Fikir7 Manset Haberler

25 Ağustos, 2007

Enver Pasa´nin sattigi Kibris Adasi



1878-1923 Dönemi 1878 yılında Ruslar Kars, Ardahan ve Artvin'i işgal etti. Bunun üzerine İngiltere Osmanlı İmparatorluğu'nu Ruslar'a karşı korumak için Kıbrıs'ın kendisine kiralanmasını istedi.
Bu isteği kabul etmek zorunda kalan Osmanlı İmparatorluğu, Kıbrıs'ı; Ruslar Kars, Ardahan ve Artvin'den çıkarılınca boşaltmak üzere İngiltere'ye kiraladı.
Osmanlı İmparatorluğu 1914 yılında Almanya'nın yanında savaşa girince İngiltere adayı tek taraflı olarak ilhak etliğini açıkladı.
Canakkale Savaslari ile ve 1.Dünya savasi ve Osmanli ile ilgili konularda aslinda 1907 de Osmanli adina Enver Pasa´nin Berlin´de, Osmanli Devletinin haberi olmadan 30.000 Aklman altini karsiliginda ittifak anlasmasi imzaladigini belirtmistim.
Kibris´in elden cikmasi da iste bu anlasmanin bir sonucudur.
Söyleki; Canakkale bogazina girerek, kendilerini kovalayan ingiliz savas gemilerinden gecen 2 Alman savas gemisini teslim etmedigimizden dolayidir ki, 1. Dünya savasinda Almanlarin tarafinda oldugumuzu belirtmis olduk. Bunun üzerine parasini pesit ödedigimiz ingiliz tersanelerinde yapilan 2 savas gemimiz bize teslim edilmeyerek gasp edildiler ingilizler tarafindan.
Kibrisida ingiltere bu olaydan dolayi ilhak etti.
Daha sonra Ruslar işgal ettikleri yerlerden çekilmelerine rağmen İngiltere adayı boşaltmadı.Türkiye 1923 yılında Lozan Antlaşması ile (Madde-23) adanın İngiltere'ye bırakılmasını kabul etti. Anlaşmada yer alan bir madde ile adanın statüsünde meydana gelecek değişikliklerde söz sahibi oldu. Ayrıca 2 yıl süre ile adadaki Türkler'e Türkiye'ye göç etme ve Türk Vatandaşı olma hakkı tanındı. Bu sürede çok sayıda Türk Türkiye'ye göç etti. Kalanlar ise İngiliz idaresine girdi.
1923-1960 Dönemi Bu dönem Kıbrıslı Türkler için en zor dönemlerden biridir. Bir yandan İngilizler'in baskısına bir yandan da Rumlar'ın tedhiş eylemlerine hedef oldular. 1923 yılında oluşturulan yasama meclisi 9 Rum, 3 Türk ve 6 da İngiliz Hükümeti tarafından atanan 18 üyeden meydana geliyordu. Bu, Türkler'e yapılan bir haksızlıktı. Bu yetmiyormuş gibi 1925 yılında meclis 12 Rum, 9 İngiliz ve 3 Türk üyeden oluşturularak haksızlık büyütüldü. Buna rağmen Rumlar ENOSİS'i gerçekleştirmek için ilk isyanlarını 1931 yılında gerçekleştirdiler. Bunun üzerine meclis fes edildi ve 1933 yılında 4 Rum, l Türk üyeden oluşan Danışma Meclisi kuruldu. Bundan sonra da Rumlar'ın ENOSİS için çalışmaları hızlanarak sürdü. 1950'li yıllarda Yunanistan'ın öncülüğünde Self-Determinasyon hakkını kullanmak için BM'e başvurdular. Bu istekleri adada iki ayrı toplumun yaşadığı hatırlatılarak reddedildi. Rumlar ENOSİS'i gerçekleştirmeye hukuken imkan olmadığını anlayınca l Nisan 1955'te EOKA terör örgütünü kurdular ve İngilizlerle birlikte Türkler'e karşı kanlı cinayetlerine başladılar. Makarios ve Grivas'ın önderliğindeki bu örgütün amacı; İngiltere'yi adadan atmayı müteakip Türkler'i katlederek ENOSİS'i gerçekleştirmekti. Buna karşı Türkler de kendilerini koruma ve ENOSİS'e engel olmak maksadıyla önce VOLKAN Teşkilatını, daha sonra da l Ağustos 1958 tarihinde TMT (Türk Mukavemet Teşkilatı)'nı kurdular.EOKA'nın terör faaliyetleri neticesinde binlerce Türk göç etmek zorunda kaldı. Bu dönemde NATO ve BM'in girişimleri ile İngiltere-Türkiye ve Yunanistan arasında çeşitli diplomatik temaslar yapıldı ve 11 Şubat 1959 tarihinde 27 maddelik Zürih Anlaşması imzalandı. 19 Şubat 1959'da ise Londra'da iki toplum liderinin de katılmasıyla Londra Anlaşması imzalandı. Bu Anlaşmaları esas olan Kıbrıs Anayası ile ittifak ve garanti anlaşması da 15/16 Ağustos 1960 tarihinde imzalanarak KIBRIS CUMHURİYETİ kuruldu. 16 Ağustos 1960 tarihinde 650 kişilik Türk Alayı ve 950 kişilik Yunan Alayı Mağusa Limanı'ndan adaya çıktı. Bu anlaşmaların ve anayasanın esasları özetle şöyledir:Kıbrıs bağımsız bir cumhuriyet olacak, Cumhurbaşkanı Rum, cumharbaşkan yardımcısı Türk olacak; Resmi dil Türkçe ve Rumca olacak; Yasama yetkisi % 70 Rum, % 30 Türk'ten oluşan temsilciler meclisinde olacak; Cumhurbaşkanı ve cumhurbaşkan yardımcısının ayrı ayrı veto hakları bulunacak; Yürütme organında 7 Rum, 3 Türk bakan görev alacak; Anayasanın temel maddeleri hariç Türk ve Rum üyelerin ayrı ayrı 2/3 çoğunluğu ile tadil edilebilecek; İdare % 70 Rum, % 30 Türk nisbetinde olacak; Kıbrıs'ın % 60'ı Rum, % 40'ı Türk olmak üzere 2000 kişilik bir ordusu bulunacak; Cumhurbaşkanı ve yardımcısı tarafından müştereken tayin edilecek 2 Rum, l Türk ve l tarafsız üyeden oluşan bir yüksek mahkeme kurulacak; KIBRIS'ın 5 büyük şehrinde Türkler'in ve Rumlar'ın ayrı belediyeleri bulunacak; Türkiye, Yunanistan, İngiltere ve Kıbrıs Cumhuriyeti arasında bir garanti ve ittifak anlaşması imzalanacak ve bu anlaşma anayasa hükmünde olacak; Kıbrıs'ın herhangi bir devlet ile tamamen veya kısmen birleşmesi veya taksime dönüşmesi, bağımsızlığın kalkması olarak kabul edilecek; Her toplum kendi kültür ve dilinde eğitim görecek, bu hususta anavatanlarınca desteklenebilecek; Dışişleri, savunma ve maliye bakanlıklarından biri Türklere verilecektir. (539) Garanti anlaşmasında ise Türkiye, İngiltere ve Yunanistan anayasa ile kurulan düzeni garanti ediyor, müştereken veya ayn ayrı müdahale hakkına sahip oluyordu.

