Ünlü, bu gelişmelerin tedavi için umut verdiğini dile getirdi.

Çevre kirliliği ve stresin kadında yumurta, erkekte ise spermleri olumsuz
etkilediğini belirten Ünlü, küresel ısınmanın kısırlığa etkisinin ne olacağının
ise henüz bilinemediğini dile getirdi.

KOT PANTOLON ve SAR KiLOT

erkek neslinin tükenmesinde, erkeklerin giydikleri kiyafetlerin negatif etkenleri de cok.

"Kot pantolon, vücudu saran kilot giymeyin tavsiyesinde bulunurum.

Ayni tavsiye kadinlar icinde gecerlidir.

Kassiginiza baski yapan hicbir giysi kullanayin.

dönem dönem msn e yazdıklarımı derledmiş bu akadaş --
üşenmeden okumanızı tavsiye ederim

-bir taş attım pencereye puff daddy 50 Cent çıktı
usher evde yok dedi why why ?

-3-00 spartalı işeyerek bir havuzu 5 saatte dolduruyorsa
50 truvalı kaç saatte doldurur?

-HER KASARIN SONU TOST OLMAKTIR

-uçmasını bilirsen olursun pilot istemesini bilirsen iner sana her külot

-azraili dişi göndersinler ölümle bile sevişirim şerefsizim

-"la havle ve la corvette"

-evliyken balayına , bekarken alayına gider.

-zengin parasıyla fakir karısıyla oynarmış

-kardan adam olur senden adam olmaz

-erkekler BOY abdesti alıyor da kızlar neden GIRL abdesti almıyor.

-dünya yansa kaşarı erimez

-pamuktan prenses mi olur prenses dediğin taş gibi olur

-mor ve öpülesi

-üseniyorum öyleyse yarın

-kaderimse cekerim yeterki ip kopmasın

-çok güzel japon gördüm hiç memesi yok ,
çok güzel meme gördüm içinde japon yok

>< Satanist Kesen Psikopat Kedi ><

kayalardan kayarım yoktur benim ayarım.
gerekirse kayalarada kayarım

g.te geldi aşkımız ikimizde şaşkınız

Hayat Aslında Basittir Zor Gelirse Bas İttir
Baktın Olmuyo Has...tir..

KIR KALBIMI GONLUN OLSUN,AL GONLUMU SENIN OLSUN,

BEN SIMDI BASKA KOLLARDAYIM BU DA SANA KAPAK OLSUN.........

Takıl bana hayatın renklensin,
fazla takılma gökkuşağına dönersin.

Herkesin gördüğü ileti kişisel değildir

ağlarsa anam ağlar gerisi ninja kaplumbağlar.

Sevipte sevdiğini sölemeyeni seven affetsin,
sevmeyipte seviyorum diyeni Allah Kahretsin ..

gözlerine mi inanayım ağzına mı inanayım,
gözlerini mi bakayım, ağzınamı sıçayım...


Seni benden daha çok seveni bulursan,
Seni şimdi unutmaya hazırım inan.
Seni benden daha çok seveni arıyorsan,
Bu canın ölmesini bekle o zaman!!!

istanbul'u dinliyorum g.tüm başım kapalı

"It's raining man...Ama bi tanesi kafama düşmüyo

gebere jackson

Alinti: wilsonum

18 Mayıs, 2007

Alevi - CHP

Alinti:
karakan1 tarafindan:
milliyet gazetesinin yaptığı geniş çaplı araştırmadadan



Türkiyedeki alevilerin nüfusunu 4.5 milyon olarak belirlemişiti

bu 4,5 milyon alevi yurttaşımızın

1.250 000 i kürt alevi yurttaşımız

3.250.000 ini türk alevi yurttaşımız oluşturmaktadır.



buna göre chp nin oylarında alevi oyların % kaçını oluşturduğu muammadır , nedenine gelince



1.250.000 civarındaki kürt alevisi yurttaşımız genelde dtp ye oy vermektedir.





Türkiyedeki sayıları 3.250.000 civarında olan Türk alevisi yurttaşlarımız genelde ege ve marmarada yaşarlar ve burada yaşayan Türk alevisi (TÜrkmen olarak adlandırılırlar) yurttaşlarımızın toplu olarak bir partiye kanalize olmadıkları görülmüştür.



ege de ve marmara daki Türk alevisi (Türkmen) yurttaşlarımızın köylerinde seçim sonrasında açılan sandıklarında homojen bir dağılım gözükmektedir.



benim bildiğim ve ege deki birkaç Türkmen alevisi köylerinde sandıktan çıkan oylarda chp ye de , akp ye de mhp ye de, dyp ye de oy çıkmıştı. bunu da bilgi olarak vermek isterim...

mim

ilk önce tesekkürler bu bilgileriniz icin,. Yani sadece chp´ye vermiyorlar ?

kendinizce partilere oransal bir dagilim yapmanmiz mümkünmü alevilerin reylerini ?

Yemek Kültürü

Catalla kuru fasülye yenir mi ?

Avrupa mutfagi ile Türk mutfagi arasindaki en büyük fark; Avrupa mutfaginda catalin agirlik teskil etmesidir. Catalla yemek istenildiginden tüm avrupa yeekleri ya kati yada iri tanelidirler.
Türk mutfagi ise, Türklerin yasam ortamlarinin sicak olmasi, vücuda alinan yemeklerin, vücudun ihtiyaci olan bol miktarda suyu icermesini zorunlu kilar.
Bu nedenledir ki asil Türk mutfak kültürü; sului yemekler üzerine kurulmustur.
Türk mutfaginin avrupalilastirilmasi yani sulu yemeklerin katilastirilmasi nasil mümkündür ?
Tavaya mümkünse biraz tereyagi koyunuz. Üzerine misir veya bugday ununu koyup, hafif kizartiniz. Bu katilastirici addenizi, her türlü pisirdiginiz sulu yemege ocak üzerinde yabas yavas yediriniz. Sulu yemeginizin istediginiz kivamda katilastigini görürsünüz.
Catalla kuru fasülye yenir mi ? Buyrun yersiniz.
Ayriyetten tüm sulu Türk yemekleri bu yöntemle Avrupalilastirilabilir.
Afiyet olsun...

NEYiM ??? KiMiM ?

