Fikir7 Manset Haberler

12 Şubat, 2007

Vatani satan kimdi ?

Atatürk Vahdettin'de nasıl yanıltıldı
'Vahdettin hain miydi' sorunun cevabı hala önemli. Mustafa Armağan, 'Vahdettin'e hain' diyen Atatürk'ün neden bu kanaate sahip olduğunu ve nasıl yanıltıldığını yazdı.
11 Şubat 2007 11:34
Yazı boyutunu büyütmek için

Mustafa Kemal, Vahdettin konusunda nasıl yanıltıldı?
MUSTAFA ARMAĞAN
Tarihte “son nokta” yoktur; olamaz da. Donmuş değil, dinamik bir süreçtir tarih. Vakalar değişmese bile algılanmaları zamanla değişir. Daha önce bakılmamış açılar ortaya çıkar, yeni tanıklar konuşmaya başlar, elde edilen bilgiler yeniden harmanlanır ve yeni sentezler doğar bunlardan. Bugün üzerinde duracağımız örnek ise bildik bir konuda: Vahdettin hain miydi? Bu soru son yıllarda artık eski enteresanlığını yitirmişse de, yine de taraftar buluyor. Vatan hainliği ithamına net ve tarafsız bir tanım getirmedikçe galiba ilgi çekmeye devam edecek. Nedir vatana ihanet ve kimin hain olduğuna son tahlilde hangi merci karar verecektir? Mesela bundan 50 yıl önce Nazım Hikmet vatan hainiydi devlete göre. Bugün ise böyle düşünenlerin sayısı azınlıktadır. Peki ne değişmiştir aradan geçen sürede? Nazım, bir mahkemede aklanmıştır da onun için kitapları serbestçe basılabilmekte, şiirleri kapış kapış kasetlerde yerini almaktadır? Hayır. Herhangi bir hukukî beraati olmadı; ama Nazım’a 1950 şartlarında vurulan hain damgasının esasa değil, devrin şartlarına dayandığı, dolayısıyla o şartlar ortadan kalktığı (komünizm çöktüğü) için suçlamanın gereksizliği anlaşıldı. Ancak Vahdettin’in ihaneti hakkındaki tartışmalar kolay son bulacağa benzemiyor. Çünkü Vahdettin’in hainliği iddiasının da hukukî olmadığı, tıpkı Nazım’da olduğu gibi siyasî ve konjonktürel sebeplerden kaynaklandığı anlaşılırsa onun üzerine bina edilen bütün iddialar, mesela Osmanlı tarihinin son dönemi hakkındaki yorumlar çökme tehlikesi geçirecektir. Bu yüzden, 2005 Temmuz’unda Süleyman Demirel’in isabetle (!) teşhis ettiği gibi, Vahdettin’in hain olduğunun bilinmesinde daha bir süre yarar vardır! Şimdi TBMM’ye uzanalım ve Gizli Zabıtları karıştıralım. 1921 yılını içeren cildi elimize alalım ve başlayalım karıştırmaya. Tam da bu yazıyı yazdığım 8 Şubat gününe gelelim. Biraz önce Mehmed Âkif, Meclis kürsüsünden ilk ve son defa konuşmuş, sonra bazı milletvekilleri Âkif’in Padişah’a yazılacak mektubun taslağı üzerinde görüşlerini belirtmişlerdir. Nihayet kürsüye Mustafa Kemal Paşa çıkmış ve Milli Şairimizin Sevr konusunda işgal kuvvetlerinin süngüsü altındaki Halife-Sultan Vahdettin’in meşruiyetini kaybettiği için TBMM’yi tasdik ve kararlarını kabul etmesini isteyen ifadelerini eleştirmiştir. Ona göre Meclis’in, meşruiyetini başka hiçbir merciye tasdik ettirmeye ihtiyacı yoktur. Kaldı ki, der, Mustafa Kemal, Hilafet makamı aslında “mühmel”dir, yani boştur. Neden peki? Çünkü, bu “çünkü” çok önemli, Mustafa Kemal’e göre Sultan Vahdettin, antlaşmanın imzası öncesinde, 22 Temmuz 1920’de toplanan Saltanat Şûrası’nda “Sevr muahedesini... bizzat ayağa kalkmak suretiyle kabul etmiştir.” Dolayısıyla TBMM’nin, İngiliz süngüsü altındaki “esir padişah”ın onayına ihtiyacı yoktur. Peki olay hakikaten Mustafa Kemal’in açıkladığı gibi mi cereyan etmiştir? Yani Saltanat Şûrası’nda ‘Sevr’i kabul edenler ayağa kalksın’ denilmiştir de, Vahdettin de ayağa kalkmak suretiyle onu kabul mü etmiştir? Yoksa... İşin esası şu: Hadise Mustafa Kemal’e yanlış aksettirilmiş ve onun Vahdettin hakkındaki kanaati, iletişim hatlarındaki “bir kısım” parazitlerden olumsuz yönde etkilenmiştir. O halde nedir olayın iç yüzü? Vahdettin’in Saray Başmabeyncisi, yani özel sekreteri Lütfi Simavi’nin “Osmanlı Sarayının Son Günleri” (Pegasus Yayınları, 2006, s. 328) adlı hatıralarında anlattıkları gerçekten de şaşırtıcıdır. Simavi’ye göre Vahdettin, bırakın oylamada ayağa kalkmayı, açılış nutkunu okuduktan sonra salonda bile durmamış, çıkıp gitmiştir. Siz gözlerinizi ovuşturmaya devam ederken ben Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı’ndaki silah arkadaşlarından ve aynı zamanda Vahdettin’in damadı olan, yani iki tarafa da eşit mesafede duran birinin, İsmail Hakkı Okday’ın “Yanya’dan Ankara’ya” (Sebil Yayınları, 1994, s. 385-386) adlı hatıralarını masama getirip okuyayım da dikkatle dinleyin: “Nihayet ‘Sevr’i kabul edenler ayağa kalksın’ denildi. Damat Ferid Paşa bu sırada Padişah’ın salonu terk etmesi için işaret verdi. Vahdettin dışarı çıktı, yandaki odaya geçti. Padişah ayağa kalkınca da salondakiler Hünkâr’a bir saygı eseri olarak ayağa kalktılar. Kendisini bu suretle selamladılar. Öyle ki, bu ayağa kalkışın Sevr’in kabulü anlamına mı geldiği, yoksa Padişah’a hürmeten kıyam mı edilmiş olduğu açık olarak belirmedi. Hatta Ayan’dan Topçu Feriki Rıza Paşa, ‘Biz Padişah’a hürmeten ayağa kalktık, Sevr’i kabul ettiğimizden değil’ diye haykırarak Damat Ferid’in oyununu açıkça protesto dahi etti.” Şimdi o ayağa kalkma meselesi anlaşıldı mı acaba? Özetleyelim o halde: 1) Bir kere bu tür şûralarda padişahın oy hakkı yoktur ki! O, konuşulanları dinler, kararın kendisine bildirilmesini ister ve sonuçta onaylar veya onaylamaz. 2) Ayağa kalkarak oylama yapılması çağrısı yapılınca padişah, konumu gereği dışarı çıkmış ve o çıkarken şûra üyelerinin hepsi saygılarından ayaklanmış, bu da Damat Ferid tarafından Sevr’in onaylandığı şeklinde yorumlanmış, yani oylama tam anlamıyla bir oldubittiye getirilmiştir. 3) Rıza Paşa ise oyuna geldiğini anlayınca oylamayı protesto maksadıyla yerine oturmuş ve bu yüzden de aleyhte çıkan tek oy onunki sayılmıştır. Kuşkusuz 1921 Yazı gibi feslerin bir baştan öbürüne uçuştuğu bir ortamda meselenin içyüzünü bilebilecek durumda olmayan Mustafa Kemal ve Kâzım Karabekir gibi Milli Mücadele önderleri, ayağa kalkıp Sevr’in imzalanmasını onayladığı sonucunu çıkararak Vahdettin’in hainliğine hükmetmişler, bu da onun ihanetine yeterli delillerden biri sayılmıştır. Fazla söze ne hacet! İşte tarihte yanlış anlamaların nereden kaynaklandığına yakıcı bir misal. m.armagan@zaman.com.tr