22 Ağustos, 2007

Türk Telekom ve Avea'ya ceza


Telekom ve Avea'ya rekabet cezası Reklam Kurulu, Türk Telekom ve Avea'ya ceza kesti. Her iki kurum da tüketiciyi eksik bilgilndirdiği ve haksız karşılaştırma yapılmasına zemin hazırladığı suçunu işledi.
22 Ağustos 2007 05:28

Reklam Kurulu, deneyim ve kalite konusunda ambalajda kullanılan ifadelerle tüketicileri yanıltabilecekleri gerekçesiyle Anadolu Rakı ve Apemeia votkanın reklamlarını durdurdu, düzeltme cezası verdi. Reklam Kurulu, yeni tarifesi reklamında tüketiciyi tam bilgilendirmeyerek yanılmaya neden olduğu gerekçesiyle Türk Telekom'a 59 bin 192 YTL para cezası, kurumsal tarifeleri reklamlarında Turkcell tarifesini eksik sunarak haksız karşılaştırmaya neden olduğu gerekçesiyle Avea'ya da 118 bin 384 YTL para cezası verdi. Reklamlar durduruldu. Kurul, Sağlık Bakanlığı'nın, "Sensodyne" marka diş macununun "ara ürün" niteliğinde olduğuna karar vermesi üzerine de, Ali Raif İlaç Sanayi hakkında reklam durdurma ve 59 bin 192 YTL para cezası uygulanması kararı aldı.

18 Ağustos, 2007

Ergenekon cöktü mü ?



2 nolu vatanseverden şok iddialar Tukuklana Vatansever Kuvvetler Güç Birliği Derneği Genel Başkanı'nın sağ kolu olan Zihni Çakır, çok konuşulacak kitabında, 28 Şubat süreci ve örgüte dair ilginç bilgilere yer verdi.
18 Ağustos 2007 08:51

'Girdap Operasyonu' çerçevesinde tutuklanarak cezaevine konulan Vatansever Kuvvetler Güç Birliği (VKGB) Derneği Genel Başkanı Taner Ünal'ın eski 'sağ kolu' Zihni Çakır, ilginç iddialar ortaya attı.Çakır, gelecek hafta piyasaya çıkacak 'Ergenekon'un Çöküşü' isimli kitabında, 5 Kasım 1997'de Albay Vural Berkay'ın ölümüyle sonuçlanan olaya dikkat çekiyor. Genelkurmay Başkanlığı'na getirilmesine kesin gözüyle bakılan dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun da ölüm tehlikesi atlattığı olayın kaza değil vatanseverler tarafından düzenlenen bir suikast girişimi olduğunu ileri sürüyor. 'Vatanseverler arasındaki telefon görüşmelerinde 'bir numara' koduyla anılan kişinin emekli Korgeneral Hasan K. olduğunu iddia eden Çakır, kitabında ayrıca, emekli Orgeneral Hurşit Tolon'un MHP'de liderliği ele geçirmeye çalıştığını yazıyor. Eski Türkeli Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Çakır, iddialarını terör uzmanı 'güvenilir' bir istihbaratçıya dayandırıyor.Zihni Çakır, ismini vermekten kaçındığı istihbaratçının kendisine, "Bu Ergenekoncular Türkiye için öylesine tehdittir ki; ama bakınca vatan için canlarını verecekler sanırsın. Eğer mantığın, 28 Şubat sürecinde bir Genelkurmay Başkanı'na suikast girişiminde bulunacak kadar pervasızlaşacaklarını kaldırabiliyorsa, vatansever (!) olduklarından şüphe etmezsin." dediğini yazıyor. Aynı istihbaratçı kendi kendisine yönelttiği, "Ama düşün bakalım; o dönemde bu suikast girişimi gerçekleşmiş olsaydı ne olurdu?" sorusunu yine kendisi yanıtlıyor: "Türkiye'de laik-anti laik çatışması sokak anarşisine kadar giderdi. Bu suikasta o dönemin anti-laik olarak yaftalandırılan iktidarın neden olduğu propagandası yapılır ve ülke tekrar birleşmemek üzere ayrılırdı. Kimin işine yarardı bu; sözde Ergenekonculara görev tevdi eden iç ve dış mihrakların."KKTC'de yapılan Toros 2-97 Tatbikatı sırasında seken bir kurşun, Kıvrıkoğlu'nu sıyırıp arkasındaki Albay Vural Berkay'ın ölümüne sebep olmuştu. Bunun Kıvrıkoğlu'na yönelik bir suikast olduğu iddiaları o dönemde de ortaya atılmıştı. Olayın ardından gündeme getirilen 'suikast' iddiaları, TSK komuta kademesindeki terfilere dayandırılmıştı. Genelkurmay Başkanlığı'na kesin gözüyle bakılan Kıvrıkoğlu'nun ölmesi halinde, yerine dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir'in geleceği öne sürülmüştü. Böylece 28 Şubat'ın 'kudretli paşaları'nın önünün açılacağı, Kıvrıkoğlu ekibinin tasfiye edileceği iddia edilmişti. Zihni Çakır, bugünkü 'Vatansever' çetelerin tepesinde 'Ergenekon' adı verilen derin yapılanmanın olduğunu belirtiyor. Kitabında, Ergenekon'un tarihsel kökenlerine eğilerek, Kurtuluş Savaşı'nda hayat bulan Yeşil Ordu ve Gürbüzler Ordusu'na atıfta bulunuyor. Buna göre, 1920'de Milli Mücadele için kurulan Yeşil Ordu gizli bir teşkilat. Ancak zamanla amacından saparak Sovyet Rusya'ya hizmet eder hale gelmiş. Kitapta, Atatürk'ün bunu fark ederek teşkilatı kapatmak istediği; ancak meydan okumayla karşılaştığı anlatılıyor. Yazar Çakır, o gün Sovyetler'den maddi destek alan Yeşil Ordu ile bugünkü kuvvacı, vatansever çeteler arasında fark olmadığını öne sürüyor. Çakır, halen su yüzüne çıkarılamamış irili ufaklı 20 civarında örgütlenmenin faaliyette olduğunu öne sürüyor.Kitabında, "Vatanseverlerin etnik kökeni ile ilgili araştırma yapıldığında sadece 2 göbek ötesine inebilirsiniz. Sonrası muammadır." diyen Çakır, "Sahipliğini, Vatansever Kuvvetler Güçbirliği Hareketi Derneği Genel Başkanı Taner Ünal'ın yaptığı ve 1996-1997 ve 1998 yıllarında haftalık olarak çıkarılan Türkeli Gazetesi'ndeki görevim sırasında bu yapılanmaların ülke için nasıl bir tehdit oluşturduğuna tanık oldum. Devletin önemli kurumları ile olan gayrimeşru bağlantıları nedeniyle dış mihrakların, ülke üzerindeki emellerini gerçekleştirmede kullanılabilecek potansiyel örgütler denilebilir." şeklinde yazıyor.Tolon'un hedefi MHP liderliğiZihni Çakır'ın kitabında Hurşit Tolon'la ilgili iddialara da yer verilmiş. Çakır kitabında "Ahmet Cinali'nin, K. Paşa'nın (Hasan Kundakçı) tespiti olarak aktardığı bilgilere göre, MHP'de taban ile tavan arasındaki kopukluğu ortadan kaldıracak yeni bir lidere ihtiyaç vardır. Ülkenin MHP'ye ihtiyaç duyduğu bu dönemde, Hurşit Tolon paşa önderliğinde bir grup emekli asker MHP yönetimini ve liderliğini ele geçirme planı yapmaktadır." diyor. Çakır, aynı eserinde "Şimdiki '1 numara', K. Paşa'dır." diyerek açık ve net konuşuyor.Taner Ünal, BÇG'ye çalıştıÇakır, çalışmasında Taner Ünal'ın 28 Şubat sürecinde BÇG için belge ve bilgi topladığını anlatıyor: '1 numara' ile 'paşa'nın buluşmasından sonra Taner Ünal, gazeteciliği bir kenara bırakarak, başbakan ve kabine üyelerinin faaliyetlerini takip etmeye başlamış, bir nevi BÇG elemanı haline gelmişti. Yaptığı iş bir anlamda siyasi otorite üzerine asker vesayeti oturtmak için ajanlıktı. Ona göre darbe olursa gelecek askeri yönetim, '1 numara' sayesinde ona devlet yönetiminde önemli görevler verecekti. Ünal'ın en büyük destekçisi de 'baba' diye hitap ettiği eski üst düzey bir yargı mensubudur.28 Şubat için belge toplamışlar; 'takunyalıların' direnci kırılacak28 Şubat süreciyle ilgili kitapta yer alan bir bölüm özetle şöyle: '1 numara' (Hasan K.), 'özel bir ziyarete gideceğini ve aracı benim kullanmamı' istedi. BÇG'nin raporlarının basında yer aldığı ve siyasi otorite üzerindeki asker baskısının had safhaya ulaştığı bu süreçte, 1997 Ocak ayında, ikimiz araca binerek, Bahçelievler'de bir akaryakıt istasyonuna vardık. '1 numara' ve 'paşa' araca bindi. '1 Numara'nın anlattığına göre, bu kez belge ve delilleriyle bir rapor hazırlamıştı. Bu raporun toplantıda 'takunyalıların' önüne atılmasıyla karşı direnç tamamen kırılacaktı. Rapor içeriğini güçlendirecek birkaç belge daha beklediğini söyledi. Paşa, 'Aslında belgeye bulguya gerek olmadığını, ancak yapılacak hamlenin toplumda destek görmesi açısından bölgelerden toplanacak raporların belgeleriyle basında da yer alması gerektiğini' dile getirdi. '1 numara', kamuoyu oluşturmak için basında aracının kim olacağını sorunca, "E. fazla demokrasi yanlısı kesildi. T. iyi bir çıkış yakaladı. Bizim çizgimizden de dışarı çıkmaz." diyerek cevapladı. Konuşulan konunun önemini fark edince araca aldığımız şahsın kimliği de netleşmeye başladı zihnimde. Bu şahıs, döneme damgasını vuran en üst düzey komutanlardan (denizci) biriydi. Sözü edilen raporlar da BÇG'nin 54. Erbakan hükümetini devirmek için yürüttüğü istihbarat çalışmalarıydı. 54. hükümet döneminde yapılan MGK toplantılarından en fazla 5 gün önce, '1 numara' gazeteye gelir, el yazısıyla hazırladığı metni bilgisayar ortamında tekrar yazdırır, alınan çıktılara çeşitli basın organlarında hükümet aleyhinde makale ve haberleri de ekleyerek bir klasör haline getirip gazeteden ayrılırdı. Yapılan ilk MGK toplantısından sonraki bildiride, bu metnin çok ufak farklarla aynen yayımlandığına tanık olurduk.
(Zaman)