NEYiM ??? KiMiM ?


Alıntı:
ozmo´isimli üyeden Alıntı

Arkadaşlar boşuna tartışıyorsunuz.Bu sözler sadece söyleyeni bağlar nedenine gelince bu zat-ı muhterem bundan önceki seçimlerde DYP'den yani bir sağ partiden aday olmuştu.

mim

Maalesef hicbir siyasi hayatim bir parti catisi altinda olmamistir ve olamazda...
Istedigim anda milletvekili secilebilecegimi bildigim halde, gir(e)mem bu ise.
Cünkü fikirlerim cok extrem dir. Siyasi yasam icin extrem olmamaniz, hele hele cinsel konulara hic girmemeniz gerekir.
Birde bunun yaninda benim gibi kimseyi takmadan yasayan bir insansaniz, hergün skandallar kösesindesiniz medyada. Bu halimle hicbir parti beni kabullenemez.
Hem ben bir milletvekilinden, bir partiden daha fazla is yapiyorum toplum önünde.
Halk ile misyonlar arasinda bizim gibi ara insanlara ihtiyacta cok bu toplumda. Ben bir basamak olarak görüyorum kendimi.
3 yilda 19.000 makale. Günde 43.000 e yakin(google ölcümü) okunma gurur veriyor bana.

NE YAPIYORUM ??



[quote=Pandora;121578]mim ne iş yapıyorsun diye sormamda bir sakınca varmı?[/quote]

Tam dogru bir cevap vermem mümkün degil...

Buna ragmen sakincasi olmayan biraz bilgi verebilirim.

2 Teknik Üniversite mezun (Avrupa), 63 icad, Dogru ile Yanlis arasindaki gercekleri Dogru ile Yanlisi ve aradaki dogru/yanlislari ögrenebilmek icinde 6 semester ögrendim ve calistim.

Büyük sirketlere akil satarim. Mali, Siyasi Danismanlik gibi...is adamiyim..

Kazancim, Birikimim cok iyi...

Bildiklerimi, tecrübelerimi; Vatanima ve Milletime vefa borcu olarak aktarmak icin gece-gündüz düsünüyor ve yaziyorum.

Kitap okumuyorum yillardan beri hic...

Cenab-i Allahin bana verdigi herseyin (Bilgi+Tecrübe)fitre ve zekatini öder gibi hissediyorum kendi kendimi.

Politikaya girmem tek yol gibi görünsede, anarsist, terörist, yasakli siyasi gecmisim, capkin bugünüm ve gecmisim, beni siyasete girmekten alikoyuyor.

Tekten HALK icin yasamak istesem, enerji almadan hergün hizmette edemem.

En dogrusunu yaptigima inaniyorum her yerde yazmakla....

Maalesef yanlis anlasilmalarda az degil....

Dogru yada Yanlis olmadigina, herseyin relatif olduguna inanirim.

Bu nedenledir ki, dogru ve yalislarim degiskendir her zaman benim.

Hoppalaaa...degil mi ?

SOL MU ? SAG MI ?

SOL MU ?

SAG MI ?



[quote=Antares;121431]sorunda burda değil mi zaten. hangi parti daha demokrattır. Ama farkındamısın bilmem. küçük bir azınlık dışında hiç kimse oy verirken oy verdiğinin demokrat olup olmaması ile ilgilenmez. Kendi taleplerini ne kadar yerine getirebilir onun için aslolan odur. ...[/quote]

Halk; insan gibi, insanca yasamayi ister. Sizinde belirttiginiz gibi talebide halkin budur. Demokraside bu degilmidir ?

Yani demokrasiyi bilmeye gerek yok. Zaten demokraside bu degilmi ?

Hangi partinin deokrat oldugunu bilmeye hayette yok. Halka en fazla hizmet eden, onun insan gibi, insanca yasamasina yardimci olan halkin reyini alir. Buda bir partinin ne kadar demokrat oldugunu göstermiyor mu ?

Buda belli herhalde ?

Fakat gecmiste insanlara insan gibi yasama vaatlerinde bulunanlar ve bu vaatlerini yeriner getirmeyenlerde var. Bunlarida halk zaten taniyor. Bazi yeni cikanlar:

Anap+dyp

chp+dsp biraz mechullersede, halk bunlari ayirdetmeyide becermek mecburiyetindedir.

Anap+dyp; demokratiz demiyorlar mi ?

chp ise dsp yi yanina alarak, sosyal demokratim diyerek halkin önüne cikmaya calismiyor mu ?

Yani halkin reyine talip olanlar DEMOKRATIZ diyerek rey isteyeceklerdir.

Kendisinden demokrasi degil teokrasi beklenilen AK-Partinin, siyasi arenada demokratligini ortaya koymasi, piyasayi güzel kizistirdi. Dikta partisi chp dahi demokratlasaktan baska care bulamadi. DSP; darbeye karsi oldugu tavrini acikca ortaya koyarken, CHP; darbecilere destek oldu. Baykal biliyordu, barajin altina gönderilecegini, bu hatasi nedeni ile ve bu nedenledir ki, ne pahasina olursa-olsun, demokrat dsp yi yanina aldi.

Yani halk ne istedigini, adinin deokrasi oldugunu bilmesede, biliyor ve partilerde buna göre ürünlerini yenilediler.

Hayirli olsun ülkemiz icin.

...[quote]bu noktadan baktığınız zaman aleviler için en doğal alternatif sol partilerdir. Daha doğrusu soldur. Solun yapısı ve olması gerektiği gibi ezilenin ve hor görülenin yanında olması, çalışanın ve emekçinin haklarına sahip çıkması bundaki en büyük kriterdir. Türkiye solu(parlementer anlamda sol) bu kriterlere ne kadar uyar orası tartışma konusudur. ...[/quote]

Avrupa siyasi arenasini cok iyi bilen birisi olarak, chp´nin solla hicbir ilgisinin olmadigini belirtebilirim. Solun yapısı ve olması gerektiği gibi ezilenin ve hor görülenin yanında olması, çalışanın ve emekçinin haklarına sahip çıkması bundaki en büyük kriterdir. Bu kriterleri de su ana kadar yerine getiren partiler daima sagci olarak nitelendirdigimiz partiler olmuslardir.