06 Şubat, 2007

HANGi DEVLET ???

Fuhuştan ayda 250 bin $ kazanıyor
Ankara'da bazı siyasilerle bir yargıtay hakiminin adının geçtiği fuhuş operasyonun ayrıntıları netleşiyor. İşte örgüt elemanlarının telefonda kadın pazarlığı ve fuhuş çarkı:
06 Şubat 2007 09:44


Yargıtay hakimi seks villasında yakalandıArda AKIN'in haberiOrganize Suçlarla Mücadele Polisi’nin insan tacirlerine yönelik düzenlediği operasyonda, iki ayrı örgüt çökertildi. Yurtdışından Türkiye’ye getirilen kadınlara para karşılığı fuhuş yaptırıldığının ortaya çıkarıldığı operasyonda, Yargıtay’da görevli bir tetkik hákiminin de örgüte yardım ettiği belirlendi. Seks villası baskınında yakalanan hakim kimliğini gösterip gözaltına alınmaktan kurtuldu. ORGANİZE Suçlarla Mücadele ekipleri, yaklaşık 6 ay önce Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talimatları doğrultusunda operasyon başlattı. Polis, Azerbaycan uyruklu Azade D. ile Çeçenistan uyruklu Zara Ç’nin Ukrayna, Moldova, Kırgızistan, Çeçenistan ve Azerbaycan gibi ülkelerden kadınları yıllık 3 bin dolar karşılığında Türkiye’ye getirterek fuhuşa sürüklediğini belirledi. 1 Şubat’ta 6 ayrı eve ve 3 otele baskın düzenleyen polisler, 16 kadınla birlikte onları satan 13 kişiyi gözaltına aldı. İNANILMAZ SERVET Yapılan operasyonda, piyasa değeri yaklaşık 60 bin YTL olan pırlantalar, 70 bin YTL nakit para, 2 son model otomobil, müşterilerin isim ve telefon numaralarının bulunduğu ajandaların yanı sıra yaklaşık 2 milyon YTL’nin bulunduğu banka hesap cüzdanları ele geçirildi. HÁKİME SUÇ DUYURUSU Polis, yaptığı uzun süreli takipte, Yargıtay’da görevli tetkik hákimi M.H.Ç’nin fuhuş örgütleriyle yakından irtibatlı olduğunu ve kadınların erkeklere satılması aşamasında aracılık görevi üstlendiği bilgilerine ulaşarak durumu Adalet Bakanlığı’na bildirdi. Polisin olayı belgeleriyle bakanlığa iletmesi üzerine hákim M.H.Ç. hakkında Sincan Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunuldu. SİYASETÇİ İSİMLERİ Operasyonda ele geçen örgüt üyelerine ait ajandalarda, çok sayıda siyasetçi, bürokrat ve işadamının isim ve telefon numaralarının olduğu bildirildi. Fuhuşa sürüklenen kadınların alacak listelerinin tutulduğu kağıtlara da operasyon kapsamında el koyuldu. TELEFON TRAFİĞİ Azade D. ve Zara Ç’nin telefon trafiğinin yoğunluğu dikkat çekti. Zanlıların telefon görüşmeleri sırasında müşterileriyle fuhuş pazarlığı yaptığı ve kadınları otellere yönlendirdiği ifade edildi. Emniyette 4 gün süreyle sorgulanan 13 zanlının susma haklarını kullandıkları öğrenildi. Zanlılar, dün adliyeye sevk edildi. Olayla ilgili operasyonun sürdüğü bildirildi. Nasıl kadın istersin zenci, beyaz ya da üniversite öğrencisi
FUHUŞ örgütü üyelerinin telefon görüşmelerine ilişkin kayıtlar, kadınların müşterilerinin siparişleri doğrultusunda gönderildiğini ortaya koydu. Bir telefon görüşmesi şöyle: - Müşteri: Kadınlar güzel mi? - Zanlı: Nasıl kadın istiyorsan bulabiliriz. Zenci, beyaz, üniversiteli, kalçası büyük, göğüsleri büyük... - Müşteri: Normal bir kadın olsun. 30 yaşını aşmış olmasın. - Zanlı: Hayır hayır kadınların hepsi güzel. Sen sadece paradan haber ver. Ben hákimim, beni gözaltına alamazsın Adalet Bakanlığı’nın hakkında suç duyurusunda bulunduğu Yargıtay Tekik Hákimi M.H.Ç’nin Gölbaşı’nda bir villaya düzenlenen fuhuş operasyonunda zanlılarla birlikte yakalandığı, ancak hákim kimliğini gösterdikten sonra, "Ben hákimim beni gözaltına alamazsınız" diyerek evi terk ettiği öğrenildi. Hákim M.H:Ç’nin evli olduğu da ifade edildi. Liderleri ayda 250 bin dolar kazanıyor Müşterilerin siparişleri doğrultusunda kadınları otellere yönlendiren örgüt liderleri Azade D. ile Zara Ç’nin bankalarda bulunan 2 milyon YTL’lik hesapları savcılık talimatıyla bloke edildi. Bu kişilerin 1 ay içinde 2 bin 500 müşteriye hizmet verdiği ve karşılığında yaklaşık 250 bin dolar para kazandıkları ortaya çıkarıldı. Zanlıların, Çankaya’da bulunan lüks evlerde yaşarken, fuhuşa sürüklernen kadınların otel odalarında kaldığı belirlendi. SAVUNMA İÇİN 20 AVUKAT Operasyonun düzenlenmesinden sonra örgüt lideri olduğu öne sürülen Azade D.’yi savunmak isteyen ve Türkiye’nin birçok ilinden gelen 20 avukatın emniyette günlerce beklediği belirtildi. Azade D. ile yapılan uzun görüşmelerin ardından polisin ifade alma aşamasında zanlıya 3 avukat tayin edildi. Hürriyet

Hareket Ordusu'nun petrol gafleti





Resmi Tarih'in kahraman saydığı kişiler ile hain saydığı kişilerin gerçek yüzleri, küller eşelendikçe bir bir gün yüzüne çıkıyor. Civaoğlu ve Pulur da külleri eşeleyenlere katıldı
06 Şubat 2007 10:25