17 Ağustos, 2007

AB, nin GÜNEY-DOGU´YA SOSYAL ADALETIi


Avrupa Birliği'nin ihya edeceği 12 il Avrupa Birliği, Katılım Öncesi Mali Yardım Aracı kapsamında 12 kente 500 milyon Euro yardım yapacak.
AB yardımlarından bugüne kadar aslan payını ise Güneydoğu illeri almıştı..

17 Ağustos 2007 04:35

AB Komisyonu'nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn, Katılım Öncesi Mali Yardım Aracı çerçevesinde Türkiye'ye yapılacak 500 milyon euroluk yardımın ağırlıklı olarak yöneleceği illeri,
Ağrı, Van, Mardin, Erzurum, Şanlıurfa, Gaziantep, Kayseri, Malatya, Trabzon, Kastamonu, Samsun ve Hatay olarak açıkladı.
Rehn, Avrupa Parlamentosu'nun Sosyalist Grup Üyesi Yunanistan kökenli milletvekili Panagiotis Beglitis'in AB Komisyonu'nun yanıtlaması istemiyle verdiği Güneydoğu illerinin desteklenmesine yönelik yazılı soru önergesini yanıtladı. Beglitis önergesinde, AB'nin Türkiye'deki Kürtlerle ilgili stratejisinin demokratik diyalogu teşvik amaçlı girişimleri desteklemekle sınırlı olmadığını belirtmişti.

2009'DA 560 MİLYON EURO'YA ÇIKACAK

Beglitis, “AB'nin; yoksullukla, az gelişmişlikle savaş ve halkın genel yaşam kalitesini iyileştirmekte ihtiyaç duyulan altyapı yatırımlarının finanse edilmesi için Türk ve Kürt yetkililerle işbirliği yaparak, ekonomik ve sosyal iyileşme programlarının geliştirilmesi ve uygulanmasına yardımcı olma sorumluluğu vardır” dedi.
Olli Rehn, komisyon adına verdiği yanıtta, Avrupa Birliği'nin 2007 - 2013 yılları arasında aday ülkelere katılım öncesi süreçte finansal destek sağlamak üzere hayata geçirdiği “Katılım Öncesi Mali Yardım Aracı - The Instrument for Pre-accession Assistance (IPA)”nın, gelecek yıllar boyunca Türkiye'ye mali yardım sağlayan önemli bir araç olduğunu belirtti. Türkiye'ye bu yıl verilecek 500 milyon euro yardımın, 2009'da 560 milyon euroya yükseleceğini belirten Olli Rehn yardımlar konusunda şu bilgiyi verdi:

ÜÇTE BİR PAY GÜNEYDOĞU'YA

Rehn, 1996-2006 yılları arasında Avrupa Topluluğu tarafından Türkiye'ye yöneltilen altyapı ve sosyo ekonomik gelişmeye destek amaçlı 846 milyon euroluk yardımın 301 milyon euroluk bölümünün (yüzde 36) Türkiye'nin doğu ve güneydoğusundaki bölgelere yönlendirildiğini kaydetti.