CHP´nin huyudur, kavramlari ters cevirmek.

Zannedersem tercüme problemleri var :)) CHP ile Alman NSDAP arasinda bir fark göremiyorum ben.

Alevilerde diger insanlar guibidirler. Insan gibi, insanca yasamak istiyorlar. Bunuda demokrasi sunuyor. Yani Türk, Kürt, Alevi, Sunni, vs...hepsinin istekleri deokrasi kazaninda var. Bunu farkeden siyasetcilerimizde demokrasi yarisina girdiler.

Bundan Türkiye halki cok yararlanacaktir.

...[quote]Ancak şurasıda bir gerçektir ki hiç bir sağ parti bu alternatif içerisinde yer almamıştır ve almasıda zor gözükmekte. ...[/quote]

Ayni görüsü paylasiyorum. Halk bunun cevabini sandikta verecektir. O karara hepimiz riza gösterecegiz.

...[quote]Mutfak zenginleştirme meselesine gelince hiç düşündün mü sol en son ne zaman iktidar oldu. Koalisyonları saymazsak ne zaman tek başına iktidar oldu. ...[/quote]

Bu yaklasim maalesef yanlis. Sol; Darbe cigirtkanligini, kurum ve kurulus hamiligini, devletciligi, halk iktidari karsitligini biraskipta, halkinin yanina gittimi hic ? Bunun neticesidir ki, kendisine halk iktidari teslim etmedi.

Avrupadaki sol, bizdeki solun tam tersini yapar. Asla halkin üzerinde bir güce -sartlar ne olursa olsun- destek vermez.

Her darbeden sonra darbeciler kendilerine emanet ettiler Türkiyeyi. Bu esnada ekonoide gösterdikleri performans, Sifir idi. Gazyagi, Ekmek kuyruklari, vs...

Solun pardon CHP´nin karnesi bu halkin önünde. Insallah yeni imajli, kendilestirir, demokrat sol olurda, bu memlekette siyasi yelpazenin olusmasinda yarari olur. Cokluk sarttir demokrasilerde. AK Parti yalniz olmaalidir.

...[quote]İktidara en yakın olduğu dönemde ise bilenler iyi hatırlayacaklardır. medyanın ve bazı çevrelerin ayak oyunları ile nasıl tepetaklak edildi. Türkiye yıllardır sağ iktidarlar ve sağ fikirlerle yönetiliyor. hanginiz memnunsunuz???...[/quote]

"Bu sorunuza secen cevap versin." derim. Eger secmenleri koyun sürüleri veya komuta altindaki askerler olarak telakki etmiyorsak.



...[quote]Ps: biz o baharatları yüzyıllardır tanıyoruz. artık tatlarından gına geldi. ben hiçbirini istemiyorum. Benden uzak dursunlar yeter...[/quote]

Demokrasiler cogulcudurlar. Demokratik anayasalarin basinda nelerin yazdigini da defalarca tekrarladim.

Ben tüm insanlari seviyorum, alevisi, sunnisi, ciplagi, giyinigi, kürdü, türkü, almani......

Ama yine ben biliyoru ki, her demokrasi kendini korumak icin farliliklarin sivrilmesine göz yummamalidir.

"Hepimiz kardesiz.........." kelimeleri ile baslayan sarkiyi seviyorum.

"nie wieder krieg.........." sarkisini seviyorum.

"sev kardesim....."

Hardaldan nefret ederim ama sevenlerin onu sevdiklerini bildigim icinde varligina saygiliyim.

Bu arada bir sorum var bilenler icin:

Alevi reyleri, CHP nin reylerinin kacta kacuini olusturuyor ?

Yoksa Baykal bu nedenlemi zorunlu nisan yapti DSP ile ?

17 Mayıs, 2007

VAGiNAiA ile KLiTORiS ARASIDAKi MESAFE ???

VAGiNAiA ile KLiTORiS ARASIDAKi MESAFE ???



Evlilik öncesi cinsel iliski ilk önce Avrupada baslatildi. Avrupanin geldigi durum ortadadir.

Kadinlara sorarsaniz, hicbir erkek, erkek degildir -istisnalar kaideyi bozmaz- bu nedenlede kahrini cekmeyede gerek yok.

Y>ani sex, cinsel iliski en ön plana cikip, materyallestirilirse, netice HÜSRAN...

"Herseyin bir gizemi olmali" derim ben.

Evlilik öncesi cinsel tatminler, cinsel iliskisizde yapilmaktadir.

Buda yeterlidir.

Aslinda Osmanlidaki gibi igreti evlilik; cok yararli olabilir erkek evlilik adaylari icin.

Cinsel cahillerinin sayisi cok fazla ülkemizde.

Yüzyillar icerisinde kadindaki anatomik, biyolojik ve psikolojik degisimler; klitorisin vaginadan uzaklasmasi, vs..gibi erkegin cinsel birlikteliklerde kadini tatmin edememe gibi zorluklarla karsi-karsiya getirmistir.

Teorik ve Pratik cinsel egitime tabi olmamis erkeklerin kadinlari tatmin etmeleri imkansiz bir hal almistir.

Evlilik öncesi cinsel egitim ve tecrübe sarttir erkekler icin fakat kendi evlenecegi esi ile degil, profesyonel bir bayanla.

Bu arada kadinlarin egitimleride sarttir, erkegin yükünü azaltabilmek icin. Onlarin egitimleri icin bir erkek partner gerekli degildir. Cisel yasam esnasinda klitoris ile vagina arasindaki mesafesyi kisaltmayi ögrenmeleri mümkündür.

Demokrasi ???

Ben demokratim galiba ?????
Alıntı:
sepultura´isimli üyeden Alıntı
İnsanları ortak bir noktada buluşturmak gerek mim kardeş. Bir ülke bunu milliyetçilik ile, bir başkası din ile, bir başkası bir ideoloji ile başarmış ya da başarmaya çalışmakta.
21. YY. da birlestirici payda ise DEMOKRASI dir.
Irkcilik, Dincilik yook artik. Ortak paylasim paydasinin mümkün oldugu kadar tüm milletin ortak paylastigi payda olmalidir.
Bizde cook din var. Bu olamaz..Alevilik, sünnilik kavgasinin varligi, dinin bu ülkede payda olamayacagini göstermiyotrmu?Bizde cook irk var. Buda olamaz. PKK; irk paydasinin payda olmadiginin delili degilmidir ?
Ideolojileride denedik, sag, sol ürettik ve catistik. Buda payda olamadi.Tek care DEMOKRASI.
Buyrun kime hitap etmiyor ?
Kimin ortak paydasi degil ?
Tabiiki darbeciler, ihtilalcuiler, monarsistler, oligarsistler karsi geleceklerdier. Cünkü arpalari ellerinden alinip, demokratik olarak halka dagitilacaktir.
En büyük arpalik OYAK; soyduklarini bu millete geri verecektir. Bunu istemeyenlerin paydasi olabilirmi demokrasi ?