Taha Kıvanç'ın yazısı

İki ters bir yüz


Allah, Allah, sonunda bunu da mı görecektim?
Cumhuriyet dönemi siyasî kamplaşmalarında 'kim kimdir' konusu işlenirken 'ilerici' ve 'gerici' tanımlarına farklı yaklaşanlar çıkmıştı; İdris Küçükömer, Kemal Tahir ve onların çizgisini sürdürenlerin tezini biliyoruz... Şimdi de Osmanlı'da 'ilerici-gerici' kamplaşmasına kuşkuyla bakmamız isteniyor.
Şaşırtıcı bir gelişme bu...
Şaşkınlığımı artıran, bu yeni yaklaşımın sahiplerinin kimliği... Cumhuriyet dönemindeki saflaşmada Prof. Küçükömer'in "Gerçek gerici onlardır" demesine kulak asmayacak, klasik tanımlamada 'ilerici' sayılabilecek iki isim, bu 'farklı' yaklaşımın sahipleri... Dedikleri şu anlama geliyor: Sultan 2. Abdülhamid ülkesinin menfaatini düşünen bir padişahtı; İttihatçılar ise 'bir çuval inciri berbat eden peşkeşçiler'...
Resmî tarih tezini tersyüz eden bir yaklaşım bu...
İkisi de Milliyet'te çıkan yazılardan ilki Güneri Civaoğlu'na ait ve "Kerkük petrolü Abdülhamit'indi" başlığını taşıyor. Yazara göre, Osmanlı topraklarında arkeolojik kazı yapmak isteyen İngilizlere Sultan izin verir, ama "Ne arıyorlar?" sorusunu aklından çıkarmaz. Civaoğlu sonrasını şöyle anlatıyor:
"Ancak İngilizlerin toprak altı çalışmaları uzadıkça uzar. / Abdülhamit'e şöyle jurnaller gelir: / 'İngilizler toprak altında çanak-çömlekten başka şeyler arıyor galiba... Dev çivilerle toprağı deliyorlar...' / Bunun üzerine Abdülhamit kuşkulanır. İngilizler izni, 'Arkeolojik araştırma yapacağız' diye almışlardır, ama o yörede gerçekten de petrol aramaktadırlar. / Abdülhamit, İngilizlerin iznini iptal eder."
Ardından Almanlar devreye girer, 'arkeolojik kazı' gerekçesiyle Sultan'dan izin alır; ama onlar da çanak-çömlek değil petrol aramaktadırlar. Padişah onların iznini de iptal eder, petrolü kendisi aratır. Petrol bulunan araziyi 'kişisel mülkü' olarak kaydettirir, gelirini 'hazine-i hassa'ya yazdırır. Abdülhamid'in "Güzel kazanıyorum, yılda beşyüz bin altın gelirim var" diye övündüğünü yazıyor Güneri Bey…
Sonrasını da okuyalım: "İttihatçılar, iktidara gelince durum değişir. Tahttan indirdikleri Abdülhamit'in şahsi mülkü olan Kuzey Irak'taki petrol arazilerini devlet malı haline getirirler. / Ve... Osmanlı Devleti yıkılıp Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra Kerkük, Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında kalmıştı. Artık Ankara'nın, Kuzey Irak petrolleri üzerinde hak iddia etmek olanağı -hukuken- dayanaktan yoksundu. / Oysa... Abdülhamit'in şahsi serveti olarak kalsaydı, uluslararası hukuk gereği, onun vârislerine geçecekti."
"Kim vatansever, kim değil?" sorusunun cevabını farklı veriyor Güneri Civaoğlu...
Dün bir baktım, Hasan Pulur da 'alternatif tarih' yazanlar kervanına katılmamış mı? Güneri Civaoğlu'nun tezini genişçe aktardıktan sonra, "Kuveyt ve Katar petrollerini de Mahmut Şevket Paşa İngilizlere peşkeş çekmişti" iddiasını dillendirmiş...
Mahmut Şevket Paşa kim mi? Onu da Hasan Pulur anlatsın: "31 Mart olayından sonra, İstanbul'a giren, gericileri asan, Abdülhamit'i tahttan indiren 'Hareket Ordusu'nun kumandanı Mahmut Şevket Paşa'dır."
Tarihî kabuller böylece bir kez daha tersyüz edilmiş oluyor Hasan Pulur eliyle...
Mahmut Şevket Paşa günlüğüne şunları yazmış: "11 Mart Salı günü öğleyin Harbiye Nezareti'nden Bâbıâliye geldim. Kabine toplantısında İngilizlerin Kuveyt'ten başka Katar'a da tasallut ettikleri meselesi görüşüldü. Bu toprakların İngiltere'ye değilse bile İngiltere'nin nüfuz ve himayesine bırakılmasından başka çare göremiyordum. Fakat Şûrayı Devlet Reisi Sait Paşa itiraz etti. Bu hususun hükümetin selâhiyeti dışında olduğunu, Meclisi Mebusan toplanıp karar vermedikçe toprak terk edilemeyeceğini söyledi. İngiltere hükümetinin bile Avam Kamarası'nın tasvibini almadan bu gibi işler yaptığı cevabını verdim. Sait Paşa'nın geniş malumatı vardı. Fakat mesuliyetten çok korkuyordu. Bu yüzden kendisinden lâyıkıyla faydalanmak mümkün olamıyordu. Kuveyt ve Katar gibi çölden ibaret iki kaza yüzünden İngiltere ile ihtilâf çıkaramazdık. Bu ehemmiyetsiz topraklardan ne gibi bir istifademiz olabilirdi? Kuveyt ve Katar'ı İngiltere'ye bırakmaya ve zengin Irak vilayetlerimizle uğraşmaya karar verdim."
Hasan Pulur, "Hiç olmazsa, Abdülhamit İngiliz ve Almanların petrol aradıklarını anlamış, bunun haberi bile yok!" demekten kendini alamıyor...
Ne olacak şimdi? Tarihimizde 'gerici' diye geçen Abdülhamid'i 'vizyon sahibi padişah' sayacak, 'gericilik ayaklanması' 31 Mart'ı bastıran Mahmut Şevket Paşa'yı 'vatan topraklarını yabancılara peşkeş çekmek' ile mi itham edeceğiz?
Bize bunu da mı yapacaktınız?
(Yeni Şafak)

DEVLET KiM ?