Atatürk Cumhuriyetinin Sonu



'Atatürk Cumhuriyeti'nin sonu mu?' İngiltere'de yayımlanan haftalık Economist dergisi Türk generallerinin bağırlarına taş basarak Abdullah Gül'ün olumlu yönlerini görmeleri gerektiğini yazıyor.
17 Ağustos 2007 10:44


"Cumhurbaşkanlığı dertleri, yeniden" başlıklı yazıda Economist, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanlığına yeniden aday olmasını "deja vu" olarak niteliyor.
Economist, yazının başında Anayasa Mahkemesi'nin iptali ile sonuçlanan bir önceki cumhurbaşkanlığı seçim sürecini özetliyor.
Sonra da, generaller için kendi ifadesiyle; "ezici bir mağlubiyet olan" seçimlerin ardından Erdoğan liderliğindeki Adalet ve Kalkınma Partisi'nin muhaliflerin kaygılarına duyarlı olduğu mesajlarına gönderme yaparak, şöyle devam ediyor:
"Başbakan Erdoğan yeni cumhurbaşkanının belirlenmesinde dahi uzlaşma arayacağının işaretlerini vermişti. Generallerle de karşı karşıya gelmemeye çalışıyordu.''
''Ama Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanlığı hırsını yatıştıramadı. Adalet ve Kalkınma Partisi üzerindeki rakipsiz otoritesini göz önüne aldığımızda, sormamız gereken soru şu: Erdoğan Gül'ün bu isteğini yatıştırmakta neden başarısız oldu?"
'Atatürk Cumhuriyeti'nin sonu'
Economist'e göre, ''ordu için, türbanlı bir cumhurbaşkanı eşi, Atatürk cumhuriyetinin sonunu kesinleştirmekle kalmıyor, aynı zamanda Anadolu'nun içlerinden gelen dindar bir burjuvazinin yükselişini de simgeliyor.''
Dergi, ayrıca, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'le Gül arasında bir karşılaştırma da yapıyor.
"İçe dönük Sezer'in aksine, Gül yurtdışında yaşamış ve akıcı bir İngilizce konuşan sofistike bir insan. Dışişleri bakanı olarak Türkiye'nin Arap komşuları ve İran'la iyi ilişkiler kurmasının yanısıra, Irak savaşıyla bozulan Türk-Amerikan ilişkilerini de düzeltmek için bir hayli çalıştı.''
''Üst düzey bir Amerikalı yetkilinin deyişiyle, Condi, yani Condoleezza Rice onu sever ve ona güvenir."
Bilgi Üniversitesinden Soli Özel'in, "açık bir darbe dışında generaller Gül'ün cumhurbaşkanlığını engellemek için çok az şey yapabilirler," yorumunu da aktaran dergi, Mehmet Ali Kışlalı'nın Radikal gazetesindeki yazısında dile getirdiği, ordunun ağırlığını hissettirmek için başka araçları da var, sözlerini de taşıyor yazısına.
Cumhuriyet Halk Partisi'nin yapacağını açıkladığı gibi, Çankaya Köşkü'nü boykot etmek. Adalet ve Kalkınma Partisi'nin kapatılmasını sağlamak için mahkemeleri harekete geçirmek olabilir bu araçlar Economist'e göre.
''Adalet ve Kalkınma Partisi'nin seçim zaferi dolayısıyla, "ordu kendi itibarını zedelememek için doğrudan bir müdahaleyi göze alamaz" görüşünü aktaran Economist'in yorumunu şöyle sonlandırıyor:
''Bu sürecin sonunda herhalde "generaller bağırlarına taş basmaya ve Gül'ün olumlu yönlerini görmeye çalışmaya zorlanacaklar, zaten Gül'ün geçmişi, korkmaları gereken birşey olmadığını gösteriyor; eğer demokrasiye inanıyorlarsa."



BBC Türkçe

Derin Devletten Taman Kazanma Ricasi...


Sezer'in Erdoğan'dan özel ricası Sezer'in, 6 Ağustos günü hükümeti kurma görevini Erdoğan'a verirken, bir ricada bulunduğu da ortaya çıktı. Sezer'in ricası Referandum ihtimaliyle ilgili.
17 Ağustos 2007 07:07

Muharrem Sarıkaya'nın köşe yazısından bir kesit
Referandum ricası
Bu arada Sezer'in, 6 Ağustos günü hükümeti kurma görevini Erdoğan'a verirken, bir ricada bulunduğu da ortaya çıktı.
Aktarıldığına göre, Erdoğan parti yönetiminde Cumhurbaşkanlığı seçim sürecine ilişkin takınacakları tavrı belirlerken, konu bir ara Anayasa referandumuna geldi.
Toplantıda Anayasa değişiklik sürecinin tamamlanması, Cumhurbaşkanı'nın halk tarafından seçiminin ise 7 yıl sonra yapılacak süçimde uygulamaya konulması görüşünde birleşildi. Bu aşamada Erdoğan, Sezer'in kendisine ilettiği ricasını açıkladı: "Cumhurbaşkanlığı için 'referandum sürecini durdurun' dedi..."
Erdoğan'ın "Referandum 21 Ekim'de yapılacak" sözünden yola çıkarsak, Anayasa değişikliği halk oyuna sunulacak.
Ancak, Cumhurbaşkanlığı seçim sandığı 7 yıl sonra halkın önüne konulacak.
Tabii bu arada Anayasa'da değişikliği yapılıp Cumhurbaşkanı'nın görev süresi ve yetkileri ile ilgili düzenleme Meclis'ten geçmez ise...
msarikaya@sabah.com.tr
(Sabah)
MiM´den:
Sezer kimdir ?
- Sezer Ittihadd-i terakkicilerin devlet yapisi icerisindeki bir numarali adamidir.
ittiahadd-i terakkiciler kimlerdir ?
ittihadd-i teraki cemiyeti, enver pasanin kurdugu Türk Devletini, Vatanini ve Milletini batililara satma, aradada komisyoncu olarak nemalandirma cemiyetidir.neden

16 Ağustos, 2007

TSK; CUNTACI GENERALLER´mi yetistiriyor ?

Askerden 'gizli anayasa' mesajı Dün görevi devrederek emekliye ayrılan Tümgeneral Naci Beştepe, “TC köklü gelenekleri, yazılı olmayan kuralları olan bir devlettir. Devleti temsil edenler, bunları içine iyi sindirmelidir” dedi. 16 Ağustos 2007 09:22

(MiM) Türkiye Cumhuriyeti "yazili olmayan kurallari" olmayan bir ülkedir. Eger bu yazili olmayan kurallar olarak Czntaci Generallerin kendi Kurallarindan bahsediyorsaniz, Cunta yapabilme cesaretine sahip olabilmeniz, Cuntayi bu ülkede hakim, iktidar kilabilmeniz sarttir. Yoksa bu "yazili olmayan" kurallariniz gecerli degillerdir.
Bunu yapabilecek Cuntaci kaldi mi ki ?
Korkakca askerimizin arkasina siginarak, kendinizi göstermeden korkunuzdan islik calmaya calisiyorsunuz.
Çikin ortaya bu milletin mali olan, size sadece bu milleti dis düsmanlarindan korumak icin emanet edilen tanklarla, Ucaklarla, Gemilerle....
Darbe yapmaya bir yeltenin...
Bu millet sizleri taniyor, intikam almak icinde sizleri sokaklarda, caddelerde bekliyor.
Lütfen bir DARBE......!!!!