Alıntı:
Bizim tarihimize bakarsan bu bir çok kez denenmiş bir çok yolla. Pan Türkizm, Pan İslamizm gibi değerlerle devleti ve insanları bir arada tutmanın mümkün olduğu görüşüyle bunlar yapılmış ama bu görüşlerin hepsi iflas etmiş. Bu görüşlerin niye iflas ettiği hususunda sayfalar dolusu yazı yazılabilir. Hemfikiriz.

Alıntı:
Biz Atatürk değerlerine sarılarak şimdi bunu yapıyoruz. Bu degerler nelerdir ? O zaman bu degerlerin dogru adini koymalisiniz.Insanlari buna inandirmalisiniz.82 yildan beri anlatamadiniz bir türlü bu millete bunu. Inandiramadiniz bu milleti buna. Artik bu kadar yildan sonra farkina varmaniz gerekir bir yerlerde hata yaptiginizin.Yoksa Atatükcülük diye bu millete yedirtilenlerin Atatürkle hicbir ilgisi mi yok ?Yoksa bu degerler yanlismi bulunuyor bu millet tarafindan ?Bunlarin cevabini siz veremezseniz, halk vermek zorunda kaliyor farkindaysaniz.Yoksa Atatürkcülük degerlerinin, Atatürk´e ait olmadiginimi, ortak payda icin yeterli olmadiginio mi, yoksa yanlismi oldugunu düsünüyor bu millet ?
Laiklik nedir ? Nasil olur ?
Sosyal devlet nedir ?Nasil olur ?
Üniter yapi nedir ? Nasil olur ?
Demokrasi nedir ? Nasil olur ?
Görüsüme göre biz ne Atatürk degerlerini biliyoruz, nede uygiulamaya calismisiz 82 yillardan beri...
Atatürk degerlerinin demokrasi degerlerinin sadece ufak bir kismi oldugu gercektir. Fakat yeterli degildir. Atatürk ifadelerinde Muassir medeniyet hedefini göstermis. Buda laiklikten, sosyallikten, demokrasiden, vs...gecer.Ama Laik, Sosyal, demokrasi kelimelerinin manasini yanlis bilir maalesef bu millet. Pardon bu millet dogrusunu biliyor artik, Atatürkcü gecinen soyguncular yanlis göstermek hebesindeler.Ama Atatürkcü Türk Milleti yemiyor bu lololari artik.
Sagolsun ki Atatürk, tek yönümüzün MUASSIRLIK oldugunu isaret etmis.
Atatürk´ün degerleri bizim degerlerimizdir.
Atatürkcülerin okutmak istedigi anti-laisizm, oligarsi, anti sosyallik, vs...degil.
Kisacasi bize kavramlari yanlis yedirtmeye calismislar birileri. Maksatlarida ortada. Bu ülkeyi satmak ve soymak.Neden müdahale edemiyoruz, Türkmen kardeslerimize sahip cikamiyoruz.? Burda bir bit yenigi yok mu ?[quote]İsviçre'de Türk kültürü üzerine Zürich üniversitesi öğretim üyeleriyle çalışmalarımız var. İlmi olarak entegrasyondan bahseden bu insanlar iş uygulamaya geçince asimilasyona başlıyorlar.[/quote] Buda bir demokrasi oyunudur. Asimile ettirtmemek icin kendinizi, demokratik haklarinizi kullanacaksiniz. Aynisi tüm avrupa ülkelerinde yapilmak istenmektedir. Cogunluklar azinliklari daima kendi komutlarina almak isterler. Balans ise demokrasidir. Tabiiki demokrasiyi kullanabilmek, kendinizi müdafaa edebilmek icinde, cok seyler bilmeniz sarttir.

Alıntı:
İsviçre'de en büyük azınlık Boşnaklar, Hırvatlar ve Arnavutlardır. Bunlar çoktan asimile edilmiş zaten. Şimdi Türkleri de içlerine çekmeye çalışıyorlar. Bunu küçük bir azınlık dışında henüz başaramadılar. Devletimiz buraya din adamı, öğretmenler görevlendiriyor. Amaç bunun önünü kesmek işte. Avrupanin her ülkesinde Türkler haric her irk asimile edilmistir. Türklerde beceremiyorlar bunu. Cünkü biz irkci degil, milliyetciyiz...Dikkat ediniz bu fark cok mu cok önemlidir.

Alıntı:
1001 gece masalları konusuna gelince , birisi bir yalan söylemiş sonra dönmüş kendi de inanmış. Bu kadar ucuz bir masalla edebiyat parçalayıp insanların kafasını karıştırmayın. Isvicrede sizlere bakis acisi bu degilmidir ? Biol bol masal, hikaye anlatmaz mi Türkler ?Wenn der Tag lang ist............ile baslayan cümle ile karsilasmadiniz mi yoksa. (gün uzadikca, masallar dökülmeye baslar masaya.) TTK Baskani gelmedimi Isvicreye ? Anlatmadi mi Ermeni soykirimi olmadi masallarini orada ? Tabiiki inanmazlar bu masallara. Avrupali belgelerle konusur, masallarla degil."Arsivleri acin ve susturun su ermeni yalanini" dedik onlara. Cünkü avrupalilar, bu soykirim iddialarina karsi kronik delillerimizi ortaya koymamizi istediler. Yani arsivlerin acilmasi sart kilindi. Biz ise acmiyoruz arsivlerimizi halen ve Avrupada yavas yavas teker teker soykirim yaptigimizi kabulleniyor kendi ülkelerinde.Yazik degilmi bu millete ? Soykirim yapmadigimiz halde, neden belgelerle, arsivlerle karsi koymuyor, soykirimi kabulleniyoruz ?