O üsteğmen ne oldu?
06 Şubat 2007

Ahmet Altan
O üsteğmen ne oldu?
Eski jandarma komutanının NTV televizyonunda gevrek gevrek gülerek “Jitem yoktur,” deyişini bugün gibi hatırlıyorum.
Onu okutan, yetiştiren, sırtına üniforma, beline silah veren, cebine parasını koyan halkının gözlerinin içine bakarak yalan söylüyordu.
Türkiye’nin en önemli asayiş kuvvetlerinden birini çürütecek “illegal” girişimi başlatan adam bizimle alay ediyordu.
Daha sonra, sahipleri tarafından soyulan bir bankanın yönetim kurulu üyesi olduğu ortaya çıkmıştı.
Ama kimse ona dokunmamıştı.
Herhalde hangi suça bulaşırsa bulaşsın dokunulmaz olduğuna inanmanın güveniyle öyle gevrek gevrek gülüyordu.
Emekli orgeneralin “yoktur” dediği Jitem’in varlığını birkaç yıl sonra yargı resmen kabul etti.
Devletin herhangi bir biriminde “yasa dışı” örgütler oluşturmak her zaman tehlikelidir.
Çünkü denetimsizlik aratır.
Denetimsizlik de kuruluşları çürütür.
Disiplini yok eder.
Bunun sonuçlarını biz, faili meçhul cinayetlerde, istikrarsızlığı kışkırtacak bombalamalarda, haraç kavgalarında, mafya çetelerinin savaşlarında hep Jitem’in adına rastlayarak gördük.
Son Hrant Dink cinayetinde gene jandarmanın tuhaflıklarıyla karşı karşıyayız.
Polisi de yanlarına alarak katille kolkola resim çektiren jandarmalardan söz etmiyorum.
O jandarmalar, Jitem’in değil, Jitem’i yaratan zihniyetin ürünleri.
Sen “devleti koruyacağım” diye devletin içinde illegal örgütler yaratırsan, cinayet şakşakçılarının sayısı da senin örgütünde artar.
Benim söylediğim o değil.
Daha vahim bir durum var.
Katil Ogün Samast’ın cep telefonunun “sim kartının” Samsun’da kaybolması…
Bir “jandarma” üsteğmen Samast’ın cebine bir başkasının sim kartını koymuş.
Katilin cebine konan kart, bir “jandarma” erine ait telefon kartı.
Cinayet ilişkilerini çözecek en önemli kanıtlardan birinin kaybolmasında, adına hiçbir yerde rastlamadığın bir jandarma üsteğmeninin rolü bulunuyor.
O üsteğmen kim?
Niye katilin sim kartının yerine başka bir kart koydu?
Resmi açıklama şu:
Üsteğmen yerde bir kart görmüş, bu kart katilin telefonunun kartıdır diyerek alıp onun cebine koymuş.
Bu açıklamayı duyunca, emekli orgeneralin o gevrek gülüşü gözümün önüne geldi.
Bizimle alay etmekten, bizi aşağılamaktan, aptal olduğumuzu düşünmekten hoşlandıklarını bir daha anladım.
Belli ki, cinayeti aydınlatmakla görevli olan polisle jandarmanın içinden birileri cinayetin üstünü örtmeye çalışıyor.
Herhalde onlara da daha “yukarılardan” birileri bunun için emir veriyor.
Katilin “sim” kartını değiştiren üsteğmen ne oldu?
Komutanları, “yerde bulunan kart” hikayesine gerçekten inandılar mı?
İnandılarsa bu kadar saf insanları nasıl komutan yapıyoruz?
İnanmadılarsa, “delil karartma suçunu” işleyen birine karşı ne tür hukuki işlemler başlattılar?
Bizim devlet cinayetlerle fazla içli dışlı gözüküyor.
Bunu bu ülkenin insanları da görüyor…
Dış dünya da görüyor.
Bizim gücümüz ülkenin devletine yetmez.
Çeşitli biçimlerde bizi temizleyebilirler.
Ama ya dünyaya ne yapacaklar?
Yabancı ülkeler, cinayet ortağı olduğu bilinen devlet görevlilerine ellerindeki bu bilgiyle şantaj yapsa, o görevliler bu şantaj karşısında nasıl bir tavır takınacaklar?
Kanunların dışına çıkmak tehlikelidir.
Adamı sadece “suçlu” yapmaz…
Bazen hain de yapar.
Üstelik bu “ihanet” lafın gelişi olmaz, yasanın tariflerine de uyar.
Ve, cezası ağırdır.
5 Şubat 2007, Pazartesi

DEVLET KiM ???

Dink cinayetinde 2. korkunç gerçek
Trabzon Emniyeti'nin Yasin Hayal'in Hrant Dink'i öldürmeyi plandığını İstanbul Emniyeti'ne bildirdiğinin ortaya çıkmasının ardından ikinci ihbar skandalı da patlak verdi:
06 Şubat 2007 10:42
Yazı boyutunu büyütmek için