"Yazili olmayan bazi kurallar" yoktur bu ülkede ama Genel Kurmayin arsi


Murat GÜRGEN'in haberi

Abdullah Gül’ün ikinci kez Cumhurbaşkanlığına aday olmasının ardından, 27 Nisan’da e-muhtıra yayımlayan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sergileyeceği tavır iç ve dış kamuoyu tarafından merakla izleniyor. Samsun’da Garnizon Komutanlığı’nı bu göreve atanan Tuğgeneral Ali Er’in emekliye ayrılması nedeniyle “vekaleten” Kurmay Albay Hakan Özşar’a devretmek zorunda kalan Tümgeneral Naci Beştepe ilginç mesajlar verdi ve “Türkiye Cumhuriyeti Devleti, köklü gelenekleri, yazılı olmayan kuralları olan bir devlettir. Devleti temsil edenler bunları içine iyi sindirmelidir” dedi.
Beştepe “iktidar ve güce hizmet edenlerin üst makamlara gelse de dolduramayacağını ve maşa olmaya devam edeceğini” söyledi. TC’nin temel değerleri önemli Törende bu yıl orgeneralliğe terfi eden Eğitim ve Doktrin Komutanı Korgeneral Erdal Ceylanoğlu, Türkiye’nin yönetilmesine dair dikkat çekici mesajlar verdi. Korgeneral Ceylanoğlu TSK için hiçbir zaman değişmeyecek en önemli özelliğinin Cumhuriyetin temel değerlerinin korunması olduğunu vurguladı. Görevi devrederek emekliye ayrılan Tümgeneral Naci Beştepe ise “Devleti temsil sorumluluğunu unutup rüzgar nereden esiyorsa o yönde hareket edenler, iktidar ve güç kimdeyse ona hizmet edenler, daha üst düzeyde makamlara getirilebilir” dedi ve sözlerini şöyle sürdürdü: “Ancak o makamları da dolduramaz, kendilerini oralara getirenlerin maşası olmaya devam ederler. Asıl hizmet edilmesi gereken halk da her şeyi görür ve herkese değerini biçer. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, köklü gelenekleri, yazılı olmayan kuralları olan bir devlettir. Devleti temsil edenler bunları içine iyi sindirmelidir.” Devlet adamı kaypak olmamalı Tümgeneral Naci Beştepe sözlerini şöyle noktaladı: “Kişisel ve aileden kaynaklanan kırgınlıklar kamusal faaliyetlere yansıtılmamalıdır. Diğer kurum ve makamlara verilen değer, devlete, millete ve kendi kurum ve makamına verilen değerin ölçütüdür. Zamana ve kişilerin statü değişikliklerine bağlı olarak kaypak davranış sergilenmesi, mertlik, kararlılık ve tutarlılık gerektiren devlet adamlığı niteliklerinin yetersizliğini gösterir.” Terör örgütünün yasal uzantıları iş başında!.. 2. Ordu Komutanı Orgeneral Iğsız, Diyarbakır’da konuştu: “PKK, terörle gerçekleştiremediği isteklerini, yasal görünümdeki uzantıları vasıtasıyla elde etmeye çalışıyor...” 2’nci Ordu Komutanı Orgeneral Hasan Iğsız, Diyarbakır’da 7’nci Kolordu Komutanlığı’nın devir teslim töreninde yaptığı konuşmada terör örgütünün yasal görünümdeki uzantılarına dikkat çekti. Diyarbakır Orduevi’nde düzenlenen törende, Korgeneral A. Cahit Sarsılmaz 7’nci Kolordu Komutanlığı görevini Korgeneral Bekir Kalyoncu’ya devretti. 2. Ordu Komutanı Orgeneral Iğsız törende yaptığı konuşmada, Korgeneral Sarsılmaz ve yerine atanan Korgeneral Kalyoncu’yu övdü ve “Öncelikli görevi terörle mücadele olan 7’nci Kolordu emin ellere teslim edilmiştir” dedi. Terör örgütü yalnız değil Orgeneral Iğsız, törene katılanlara ise şöyle seslendi: “Bölücü terörle mücadelemiz her geçen gün artan bir kararlılıkla sürdürülmekte ve başarıya doğru önemli adımlar atılmaktadır. Ancak, terör örgütü, terörle gerçekleştiremediğini, isteklerini, yasal görünümdeki uzantıları vasıtasıyla elde etmeye çalışmaktadır. Demokrasi, insan hakları gibi herkesin benimsediği, saygı duyduğu evrensel kavramların içeriğini çarpıtarak arkasına saklanmaktadır. Bunların cumhuriyetin temel değerleriyle sorunları vardır. Atatürkçü düşünceyi en büyük engel olarak görmektedir. Ne yazık ki bu konuda yalnız değillerdir. Gerek yurt içi gerekse yurt dışında rejimle cumhuriyetin temel değerleriyle sorunlu olanlar, farklı amaçlarla, ayrılıkçı unsurlarla, fazla görünür olmayan iş birliğine girmektedir. Hedeflerine ulaşmak için el birliğiyle Atatürk’ü ve bize vasiyeti olan düşünce sistemini yüreklerden silmek ve böylelikle cumhuriyetin temel değerlerini korumasız hale getirmek istiyorlar. Huzurunuzda ifade ediyorum, beyhude bir çabadır.” Daima harbe hazır olacağız Görevi devreden Korgeneral Sarsılmaz, “Kendini yalnız ülke savunmasına adamış komutanlar, kıtalar yetiştirmeye çalıştım” dedi. Yeni komutan Korgeneral Bekir Kalyoncu da 7. Kolordunun her türlü tehdide karşı daima harbe hazır bulunarak, hürriyet ve bağımsızlığın, toprak bütünlüğünün, güven ve huzurun teminatı olmaya devam edeceğini söyledi. Konuşmaların ardından, Korgeneral Cahit Sarsılmaz, Korgeneral Bekir Kalyoncu’nun yakasına birlik sembolünü taktı. Korgeneral Kalyoncu da Sarsılmaz’a komuta süresince kullanılan komutanlık forsunu hediye etti. Daha sonra, görev devir-teslim tekmili verildi.

Vatan

12 Ağustos, 2007

Hükumete Uyari...1.Mart Tezkeresi Stratejisi

Gül'le beraber kimler aday olacak?
Başbakan Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı adayı için “arkadaşlar olabilir” vurgusu parti içinde de yankı buldu.
Partide Gül’ün yanı sıra hangi isimlerin aday olabileceği de tartışılıyor.
12 Ağustos 2007 09:00

Ebru TOKTAR'ın haberi
Parti içinde öne geçen isimler arasında eşlerinin başı açık olanlara dikkat çekiyor. Beşir Atalay, Murat Başesgioğlu, Mehmet Aydın, Vecdi Gönül ve Burhan Kuzu cumhurbaşkanlığı için konuşulan isimler. Eşinin başı boneli olan, Cemil Çiçek de ismi öne geçen adaylar arasında yer alıyor. Kulislere yansıyan diğer isimler de Zafer Üskül ve Ertuğrul Günay. Ancak parti içinde, bu isimlerin adaylıklarına daha mesafeli yaklaşılıyor.

BU KEZ ADAY AÇIKLAMAYACAK
AKP’de yaygın bir görüş de bu kez Başbakan Erdoğan’ın “kendi adayını” açıklamayacağı yönünde. Bu düşünceyi dile getirenler, Başbakan’ın 22 Temmuz öncesinde “Benim adayım Abdullah Gül kardeşim” diyerek sorumluluğu tümüyle üstüne aldığı, bu kez tutumunun böyle olmayacağı görüşünde. Bu kesim, Başbakan’ın yeni süreçte yeni strateji izlediğini, bu kez “Kararı Abdullah Gül verecek, onun taktiridir” sözlerinin aslında “benim adayım Gül değildir” anlamını taşıdığını savunuyor. Kimilerine göre ise “Gül’den başka aday söz konusu değil. Erdoğan, çoğul konuşarak, aday hakkında nabız yoklamak üzere diğer partilerin liderlerine gidecek AKP yetkililerini kastediyor.” Bir başka yoruma göre, “Başbakan Erdoğan, kamuoyunu şaşırtmak için bu sözü kasıtlı olarak kullanıyor. Yine en güçlü tek aday Gül.” Kimi kastettiği tartışılıyorAKP Grup Başkanvekili Sadullah Ergin: “Bana göre, Başbakan Cumhurbaşkanlığı adayına ilişkin liderlerle yapacağı görüşmeye gidecek parti yetkililerini kastetti. Adayın kim olduğunu bilemeyiz ama benim olmadığım kesin” Yorum bana düşmez AKP Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı: “Bu sözle sayın Başbakan’ın neyi kastettiğini bilmiyorum. Yorum yapmak da bana düşmez. Ben zaten hiçbir konuda tahmin yapmayı sevmem.” Anlamını konuşmadı AKP Grup Başkanvekili Nurettin Canikli: “Bu konuda yorum yapmak istemem. Başbakan’ın ‘arkadaşlar’ sözünü söylediği sırada yanında yer alıyordum. Herhangi bir toplantıda bu sözün ne anlama geldiğini konuşmadık.