Alıntı:
Türk kürt laz çerkez türk yapılmaları mümkün değildir demişsin. Kafanız azıcık çalışıyor olsaydı bunun hangi amaçla söylenmiş olduğunu da anlardınız. Irk olarak tabii ki bunlar Türk olamaz yapılmaları da mümkün değildir. Amaç bu insanlarımızı Türkiye çatısı altında toplayabilmek. Bari bu kadarını anlayın artık. Bu nasil olacak ? "Türkiyeli" mi diyeceksiniz tüm insanlara bu ülkede ? Buda mümkün degil, degil mi ?irkcilik, dincilik out olmus, biz halen ölüyü diriltmekle mesgulüz degil mi ? Yoksa baska türlü mü ? Hangi payda altinda ? bu insanlari bir cati altinda toplayacaksiniz ?Kesfedilenleri kesfetmeye calismakla neden ugrasalim ki ?Demokrasi her insan icin, her millet icin bir paydadir. Bundan baska paydada müümkün degildir. Yoksa varda, bilmiyorum mu ben ? Buyrun...

Alıntı:
Ermeni ve PKK konusuna gelince PKK terör örgütünün ASALA biter bitmez ortaya aktif eylemlerle çıktığını görürsünüz. 1907 yilinda Berlin´de bir Türk-Alman-Isbirligi dernegi kurulur. Bu dernegin ilk 2 üyesi Enver Pasa ve preususche Kulturbesitz´in baskanidir. Türkiye´de birligin irk ekseninde saglanmasi karara baglanir. Cünkü o zamanlar, bugün demokrasi nasil en ideal ise, irkcilik en ideal idi, birlik ve beraberlik icin. Ermenilere ve Kürtlere irkcilik farki gözetilerek yaklasildi Osmanli topraklarinda. Ayni doktrinle ermeniler ve kürtlerde Fransiz ve Ingilizler tarafindan milliyetcilendirildiler.Ermenilerin bize karsi fransiz, ingiliz ve ruslarla birlesip savasa gecmesi, ermenilere karsi kürtleri devreye sokmamizla oldu. Bu arada Kürtlere torak vaadinde bile bulunmusuz. Sevr ve Lozan anlasmalarinda bu sözümüz, anlasma maddelerindendirler.Ermenilerle ve Kürtlerle olan bu savasin nedenide budur.

Alıntı:
Ermeni finansmanı sayesinde ayakta durduğunu da bilirsiniz. Dogrudur. Fakat unutmayin ki, yillarca kürtleri, Saddamdan koruyan(36.paralelin güneyi) Türk gecinenlerde bizim devletimizdi.Yani terörden primlenenler var bu devletin icinden.

Alıntı:
Bütük kürt insanımızı buna dahil etmeniz namümkündür. Dogrudur, Katiliyorum.

Alıntı:
Benim babam yarı kürt, annem Horasan Türkmeni. Siz bunu ayırmaya kalkabilecek kadar tehlikeli bir görüşe sahipsiniz. Nasil ?

Alıntı:
Eğer bunları ayırırsak ben %25 parçamı ayırmam gerekiyor AYnı şey diğer kökenli vatandaşlarımız içinde geçerlidir. Ben Türk'üm. İsviçre'de yaşıyorum. Ben Türk'üm diyebiliyorum ama ekmeğini yediğim ülkeye ihanet etmiyorum, etmemeliyim de zaten. Demokrasilerde irki özellik bir ayricalik olmadigindan dolayi, her insan gibi sizde bir insansiniz. Demokrasilerde insan haklari evrensel bir sekilde korunur, rey oranina bakmadan. Demokrasi haklarin dagitiminda devreye girer rey agitrligina göre.Isvicre anayasasinin ilk 5 maddesinin icindede yazar bu. Insanlar din, dil, irk, cilt rengi, görüs, fikir, vs..farki gözetmeksizin kanunlar önünde esittirler.Ikinci maddede der ki: Menschewurde unantastbar=Kisi onuru(bu kelime ile wurde tercüme edilemiyor o kadar) dokunulmaz en büyük degerdir.

Alıntı:
İşte Ataürk değerleri burada devreye giriyor bizim ülkemizde. Bu insanlarımız, laz çerkez kürt vs., ne olduğunu söyleyebilmeli ama ihanet etmemeli. Atatürkçülüğün amacı bu işte. Demokraside hersey var. Baska ne ariyorsunuz ki ? Atatürkte muassirlasmakla bunu isaret etmemis mi ? Atatürk yazabilirmiyxdi demokrasiyi bu kadar detayli ? Atatürk isaret etmis. Sarmiydi detaylandirmasi ?Kisacasi hakiki Atatürk degerleri ile demokrasi degerleri ayni. Hatta Atatürk degerleri; demokrasi degerlerinin sadece bir kücük bölümü. Ama Atatürk demokrasiyi alacaksiniz" demis, muassir medeniyeti alacaksiniz" diyerek.Atatürk degerleri adi altinda, Atatürkten sonra gelenler yalanlar anlatmislar bizlere. Anti-Laisizmi, laiklik, anti-sosyalligi=sosyallik , vs..gibi yedirmislerr bizlere. Yani Atatürk´e ihanet vardir bu tanimlanan yanlis degerlerle.
Dünyayi yeniden kesfetmenin geregi nedendir ? anlamakta mümkün degil. Illaki Atatürk imzasi bulunacak altinda ?
Bugünkü bu yanlis kavramlarin altina ne Atatürk ve nede Bu millet imza atar. Secimlerdede bunun böyle oldugunu göreceksiniz.