TOLGA ŞARDAN'ın özel haberi
AZMETTİRİCİ YASİN HAYAL'İN HALASININ EŞİNİN POLİS İFADESİ: 'Dink'in öldürüleceğini jandarma da biliyordu' Hrant Dink'in öldürülmesine ilişkin soruşturmada, emniyetin ardından jandarmanın da cinayetin işleneceğinden haberdar edildiği ortaya çıktı. Cinayete ilişkin soruşturmanın resmi görevlilere ilişkin boyutunu genişletebilecek olan bu görüş, Dink suikastının azmettiricisi Yasin Hayal'in halasının eşi Coşkun İğci'den geldi. İğci, polise, "jandarmaya muhbirlik yaptığını ve Yasin Hayal'in Dink'i öldürme planından jandarma istihbaratını haberdar ettiğini" söyledi. Trabzon'da Yasin Hayal'in de oturduğu belde olan jandarma bölgesi Pelitli'deki istihbarat çalışmalarına ilişkin bazı ifadeler, Dink cinayeti konusunda Erhan Tuncel'in Şubat 2006'da polise yaptığı ihbarın bir benzerinin yaklaşık 5 ay sonra jandarma görevlilerine de yapıldığı görüşünü içeriyor. 'Yasin Hayal silah arıyordu'
Soruşturma kapsamında tutuklanan zanlıların ifadeleri doğrultusunda Hayal'in Trabzon'da devlet memuru olarak görev yapan halasının eşi Coşkun İğci de gözaltına alındı. 31 Ocak Çarşamba günü İstanbul Terörle Mücadele Şubesi'nde sorgulanan İğci, sorgulandıktan sonra adli makamlara sevk edildi ve tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
İğci, polisleri de şaşırttığı belirtilen ifadesinde Hayal'in Dink'i öldürmek için silah bulmaya çalıştığını anlattı. Kendisiyle bağlantı kuran jandarma istihbaratından görevlilerin yönlendirmesiyle "suikast için silah arayan Yasin Hayal'in elindeki parayı silah bulma vaadiyle aldığını" öne süren İğci, talimat üzerine silah temin etmeden parayı geri verdiğini söyledi. 'Jandarma benden bilgi istedi'
Yargı koridorlarına sızan bilgilere göre Coşkun İğci'nin şu yönde ifadeler verdiği öğrenildi:
"2004'te, 1995'ten beri tanıdığım arkadaşımın işyerinde daha önce de yanında gördüğüm iki kişiyle tanıştım. Jandarma istihbarat teşkilatında görevli bu kişilerden telefonlarını aldım ve kendi telefonlarımı verdim. Geçen aralık ayına kadar sürekli görüştük. Benden, duyduğum işe yarayacak bilgileri bildirmemi istiyorlardı. Devlete bir zarar gelecekse yardım edebileceğimi söyledim. Tarihi eserle ilgili bir konuda da yardımcı oldum." 'Bana Hrant Dink'i vuracağını söyledi'
"Yasin Hayal, cezaevinde yatıp çıktıktan sonra, bu kişiler benden akrabası olduğum için kendisiyle ilgili bilgi getirmemi istediler. Yasin Hayal'in askerden izne geldiğinde keser sapıyla bir papaz dövdüğünü, bir düğün salonu bastığını, Başbakan'ın uçağına bomba ihbarı yaptığını anlattım. 2006'nın temmuz ayında Pelitli'de Hayal'in bir gazeteciyi öldüreceği konuşuluyordu. Kendisiyle buluşup bu konuyu sordum. Bana Hrant Dink'i vuracağını söyledi. Kim olduğunu sorduğumda, Türkler hakkında ileri geri konuşan, Ermeni asıllı bir gazeteci olduğunu söyledi." 'İki JİTEM'ciye durumu anlattım'
"Ben de Dink'i vuracağını önceden tanıdığım iki JİTEM (jandarmadaki resmi varlığı reddedilen bir istihbarat oluşumu için kullanılan kısaltma) görevlisiyle ve yanlarındaki bir kişiyle paylaştım. Yeniden buluştuğumuzda Yasin Hayal, silah bulmak için 300 YTL'si olduğunu söyledi. Elinde Dink'in fotoğrafı, iş ve ev adresleri vardı. Bu konuyu anlattığımda JİTEM görevlileri, 'parayı Hayal'den al, bir silah bulacağını söyle' dediler. Parayı aldıktan sonra görevlilere ne yapacağımı sordum. Onlar da 'sende kalsın, nasıl hareket edeceğini söyleriz' dediler." 'Silah için oyaladım'