” ANAYASAYA ATIF YAPTI

AKP Grup Başkanvekili Mustafa Elitaş: “Başbakan Erdoğan “arkadaşlar” sözü ile anayasaya atıf yaptı. Anayasaya göre herkesin aday olma hakkına sahip olduğuna işaret etti. Sürecin işlemeye başladığı mesajını verdi. Cumhurbaşkanı adayı konusunda grup kararı alınamadı. Gizli oylama yapıldı. Başbakan, herkesin aday olma hakkını kastediyor. Biri çıkıp aday olursa, diğerleri ‘niye aday oldun’ diye hesap soramaz. Hatırlarsanız, Abdullah Gül’e karşı AKP’nin kendi içinden Ersönmez Yarbay çıkmıştı. Sonuçta, çıkan adaylara ilişkin her vekil TBMM’deki kupalara atacağı gizli oylama ile kanaatini verecek. Her vekil aday gösterebilir. Bence Başbakan bunu kastetti."Akşam
Bu haber 7,170 defa okundu.

Yorumlar

Ahmet MiM
tarafından 12 Ağustos 2007 11:44 tarihinde

Hükumete Öneri...1.Mart Tezkeresi Stratejisi.

Baykal kim ki ?
Kaale alma..
Bahceli kim ki ?
Kaale alma..
Ne uzlasi?
Ne Konzensüs.? Neden ki ?
Masaya oturmak mecburiyetinde olan oturur. Halkin verdigi bu gücle masaya neden oturacaksin ki ?
Bunlar halktan üstünler mi ki ?
Demokrasilerde Sosyal adalete zarar vermemek kaydi ile milletten alinan oy miktari irade gücünü, yaptirim gücünü ortaya koyar.
Cumhurbaskani,
Anayasa Mahkemesi,
TSK,
diger Kurum ve Kuruluslar ve onlarin sivil 2 Partisi(MHP ve CHP); Halktan da mi üstünmüdürler ki ?
Halkin gücü var sende..
Siyasi ol sadece..
1.Mart tezkeresi taktigini kullan...
Söyleki:
Partiden 3 aday sun TBMM´e.
3 adaydan Abdullah Gül cikar.
Karsi olup, cazgirlikla, tehditle bu milletten üstün olma gayretinde olanlara da bir paket kina hediye et...

11 Ağustos, 2007

Sevr´in detaylari...Vatana Ihanet(mi?)





Dün gündem Sevr'di bugünse Lozan Sevr sendromu çekenlere hatırlatma: Ölü doğmuş olan Sevr'i arşivlere gönderen Lozan Antlaşması, 84 yıl önce bugün Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girdi.
11 Ağustos 2007 07:42

Erdal Şafak



Dün Sevr bugün Lozan



Toplumun ciddi bir bölümünün bilinç altında yuvalanan ve zaman zaman (son dönemde epey sık) dışa vuran korkuların kaynağı Sevr Antlaşması'nın imzalanmasının dün 87'nci yıldönümüydü.


Sessizce geçiştirildi.
Niyetimiz ezberleri bozmak değil;


1. sadece önümüzdeki sonbaharda "Azınlık hakları" konusunda Ankara'ya eleştiriler yöneltecek AB İlerleme Raporu yayınlanınca "Sevr sendromu" depreşecek olanlara bazı tarihi gerçekleri hatırlatmak istiyoruz.


2. Türkiye´nin daha dogrusu Osmanli Devletinin Sevr ile satildigini iddia ederek, kendi imzaladiklari Lozan´i görmemezlikten gelenlere ve bu milleti yaölanlarla kandirip, satan vatan hainlerini hatirlatmak,(MiM)


3. Sevr´in imzalanmamis ama Lozan´in imzalanmis bir kapitilasyon anlasmasi oldugunu hatirlatmak istiyoruz.(MiM)


Osmanli Devleti; 1. Dünya savasini kaybeden Müttefiki olan Almanya Kapitilasyon anlasmalarina Versay´da imza koyunca, savasi kaybettigini kabullenmek mecburiyetinde kalmisti.(MiM)




İtilaf devletleri Sevr Antlaşması'nı 24 Nisan 1920'de San Remo Konferansı'nda hazırlayıp Osmanlı'ya ilettiler ve bir koşul öne sürdüler:




Hem İstanbul, hem de Ankara hükümetleri onaylayacaktı.




Savasi kaybettigi kesinlesmis, imzayi atmasi kesinlesmis olan Vahdettin, 18 Mayis 1919 yilinda M.Kemal´i 2. bir devleti kurmak icin Anadoluya yani Samsun´a göndermisti. Bu zamana kadar Anadolu topraklari; Osmanli tarafindan gizliden gizliye yürütülen ama adina cete savasi denen savaslarla düsmanlardan arindirilmisti. Düsmanin karsisinda Osmanli degil, Türk Milleti vardi resmen. M.Kemal; Vahdettin´in yeni bir devlet kurma emirlerini harfi harfine yerine getirmisti.


Yeni bir Türk Devleti kurulmus idi. .(MiM)


Istanbul hükumetinin Sevr anlasmasini imzalamasi; Osmanlinin tüm topraklarini kaybetmesi demek olurken, Osmanliya ait degilmis gibi veyahutta Osmanlidan ayrildiktan sonra itilaf güclerinden kurtarilmis olan Anadoluyu ve Anadoluda Ankara´da kurulan Yeni Türk devletini baglamiyordu ve baglamazda..(MiM)


Ankara hükumeti resmiyette, Istanbul Hükumetinin bir varisi de degildi. Vahdettin ince bir siyasetle bu oyunu oynamisti..(MiM)


Vahdettin´in bu siyasetini bilen itilaf gücleri Ankara´ninda imzasini almak istiyorlardi.(MiM)




İstanbul'da Meclis-i Mebusan dağıtılmıştı,


Çünkü tüm aydin devlet kadrosu Vahdettin tarafindan gizli gizli Anadoluya, Ankara Hükumetine gönderilmisti. Devletin ise yarar herseyini Anadoluya aktaran Vahdettin, kendini hedef tahtasinda atisa sunmustu. Itilaf gücerinin isgal ettikleri saray icin icin sahipleri tarafindan bosaltilmisti. Vahdettin ise kendini korkuluk yapmisti.(MiM)




O nedenle, iş; Saltanat Şurası'na düştü. 43 üyeli Şura, 22 Temmuz 1920'de toplandı, görüşmeler sonunda Padişah Vahideddin, oylama niyetine, "Antlaşmayı kabul edenler ayağa kalksın" dedi. 43 üyeden sadece Topçu Feriki Rıza Paşa yerinden kıpırdamadı.Ardından Sadrazam Damat Ferit Paşa, Maarif Nazırı Hadi Paşa, Şurayı Devlet Reisi Rıza Tevfik ve Bern Sefiri Reşat Halis'ten kurulu heyet Paris yakınlarındaki Sevres'e giderek, 10 Ağustos'ta Osmanlı'yı tarih sahnesinden silen(silmesi gereken ama Devlet Baskani Vahidettin tarafindan imzalanmadigi icin silemeyen-MiM) antlaşmayı imzaladılar.