Alıntı:
Tabulaştırmanın oryantal olduğu düşüncesi de yanlış. Bu bir genel kanidir Avrupalilarda. Haksizda degildirler yaneee...Mangal üzerinde köz birakmayiz, sallamalara basladigimizda...Nedenseoldugumuz gibi degilde olmak istedigimiz gibi görünme hastasiyiz. Bunun psikolojideki adi: Asagilik komplxi (minderwertigkeit)Atatürk´e bir yalaka asker "bu milleti, bu vatani siz kurtardiniz" diye yag cekmeye kalkar. Atatürk ise:- Bu milleti, bu vatani bu aziz millet kurtardi. der.Iste Atatürk..Iste bizim yalakalar....dalkavuklar....Bire bin ekler, gercekmis gibisinden anlatiriz 1001 gece masallarini.Kendimize güvenmemiz, asagilik komüplexinden kurtulmamiz gerekir. Buda demokrasi icerisinde gayet iyi olacaktir.Bulundugun ülkede bir arastir. Neleri almislar atalarimiz Osmanlidan.Dernek, Vakif, nereden, kimden alindi ? Demokrasi kimden alindi ? Yönetim sistemleri kimlerden alindi ?Osmanli 600 yilda medeniyeti ögretti avrupalilara. Bize gecmisimiz kötülendi ve biz gecmisimizden koparilarak Alman, Ingiliz, Fransiz, ABD usagi yapilmadik mi ?

Alıntı:
Çünkü İsviçre'nin şimdiki tabusu para. Onlar paraya tapıyor. Demokrasilerde bazi degerler öne cikabilir fakat bu degerler demokratik sistemi zedeleyemez. Insan haklarina dokunamaz hicbir deger. Bu farki farkedebiliyormusunuz acaba ?Kendi ülkendeki Atatürk´ün arkasina siginan oligarsiye baktiginda, soygunlari, insan haklarinin (muhtira gibi) hice sayildigini, insanin hicbir degerinin olmadigini görürsün. Para dahi tabandaki sosyal yapiyi, sosyal devlet olgusunu ortadan kaldiramaz isvicrede.

Alıntı:
Banka hesaplarını açmamak için AB ye üye olmuyorlar. Eğer açarlarsa Hitler'in milyarlarca mark(eski alman markı yani) tutarındaki paraları uçup gidecek. Ve daha bunun gibi binlerce hesaptan bahsediliyor. Onları bir arada tutan güç ülkenin ekonomik zenginliği. Bu zenginlik bir biterse, yarısı alman, çeyreği fransız, onda biri italyan, ve geri kalanının diğer milletlerden biraraya gelmiş bu devlet nasıl bir arada duracak?
Tabii ki duramayacak ve dağılıp gidecek. Atatürkcüleri getirirsiniz oraya.....)))
Avrupa degerlerini alir, iclerini bosaltir, ondan sonrada Atatürk degerleri dersiniz....
Ici bos süslenmis yumurtayi hatirladim birdenbire. Unutulmamasi gerekir ki, sosyal devletin sosyalligi, sahip oldugu ekonomik güce göredir. Fakir bir ülkedeki sosyal haklarda fakirlesir.Isvicre ekonomisi parayi ürün olarak kullanan bir ekonomidir. Bundan olan kazanci ile yasar. Ne kadar kazanirsa, o kadarda sosyallesir.
Bu zenginlik biterse..................gibi ütopik varsayimlarla ugrasmaniz, ne kadar realistcedir bilemem.
Kainatta hicbirsey baki degildir. Hersey degiskendir. Her ülke gibi isvicrede ürününü koruyacak ve gelistirecektir. Yoksa varligini koruyamaz.

Dedimya..."Eger.....olursa, yandik......" gibi cümlelerle korkutulmaya alismisiz. Korkutularak, soyulmaya alismisiz.Siz isvicrenin gelecegini isvicrelilere birakin. Onlar -kesinlikle- sizlerden realistler. Eger Bilderberg toplanti sonuclari ile ilgilenirseniz, isvicrelilerin 40 yil sonrasi icin tedbiri simdiden aldiklarini da farkedersiniz.
Alıntı:
Bizi bir arada tutan Atatürk değerlerine karşı sizi daha düşünceli konuşmaya davet ediyorum. Ben Atatürk´ü cook severim. Fakat maalesef hakiki Atatürk piyasada kalmadi. Sahteleri piyasada.Sahteleri ile ugrasmakta zaman kaybi maalesef.Ben Atatürk´ün isaret ettigi, bana ögütledigi ve gösterdigi ideali yakalamis medeni bir Türküm.Insanin Lezbiyenine, Homoseksüeline, Kürdüne, Türküne, Almanina, Ermenisine, Sunnisine, Alevisine, Ciplagina, Giyinmisine, Sacmalayanina, Sacmalamayanina, Atatürkcüsüne, Seriatcisine, Demokratina, Fasistine, Komunistina iNSAN olarak bakiyorum ve hepsine saygiliyim.

Respekt EVET,
Akzepte HAYIR.....
Ben demokratim galiba ?????

Ayriyeten demokratik bir muhabbetle beni ihya ettiginiz icinde tesekkürlerimi sunarim.
Iste Atatürk´ün istedigi muassirlik bu...
Kanusmayi, konusa konusa uzlasmayi ögrenmek wesselam.

Moderatör

Kardeşim, herşeye demokrasi diyorsun. Biz zaten buna karşı değiliz. Atatürkçü değerlerin ne derece doğru anlaşıldığını, en son Atatürk'ün partisi CHP'nin yaptıklarıyla gördük. Demokrasiyi engellemek için herşeyi yaptılar. Önce demokrasinin ne olduğunu bu politikacılara anlatmak lazım. Herkes demokrasinin gerekliliğinin farkında. Ama sadece demokrasi olursa işte o zaman içimizdeki azınlıklar azmaya başlıyor. Ne yapalım o zaman? Hepsinin kafalarını mı ezelim? Nerde kaldı demokrasi o zaman? Demokratik platforma girmeyi reddeddip silahla bu işi yapmaya kalkanlarla nasıl bir arada demokrasi çatısı altında yaşayacaksınız? Demek ki sadece demokrasi ile olmayacak bu iş. Başka da yorum yapmayacağım zaten.Gerçek Atatürkçülük ile Atatürkçü geçinip kendi çıkarını düşünenleri bir arada tutmayalaım lütfen...

mim

Güzel bir tartisma idi ve herkesede yarardi insallah. Tesekkürler hepinize.Tartismalarimizi biraz frenlermem istenildigi icin yavaslatiyorum kendimi. soru sorulursda, cevap verecegim artik.

8 milyon erkeğin sertleşme sorunu var

8 milyon erkeğin sertleşme sorunu var.