"2.5 ay geçti. Yasin Hayal beni sık sık arayıp işyerime gelip silahı bulup bulmadığımı soruyordu. Ben de oyalıyordum. JİTEM görevlilerine de bu eylem ile ilgili neler yapabileceğimizi soruyordum. Onlar da biz gerekeni yapacağız, takip ediyoruz, parayı iade etme diyordu. Bu arada Yasin Hayal'in üç farklı telefon numarasını ve üniversiteli arkadaşlarının bilgilerini bu görevlilere verdim." 'Ya silahı ver ya parayı iade et'
"Eylül ayında Yasin Hayal, önce cep telefonundan arayıp sonra işyerime gelip 'ya silahı ver ya parayı iade et' diyerek beni tehdit etti. Görevlilere aşırı derecede sıkıştırıldığımı söylediğimde, 'konuyu değerlendirelim, yapman gerekeni söyleyeceğiz' dediler. Yeniden üç JİTEM görevlisi ile buluştuğumuzda silahı bulamadığımı anlatarak parayı iade etmemi istediler. Parayı nerede iade edeceğimi sordum, çünkü Yasin Hayal'den korkuyordum. 'Değirmendere'de verirsin, biz de seni takip edeceğiz' dediler. Yasin Hayal, buluşma yerine önceden hiç görmediğim bir şahıs ile geldi. Görevliler bizi uzaktan izliyordu. Parayı geri verdim. Bana, silahı bulamadığım ve oyaladığım için kızdı. Sonra kendisini hiç görmedim. JİTEM görevlilerine sorduğumda, 'Bu işi yapmaz, gözetimimiz altında, biz o işi hallettik' diyorlardı." 'Kahraman değil rezil oldunuz' "Hrant Dink'in öldürüldüğünü gazeteden öğrendim. Görevlileri aramadım, çünkü arayacaklarını biliyordum. Cinayetten bir gün sonra ve sonraki akşam beni işyerimden sormuşlar. Bir sonraki gün yine işyerime geldiler. Yanlarında daha önce görmediğim, esmer biri vardı. Benim daha önce anlattığım bilgi notları elindeydi. Bunları okudu ve diğer üç görevliye, 'Sizi kahraman yapacak bir şeyin bilgisini vermiş, ama kendinizi rezil ettiniz' dedi." 'Mezara kadar sır kalacak' "Aynı kişi bana da 'kimseye konudan bahsetme, polis alırsa da konuşma, sonra görüşeceğiz' dedi. Birkaç gün sonra Trabzon otogarından beni minibüsle aldılar. 'Bu olaylar mezara kadar sır olarak kalacak. Anlatırsan senin için iyi olmaz. Polisin seni alma ihtimali yok, ama alırsa anlatmayacaksın' dediler. Daha sonra bu şahıslarla hiç görüşmedim." 'Jandarma anons yaptırdı' "Pelitli'de belediye anonsundan, 'jandarma haricinde sivil vatandaşın kimseye bilgi vermemesi, kendisini güvenlik görevlisi olarak tanıtıp bilgi toplayan kişiler olduğu, bu kişilerin derhal jandarmaya haber verilmesi gerektiği' diye jandarma tarafından anons yaptırıldı." 'Bilgileri sadece JİTEM'le paylaştım'
"Ben Hrant Dink'in öldürülmesi ile ilgili duyduklarımı sadece JİTEM mensuplarıyla paylaştım. 'Gerekeni biz yaparız' dedikleri için başka bir birimi bildirme ihtiyacı hissetmedim. Yasin Hayal'in bana silah vermesi gibi bir olay yoktur. Benim bu olayla alakam yok. Evimde bulunan silah ise kayınpederimin. Boş kovanın da nereden geldiğini bilmiyorum. Düğünlerde atılan çocukların topladığı kovanlardan biri olabilir."Milliyet

DEVLET KiM ????