Ankara Hükümeti, antlaşmayı asla tanımadı, dahası imzalayanları ve onaylayanları "Vatan haini" ilan etti.



Ancak 433 maddeden oluşan Sevr Antlaşması asla yürürlüğe girmedi.


Vahideddin son imzayı atmayınca, Osmanlı'da onay süreci tamamlanmadı.


Yani Istanbul Hükumetide bu anlasmayi imzalamadigindan, kabul edilmemis oldu. Bu anlasma Osmanli tarafindanda taninmamis oldu. (MiM)




İngiltere ise yürürlüğe girişini "Cephedeki gelişmeler"e bağladığı ve ordularını terhis etmesi nedeniyle Anadolu'da yeni bir savaşı göze alamadığı için, sonunda onun açısından da "Ölü belge" olarak kaldı.




İngiltere ayrıca Kürtler'in antlaşmada kendileri için öngörülen toprakların Ermenistan'a verilmesi üstüne Ankara Hükümeti safına geçmesinin "Şok"unu da uzun süre üstünden atamadı.




Bu 2 nedenden dolayi anlasma Ingilizler tarafindanda imzalanmis oldugu halde taninmamak istenildi. Yani "imzaladik ama tanimiyoruz" siyasetine girdi ingiltere.(MiM)




ABD ve Fransa niye onaylamadı?
ABD açısından durum daha da ilginçti: İtilaf güçleri safında savaşa girdikten sonra 20 Nisan 1917'de Osmanlı'yla diplomatik ilişkilerini kesti ama savaş ilan etmedi.


O nedenle de "Barış antlaşması" olan Sevr'e ne taraf oldu, ne de imza koydu.



Fransa'ya gelince; Sevr Antlaşması'nı "Ulusal çıkarları"na aykırı buldu. Çünkü onun önceliği Osmanlı borçlarının yüzde 61'ini oluşturan parasını kurtarmaktı. Ayrıca antlaşmayı İngiltere'nin zaferi olarak görüyor, bunu Ortadoğu'daki çıkarları açısından son derece sakıncalı buluyordu. Bu etkenler nedeniyle hem hükümette, hem de parlamentoda antlaşmanın iptalini isteyenler kısa sürede çoğunluğa ulaştı.




Başbakan Aristide Briand o günlerde esen rüzgârı şöyle anlatıyordu:


- "Antlaşma gündeme gelir gelmez parlamento cephe aldı. Bunu görünce müttefiklerimizi 'Sevr'i bu haliyle onaylamamızı beklemeyin. Çünkü çok ağır hükümler içeriyor ve çıkarlarımıza zarar veriyor. Mutlaka değiştirilmesi gerekir' diye uyardım."



O değişiklik 3 yıl sonra Lozan'da yapılacaktı. Hem de Türkiye'nin istediği koşullarda.( Fransa´nin cikarlarini gözetmdigi icin imzalamadigi bir anlasmayi, cikarlarini icine koyarak yani degistirerek önüne koydugu bir Anlasmanin(Lozan Anlasmasi) Türkiye´nin istedigi kosullrda ifadesi ile gösterilmesi yanlis degilmidir ? Türkiye Hükumetinin bu kosullarin altina imza atmasi gerekmiyordu ki ? Türkiye Hükumeti savasi kaybeden Osmanli ile ayni devlet degil idi. (MiM)



İşte bu gelişmeler sonucu, Mustafa Kemal Atatürk, 1921'de Büyük Millet Meclisi'nin ikinci yasama yılını açış konuşmasında, Sevr'in ölümünü şöyle duyurdu:


- "Efendiler, düşmanların bir yıllık çabalarına rağmen neticede Sevr Antlaşması maddeleri gerçekten ve hukuken yoktur. "

Tüm bunlara rağmen sendromu atamayanlar için bir not düşelim: Zaten ölü doğmuş olan Sevr'i arşivlere gönderen Lozan Antlaşması, 84 yıl önce bugün Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girdi.


Lozan Anlasmasi neden imzalandi ? Sorusunu sormak gerekiyor Atatürk´e ?


Vatan haini ilan ettigi Vahdettin´in kendisinin imzalamadigi, kabul etmedigi Sevr´in ikinci Verziyonu olan Lozan anlasmasinin arkasindaki oyunlarin aranmasindaki oyunlari aramak gerek. Bu oyunlar ortaya cikartildiginda kimin bu vatani sattigi da ortaya cikacaktir.(MiM)




Kutlu olsun.


Kimin adina Mutlu olsun ? Tabiiki Ingiliz ve Fransiz mernfaatine Lozan´i imzalayip, kabul edenlerin kutlu olmalari gerekir. Cünkü Efendilerine bundan daha iyi yaranmalari mümkün olamazdi.

esafak@sabah.com.tr

(Sabah)




Not: (MiM) kullanilan yerler mim´in eklentileridir.

Laisizm ????