Türk Androloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Ateş Kadıoğlu, Türkiye'de sertleşme sorunu yaşayan 8 milyon erkek olmasına rağmen yalnızca her 10 hastadan birinin doktora başvurduğunu söyledi.Türk Androloji Derneği ve Pfizer Türkiye'nin işbirliğinde gerçekleştirilen ''Daha iyi bir cinsel yaşam, daha mutlu bir hayat'' başlıklı kampanyanın tanıtımı Çırağan Sarayı'nda yapıldı.Tanıtım toplantısında konuşan Prof. Dr. Kadıoğlu, 40 yaş üstü her 10 erkekten 7'sinde çeşitli derecelerde sertleşme sorunu olduğunu belirtti.Kadıoğlu, bu sorunun ürolog gözetiminde etkili ve güvenilir tedavisinin mümkün olduğunu ifade ederek, sorunun; ''ilerleyen yaş, şeker hastalığı, yüksek tansiyon, yüksek kolesterol, kalp ve damar hastalıkları ile depresyondan'' kaynaklanabileceğini bildirdi.''Türkiye'de sertleşme sorunu yaşayan 8 milyon erkek olmasına rağmen yalnızca her 10 hastadan biri doktora başvuruyor'' diyen Kadıoğlu, doktora başvuru oranının bu derece düşük olmasını, ''hastaların sorunlarını paylaşmaktan kaçınması, sorunu tabu olarak görmeleri ve sorunun tedavi edilebilir olduğu konusunda bilgi sahibi olmamalarına'' bağladı.
Ateş Kadıoğlu, sertleşme sorununun geçmişte ''iktidarsızlık'' olarak adlandırıldığını hatırlatarak, ''İktidarsızlık terimi cinsel işlevin birçok safhasını kapsıyor. Bu nedenle iktidarsızlık yerine sertleşme sorunu terimi kullanılmalı'' dedi.Daha iyi bir cinsel yaşamın herkesin hakkı olduğunu dile getiren Kadıoğlu, sertleşme sorununun çiftler arasında yaşanan ve iki tarafı da etkileyen en yaygın sorunlardan biri olduğunu vurguladı.Kadıoğlu, cinsel yaşamı tabu haline getirmenin, olası sorunları ortadan kaldırmak yerine daha da ağırlaştıracağını belirterek, ''Cinsel sorunların 'Yetersizlik' olarak algılanmasıyla gelen endişe hali ve öz güven kaybı gibi psikolojik değişiklikler, bireylerin ve toplumun genel yaşam kalitesini düşüren faktörlerdir'' diye konuştu.KAMPANYAProf. Dr. Ateş Kadıoğlu, herkesin hakkı olan daha iyi bir cinsel yaşam için hareke geçilmesi ve çözüm aranması yolunda bilinç yaratmak amacıyla 1 Mayıs-31 Ekim tarihleri arasında bir kampanya düzenlediklerini söyledi.Kadıoğlu, ''Daha İyi Cinsel Yaşam, Daha Mutlu Bir Hayat'' kampanyasıyla, sertleşme sorunları yaşayan erkekleri bilgilendirmeyi, çiftlerin yaşam kalitesini yükseltmelerini sağlamayı ve karşılıklı cinsel mutluluğu yakalamalarında onlara destek olmayı amaçladıklarını bildirdi.Sorunları ile ilgili çözüm arayışına girmeyen erkekleri üroloğa danışmaları konusunda cesaretlendirmeyi hedeflediklerini de vurgulayan Kadıoğlu, bu kapsamda ''0212 267 49 49'' numaralı danışma hattı ile ''www.cinselmutlulukonemli.com'' adresinden bilgi alınabileceğini söyledi.Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Selahittin Çayan da, Türkiye'de sertleşme sorunu bulunan erkeklerin yüzde 80'inden fazlasında tam bir işlev kaybının olmadığını, hafif ya da orta derecede sertleşme sorunu bulunduğunu anlattı.Çayan, ürolog gözetiminde etkili ve güvenilir tedavinin mümkün olduğunu ifade ederek, ''Ağızdan alınan ilaçların çıkması tedavi arayışına olumlu katkılar yaptı. Ereksiyon problemlerinin ağız yoluyla alınan ilaçlarla tedavisinin mümkün hale gelmesiyle, giderek daha çok sayıda erkek tedaviye yöneliyor'' dedi.

murathan

15-05-2007, 18:10

mim

Dr. Kadioglu´nun tespiti dogru...Kendilerine gelecek erkeklere bir care mi sunabilecek ki ?Sertlesme sorununa kalici hicbir care yok. Bunu bilen Kadioglu, hicbir ise yaramayan ilac (viagra, vs..gibi) satmak istiyor insanlara herhalde.
Yoksa ????
Sertlesme sorununun altinda yatan ana neden hormonlu gida ürünleri ile beslenmektir.
En ucuz et....En sihhatli et.....BEYAZ ET.....
En sertlesemeyen penisli erkeklerde BEYAZ ET yiyenler...Cünkü hormon haplari ile en cok eti verebilen, cok et verdikce üreticisine en cok gelir getiren BEYAZ ET´li hayvanlardir.

Bol bol...Tavuk ye be oglum.....
Seni kiz olarak satayim iyi paraya be yaw....

Bu cins erkeklerin neden evlendiklerini de anlayabilen varsa, beriye gelsin. Bu oyunun icerisine düsmüs cook kadin taniyorum..

Yaw biz aydan mi geldik ki, degerlerimiz ayvari olsun ?

Yaw biz aydan mi geldik ki, degerlerimiz ayvari olsun ?

[quote=sepultura;121095]AB, ülkelerin değerlerine karşı olabilecek yasalarında her zaman esneklik göstermektedir mim kardeşim.[/quote] Maalesef bu temel meselede esneklik mümkün degil. Bilim caginda tabulara yer yook !!!!

Ya ilme yada tabulara göre yasayacaksiniz. Ikisi ile birlikte yasamak mümkün degil avrupa anlayisi ile.(legend)

[quote]Önemli olan, bizim bu değerlerimizi AB ye anlatabilmemizdir. Ben şu anda İsviçre'de yaşıyorum [/quote]Tabulastirarak Atatürk´ü degerli kilamazsiniz. Bu bir yanlisi idi Atatürk´ün mirascilarinin. Atatürk´ün tabulastirilmasina, ne kendisinin ve nede bizim ihtiyacimiz vardir. Onun bu ülke ve bu ülke insanlari icin yaptiklarinin bilinmesi, bugünkü tabulastirmak icin olusturulan yalan ofurdatmalardan dahada dogru olacaktir.