Dink cinayetinde 2. kez JİTEM adı

Hayal'in eniştesinin ifadesinden sonra JİTEM adı ikinci kez Dink cinayetinde geçti. Polis muhbiri Tuncel'in durumunu inceleyen Mülkiye Başmüfettişleri, korkunç gerçekle karşılaştı.
06 Şubat 2007 11:30


2004'ten itibaren polise muhbirlik yapan Yasin Hayal'in eniştesi Coşkun İğci'nin "JİTEM'e Hrant Dink'in öldürüleceğini söyledim" şeklindeki ifadesinden sonra JİTEM'in adı mülkiye müfettişlerinin incelemesinde ikinci kez ortaya çıktı. Hrant Dink cinayetinde bu iki gelişme ipin ucu nereye gidiyor sorusuna neden oldu:

ANKA'NIN HABERİ

Hrant Dink cinayetinde azmettirici olduğu iddia edilen polis muhbirinin durumunu inceleyen Mülkiye Başmüfettişleri, korkunç bir gerçekle karşılaştı. Tuncel’in Polis Muhbirliğinden JİTEM’e de çalıştığı için atıldığını ifade eden İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek, “Bizden de jandarmadan da para alarak kazancını katlamıştı” dedi. İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu’nun emriyle ilk olarak Trabzon’da incelemelerin tamamlayan Mülkiye Başmüfettişlerinden ikisi İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne giderken, ikisi de Ankara’da bulunan Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı’nda Gazeteci-Yazar Hrant Dink cinayetini araştırmaya başladılar. İstihbarat’taki Yasin Hayal ve grubuna ilişkin yapılan tüm çalışmaları inceleyen müfettişler Y.İ.E (Yardımcı İstihbarat Elemanı) olarak kayda giren ve olayın azmettirici olduğu iddia edilen Erhan Tuncel’e ilişkin kayıtları da mercek altına aldılar.

“EYLÜL SONUNA KADAR”
Bu arada Tuncel’in halen İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek tarafından Muhbir yapıldığı anlaşılırken, 2006 yılının Eylül sonuna kadar da kullanıldığı belirlendi. Aynı tarihe kadar Tuncel’in irtibatlı olduğu Yasin Hayal ve beraberindekilerin telefonlarının 3 aylık süreçte dinlendiğini anlayan müfettişler, Akyürek’e ilk olarak ne kadar Tuncel’e ne kadar para aktarıldığını ve karşılığında ne tip bilgiler alındığı soruldu. Akyürek ve bu kişiye zaman zaman gerek Trabzon Emniyet Müdürlüğü döneminde gerekse, İstihbarat Daire Başkanlığı döneminde yüklü rakamlar olmamakla beraber para verildiğini doğrularken, “Ancak Eylül sonunda bunu kestik” dedi.

“JİTEM’E GEÇTİ”
Tuncel’den alınan bilgilerin sürekli olarak resmi kaynaktan yetkili mercilere aktarıldığını ifade eden Akyürek’e Başmüfettişler, “Eylül 2006 sonunda muhbirlikten neden attınız” diye sordu. Akyürek, bu kişinin son dönemde düzenli görüşmelere gelmediğine dikkat çekerek, “Görüşmelerde de artık eskisi gibi ciddi bilgiler vermemeye başlayınca şüphelendik. Ardında da telefon trafiğini inceleme aldık. Aldığımız bilgi ise tamamı jandarma istihbarat çıkınca görevine son verdik” dedi.
Bir süre Tuncel’in her iki istihbarat kuruluşunu da idare etmeye çalıştığının altını çizen Akyürek, “Atıldıktan sonra Trabzon’daki istihbaratçı arkadaşlara (Onlar daha iyi ücret ödüyor) gerekçesiyle böyle yaptığını söylemiş. bizimkilerde yapılan telefon incelemesinde kullandığı numaranın aradığı telefon numaralarının yüzde 70’nin JİTEM’e ait olduğunu bildirdiler” dedi.
Müfettişlere, “Polis istihbarat yönetmeliği”ni de hatırlatan Akyürek, “Bizde bir başka istihbarat kurumu tarafından kullandığı anlaşılan elamanın işine son verilir. Bizden de jandarmadan da para alarak kazancını katlamıştı” dedi. Bu gelişme üzerine Mülkiye Başmüfettişleri, Tuncel ve beraberindekilerin kullandıkları cep ve sabit telefonların dökümlerinin alınması ve irtibatlı olduğu jandarma istihbarat elemanlarının belirlenmesini istediler.

02 Şubat, 2007

DERiN DEVLET ve iHANET ???

02 Şubat 2007

İbrahim Karagül

PKK uçağı varmış:

Peki ya bu iddialar?

İngiliz Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü 2007 yılı “Askeri Dengeler” başlıkla raporunda ilginç tespitlere yer verdi. Bunlardan en çarpıcı olan ise Türkiye ile ilgili. Öyle çarpıcı ki; bu ülkede bir kişi, bir gazeteci, bir yazar, aynı iddiayı ortaya atsa alay konusu olurdu. “Anıtkabir'e uçakla intihar saldırısı” kadar önemli bir iddia!
Mesela, benzer bir iddiayı dile getirsem, kim bilir kimler ne diyecekti. İddiayı ciddiye alması gereken çevrelerden hiçbir ses çıkmayacaktı. Nasıl olsa iddialar gerçek olduğunda kimse hatırlamıyor. Ama bu enstitünün iddiası pekala ciddiye alındı.
Raporda; “PKK'nın uzaktan kumandayla idare edilen model uçaklarla seçilmiş hedeflere terör saldırısı planladığı” öne sürülüyor. Ve bu iddia Türk istihbarat birimlerine dayanıyor. Öyleyse, Enstitü kadar Türk istihbarat kaynaklarının iddiaları da havada demektir. Acaba öyle mi? Acaba bu iddia doğru mu? Şu an için bilmiyoruz.
Burada aktardığım, en az PKK uçakları kadar önemli iddialar neden ciddiye alınmaz? Bu iddialar daha mı uçuk! Neydi bunlar?