[quote]adamlar bizim Atatürk'ü niçin bu kadar tabulaştırdığımızı anlayamıyorlar. Anlayamazlarda zaten.[/quote]

Taksil derecenizin ne oldugunu bilemem. Tabulastirmanin bir oryantal düsüncenin ürünü oldugunu bilmeniz gerekir. Eger Isvicre´de birazcik akademisyenler dünyasinda muhabbet al-veriniz olsaydi, Türklerin 1000 in üzerine 1 ekleyerek 1001 gece masali yaptiklari ön yargisinida duymus olurdunuz. Bu bir asagilama degilmidir ?

Atatürk´ü anlamaniz, anlatmaniz nasil mümkün olamaz ? Tabiiki duydugunuz masallarin dogruluklarini arastirmis iseniz. Isvicre´den Alman, Ingiliz, Fransiz arsivlerine girmeniz mümkündür. Inceleyeceginiz bu arsivlerde orijinal mühür ve imzalarimizida bulabilirsiniz. Yani dogru bilgilerdir bunlarin geneli. Incelediginizde görürsünüz ki, bizim tarihimize cok cok yalanlar eklenmis, cok cok gerceklerde cikartilmis. Ve yine görürsünüz ki, bizim arsivimiz, bir Alman tarihciden calintidir. Bizim kendi arsivlerim,ize dayanan bir Tarih kitabimiz dahi yoktur. Cünkü bizim arsivlere girmek mümkün degil. 1986 dan itibaren incelemeniz mümkün, kismide olsa.

Gercek bilgilerle bezendiginizde Atatürk´ün degerini dahada fazla garkedeceksiniz. O´nun bir tabu olmadiginida....

[quote]Biz Türk, kürt, laz, çerkez, abhaza, gürcü vs. Türküz diyebiliyorsak amacımıza ulaşmışızdır. [/quote]

Bunu siz diyebilirsiniz ama sadece siz....Buda bir tabudur iste. Yasadiginiz ülkede de 20 nin üzerinde irk yasadigi halde, "biz isvec irkindaniz" diyebiliyorlar mi ? Ama hepsi isveclidir degil mi ?

21 YY. da irk paydasciligi yok. Hitlerin ölümü ile irkcilik bitti Avrupada. Bizdekilerin ise bundan ya haberleri olmadi veyahutta bu realite islerine gelmedi. Avrupada Milliyet paydasi üzerinden paydascilik var. Bu Avrupanin tüm ülkelerinde böyledir.

Kürte kabul ettirtebiliyormuyuz 1907 den beri Türk oldugunu ?

Biz zorladikca, onlar "hayir" diyorlar ve bu hayirlari silahl zoru ilede gerceklestirmek istedigimizden, kürtlerle basimiz dertte. 30.000 üzerinde sehit verdik bu nedenle.

Biz Kürtlerle 800 yil Osmanli devrindede beraber kardesce yasadik kürtlerle, ermenilerle. Kan döküldümü ?

Neden bu kardes kanlari döküldü ?

Ayni olay ermeni meselesi icinde gecerli. 1907 yilina kadar hicbir problem yok iken, irki payda kabul etmisiz birlikteligimiz icin ve almisiz ermenilerle basimiza belalari.

Irk birligi ne Türkiye´de, nede baska bir ülkede mümkündür.

Kisacasi kürt, laz, çerkez, abhaza, gürcü vs. Türk degildirler ve Türkte yapilmalari mümkün degildir. Don Kisot gibi yel degirmenini düsman zannedip, saldirmalari birakalim. Gercekci olalim. Atatürk´ün dahi böyle bir ideali yok idi. Bu ideal Enver Pasanin idi. Enver Pasa ise Türk´ten cok Alman idi. Yani irkci idi....

[quote]Aynı değerler ABD de uygulandığı zaman sorun yok. T.C. de uygulandığı zaman anlayamazlar. İşte sorunda buradan kaynaklanyor zaten.

[/quote]

Gerek ABD´de gereksede Avrupa ülkelerinde toplumlar arasinda asiri ayirim (diskriminasyon) yoktur. Bu nedenledir ki, bu ülkelerde insanlar birlesebilmek icin ortak payda aramaz. Irklarina kurtulus ümidi olarak sarilmaz.

Almanya´daki Türkler 1964 yilindan beri kendi dillerinde TV´leri, Radyolari, Gazeteleri ile Türkce konusarak yasarlar.Hatta ve hatta Türkce dillerini heryxerde serbestce kullanirlar. Devlet dairelerinde resmi evraklardada Almancanin yanisira Türkce yazilarida bulabilirsiniz. Belki isvicrede de aynisidir.

Irkcilik, ayirimcilik yaptigi anda Alman vatandaslari veyahutta Alman devleti hemen birlestiler Türkler bayraklari altinda.

Unutmayin ki, insanlar etkilere, tepki ile cevap verirler. Bu tabii bir reflextir.

Kürtler, Ermeniler 800 yil yasiyorlar kavgasiz gürültüsüz bizimle her alanda beraber ve 1907 den sonra bakiyorsunuz ki, kürt, ermeni olduklarini hatirlatmisiz onlara.

Ne PKK ne Kürt sorunu kalir bu ülkede, eger avrupalilar gibi irka degilde insana deger vermis olsak.

Türkler "Ben Almaním=ich bin Deutscher" diyen irkci Almanlara:

- was ist Deutscher ? diye sorduklarinda, Alman cevap veremiyor ve yerin dibine giriyor.

Hulasa Tabu..adi üzerinde manasiz, sebepsiz, ilmi aciklamasi olmayan...

Muassir Türkiye insani 21 YY. da tabulara ihtiyac duymaz. Tabulara tapmak, muassir Türkiye hedefinede terstir yani Anti-Atatürkcülüktür.

Yaw biz aydan mi geldik ki, degerlerimiz ayvari olsun ?

Neden diretiyoruz yanlislarimizda, kendimizi gülünc duruma düsürdügümüz halde.