Değişik zamanlarda aktardığım iddiaları sadece hatırlatayım:
“Şırnak'tan özel harekat timleri Kuzey Irak'a giriyor. Peşmergeler, yoğun olarak Türkiye sınırına yakın bölgelere yerleştiriliyor. 6 bin peşmerge Kerkük'e, 2 bin tanesi Musul'a, 3 bin peşmerge de Türkiye sınırına yerleştirildi. İşin ilginç yanı, buradaki Kürt birliklerini ABD ve İsrailli komutanlar yönetiyor. Bölgeye askeri teçhizat nakli yapılıyor, yakın muharebe silahları naklediliyor. Yakın zamanda Bağdat'tan da peşmergelerin Türkiye sınırına nakledileceği ifade ediliyor. Kürtler hem Irak iç savaşına, hem İran'a karşı hem de Türkiye'ye karşı ateşe sürülüyor.”
“Türk özel birliklerinden bazı kişiler İsrail'e gidiyor. Ardından İsrail'den Kuzey Irak'a füzeler ve silah sevk ediliyor. İsrail'in ve peşmergelerin Kuzey Irak'taki füze stokları bilinmesine rağmen hiçbir şey yapılmıyor.” Bir başka yazıdan:
“Türk özel harekat birlikleri sınır ötesi operasyonlar yapıyor, gelişmeleri izliyor. Ama aynı bölgelere yığınak devam ediyor. Üç gün önce bölgedeki Kürt birliklerine füzeler, gece görüş dürbünleri, termal kameralar ve silahlar nakledildi. Kimler tarafından? ABD ve İsrail! Bu malzemeler ayrıca Kerkük, Musul, Erbil ve diğer bölgelerdeki birliklere dağıtılıyor. Yakında yeni füzeler ve ağır silahlar gelecek ve dağıtılacak.”

Bir başka hatırlatma:
“Kuzey Irak tarafına yoğun yığınak başladı. Türkiye sınırına yabancı birlikler indirilip mevzileniyor. Hatta birkaç gün önce Şırnak'ın Altıntepe bölgesine tam sınıra yabancı birlikler indirildi. Tam sınıra değil, sınırın Türkiye tarafına. Yani Türkiye topraklarına. Diyelim ABD ve İsrail'le Türkiye ortak hareket ediyor. O zaman bu yığınağın sebebi ne?”

Devam edeyim:
“Kuzey Irak'taki hareketlenme, ağır silah sevkıyatları, füze nakilleri, füze rampaları, askeri üs inşaatları, Türkiye sınırına indirilen ABD askerleri, sınır bölgelerinde yapılan ölçümler ve arazi araştırmaları… Bunlar acaba Türkiye'nin bölgeye müdahil olmasına yönelik hazırlıklar mı?”
“Türkiye sınırına helikopterlerle indirilen Ankara'nın iki müttefikine ait askeri birimler ölçümler yaparken, bazı bölgelerin koordinatlarını belirlerken, uydu üzerinden hedef noktalar netleştirip ülkelerine aktarırken ne düşüneceğiz?”
“Çukurca ve Şenoba bölgelerinden nakledilen ve havadan indirilen birliklerin operasyonuyla, ABD'nin Mahmur kampında göstermelik arama yapması arasında bir bağlantı var mı? Ya da ABD'nin tavrı, Türkiye'yi teskin etmeyi mi amaçlıyor?”
Birkaç ek yapayım: Önceki gece Zap suyu yakınlarına helikopterlerle ABD askeri ve peşmerge indirildi mi? Bölgede arazi ölçümleri yapılıyor. Birilerinin cevaplaması gereken sorular var: Sadece Irak-Türkiye sınırı değil. Irak'tan Ermenistan sınırına kadar ABD ve İsrail tarafından yapılan sınır ölçümlerinin, arazi taramalarının anlamı ne? Bunlar yanlış mı, doğru mu? Neden Ermenistan sınırına kadar?
Türkiye'nin sınır bölgeleri, Kuzey Irak tarafı füzelerle tahkim ediliyor. Neden ağır silahlar bu bölgelere naklediliyor, neden peşmerge birlikleri ABD askerleriyle birlikte sınıra yakın bölgelerde mevzileniyor? İsrail ve ABD'nin teknik desteğiyle bütün bu bölgeler ne amaçla peşmergeler tarafından uydudan kontrol edilebilecek hale getiriliyor? Bu bölgelere neden son teknoloji ürünü uydu cihazları yerleştiriliyor? Böyle devam ederse Türkiye istese de bölgeye müdahale edemez. Birileri Türklerle Kürtler arasında bir savaş mı tezgahlıyor? Ya da başka senaryolar mı var?
Türkiye, Ankara'ya gelen PKK Koordinatörü Joseph W. Ralston'a sorulacak tek soru vardı: Bütün bu askeri yığınağın, hazırlığın amacı ne? Bu silah sevkıyatı kime karşı ve neden? Yapacak bir şey yok. Bu iddiaların ABD ya da İngiltere'den bir yayın organı tarafından gündeme getirilmesini bekleyeceğiz…