Hassas Dogrular / Yanlislar
Laisizm nedir ? Ne degildir...#
[quote author=AlpEren link=topic=97.msg590#msg590 date=1186756714][b]Geçen gün Başbakan diyor ki, “Aslında insanlar değil, kurumlar laik olur.” Yok canım, bireyler de laik olur. Kurumlar da. [/quote]Basbakan dogru söylemis. Eger "LAiKLiK" söz konusu iae; kavramini tam anlayacaksiniz. Din ve devletin kurumsal olarak biribirinden ayrilmasi, hicbirinin digerinin islerine karismamasidir Laiklik..."Sana göre..bana göre laiklik" olamaz....
[quote]Ama laiklik öyle matah bir şey değil, 1700’lü yıllarda Fransa’da kurumlaşmış, meşruiyetini ve referansını İncil’den alan bir kilise kurumu.. [/quote]Yanlissiniz.Kilise sosyal yasam yani devlet alanina müdahil olmus, hersey burnunu sokmustu. Malum oldugu üzre Katolik kilisesi; (tahrif edilmis) incile göre yasami sart kosar. Kilise nin yanlis dogmalarina göre insan yasamini düzenlemek mümkün olamiyordu. Kilise ve asam arasindaki bu ucurumlar büyüye büyüye bir kirilmaya gitti. Bu harekete REFORMiZM diyoruz.Reform hareketleri ile LAISIZM kavrami yerine oturtuldu. Kilise ve Devlet ayrilacakti kurumsal olarak. Kimse kimsenin isine karismayacakti.Böyle bir Laisizm; Bati yalakasi, Fransiz ve Ingiliz ajani olan -sözüm ona- aydinlar tarafindan 1922 lerde bize sokuldu. Fakat gördülerki hizlica Batidaki Kilise ile Islam arasinda fark coktur. Hristiyanlik, tahrif edilmis sekli ile ki, bu sekil tek yoldur, Yasamla hicbir ilgisi hatta cok zitliklari oldugu halde, islamda durum tamamamen tersine idi. Islam; mantik ve mana dinidir. Yasamin en dogru sistemini ortaya koymustur.Islami taniyanlar laiklige karsi gelemezler. Zira Laisizm; islamin gelisip, dallanip, budaklanmasi icin en ideal bir sistemdir, yasam ortamidir.Bu nedenledir ki, Müstemlekeci Ingiliz ve Fransizlar bizim aydinlarimiz araciligi ile Müstemlekeleri olarak kurdurulan T.Cumhuriyeti Devletine Sevr(sevr Osmanli Devleti ile, 1922 anlasmasi ise T.C.Kuruculari ile imzalanan anlasmalardir.) anlasmasindan sonra 1822 de yaptiklari anlasma ile, bize 6 inkilabin yapilmasini ve Laisizm´in, ateizmlestirme olarak kabullenilmesini sart kilmislardir. (bkz: www.mim-fikir.blogspot.com Sevr´i imzalayan kalem kime hediye edildi ? )Dünyada da aslında yaygın kullanım alanı bulan bir kavram değil..
[quote]Bizim laikçiler laikliğin bir “dini kavram” olduğunu bile bilmezler.. [/b] [/quote]Dini kavram degildir. Din ile Devleti ayiran bicaktir.(Kavram)[quote]Fransız devriminin ürünü sanırlar..[/quote]Bu dogrudur.
[quote]Laikliğin varolabilmesi için egemen bir dini otoriteye ihtiyaç vardır..[/quote] Devletin ve Dinin kurumlasmasi sarttir ki, kurumlar arsinda müdahale edilememesi sarti konup, yürütülebilsin. Devletin dine, dinin devlete müdahalesi nasil savunulup, korunabilirdi baska türlü ?Savunmasiz mahkemenin olamamasi gibi...Eger Türkiye´de Laisizm kavrami yerlestirilmek istenilseydi;1. Islamin kurumsallastirilmasi sartti. Buda dernekler, Vakiflar araciligi ile olacakti. Batida böyledir.2. Devlet islami kuruma, islami kurumlarda devlet kurumlarina sahip olmamamalari sartti. Atatürk "hilafeti kaldiriyorum" diyerek bu milletin gözünü boyayarak, diyanet isleri reisligini kurmus, hilafet kurumunun sadece adini degistirmistir. Diyanet isleri reisligi, diger bir adi ile halifelik halen devletin yani Atatürk´ün elinde idi.Laik devlet; Laisizm sarti olan din ve devletin kurumsal olarak biribirinden kopmasini saglamak mecburiyetinde iken, bu olmamistir. Yani Türkiye ne laik bir devlete ve nede Laisizme dayali bir düzene sahip idi.Ama lasisizm adina sadece ve sadece islam kurutulmaya calisildi ve kurutuldu bu ülkede. Kurutulan Islamin yerini Ateizm aldi.Zaten Atatürk´e verilen direktifte buydu. Türk halkini deislamize yapmak.
[quote]Bugün laiklik dünyada beş ülkede anayasal kurum olarak vardır. Bunlar içinde en anlamsızı, saçması, hayattan, amacından, felsefi bağlarından kopuk olanı Türkiye’deki uygulamasıdır.Mesela bizim laikçiler, Fransa’nın tümünde laikliğin geçerli olmadığını bile bilmezler.. Mesela Strasbourg’da laiklik ilkesi geçerli değildir.. O bölge tümü ile laiklik uygulamasının dışındadır.[/quote]Dogrudur. Fransa´daki bu durum, Almanya, Avusturya, Isvicre ve Almanya icinde gecerlidir.
[quote]Laik Fransa’da birçok okul, hastahane, sosyal dernek ve kuruluş kiliseye bağlıdır. Bu da laiklik açısından sorun teşkil etmez. [/quote]Sorun teskil etmez. Zira bu kurumlar devlet kurumlari degildir.Fransada oldugu gibi tüm Avrupada tüm sosyal ve saglikla alanlarindaki kurumlar devlete ait degildirler. Bu nedenledir ki, bu alanlara kilise´de girmistir.[quote]Kilise vergisini toplar, kendi alanında özerktir. [/quote]Devlet kurumlari nasil ki, vergi tahsil eder, yxasamini bununla ikame ederlerse, kilise de ayni hakka sahiptir tüm hristiyan aleminde.Bunun bizdede aynen uygulanmasi sart idi, laisizme göre. Fakat kasitli olarak islam yokedilmek istenildi laisizm adina bizde.
[quote]Fransız Katoliklerinin dini egemenliğini Vatikan temsil eder ve tüm kilise varlığı Vatikan’ın denetim ve koruması altındadır.. Laik Fransız yönetiminin bunlara müdahalesi, bir başka ülkenin hak ve hukukuna müdahale sayılır..[/quote]Dogru..
[quote]Yani laiklikte egemenlik kilise ile paylaşılmıştır..[/quote]Cümleniz yanlis.Gerek Devlet ve gereksede Kilise kurumsal olarak kendi kendine, kendi alaninda özerktir, egemendir. Hicbirinin özerkligi, egemenligi digerininkine dikte araci olarak uygulanamaz. Dengeyi; demokratik yasalar düzenler.
[quote]Laik olmak, ruhban olmama, kilisenin ruhani hiyerarşisi içinde yer almama anlamına gelir.. [/quote]Yanlis...Tüm hristiyan aleminde ruhban olunulabilir, kilise icerisinde bir görev alinabilir(buda kilise hirarsisi icerisinde olmak demektir) Din ile Devletin kurumsal olarak biribirinden ayrilmasi, insanin icinin ayrilmasi degildir. Insan laik olamaz, devlet laik olur, Din laik olur.Helmut Kohl örnegi.....
[quote]Kilise hiyerarşisi içinde seküler senyörler olabildiği gibi, siyasi erk içinde ruhani temsilciler olabilir.[/quote]Yanlis. Siz daima ayni hatayi yapiyorsunuz. Laisizm´i insanlarstiriyorsunuz. Laisizm; kurumlar arsindaki ayirimdir....Bir insan kendisi icerisinde laík olamaz. Hem dinli hem dinsiz bir insan olabilir mi ?Verdiginiz Avrupa örneklerinide maalesef bazen anlayamamissiniz.
[quote]Yani papaz, rahib, rahibe olmayan herkes, istediği kadar dindar olsun laik sayılır..[/quote]Eger vazifesi icabi, devlet kurum ve kuruluslarina müdahale etmezse, onlarin haklarini gasp etmezse.........ince mesele wesselam....
[quote]Peki bunun bizim hayatımızdaki karşılığı ne? Bir defa İslâm’da ruhban yok. İmamlar deseniz devlet memuru. Saçma sapan bir durum.. Devler dini vakıflara el koymuş durumda[/quote]Eger Atatürk ve Cumhuriyetciler laik olsalardi, Din görevlileri devlet memur olamazlardi. Devlet dini dernekleri ve Vakiflari gasp edip, yönetemezdi.[quote]dini vergileri kendi toplama iddiasında. [/quote]iddiasinda degil, her türlü islami yardimi devlet zorla gasp eder T.C. de. Bu laisizm´in tam tersidir.[quote]İmamlar devlet memuru, camiler resmi daire, çerçevesini laik devletin çizdiği TSE damgalı bir dinin zorunlu eğitimi yapılıyor..[/quote]Dogru ifade etmissiniz. Din; Devletin hegemonyasi altina alarak, laisizm ayaklar altina alinmistir Atatürk ve ondan sonra gelen tüm laik gecinen sahtekarlar araciligi ile.[quote]Efendiler, Türkiye laik değil.. Hiç olmadı da. Belki tek parti döneminde resmi ideolojisini dinleştirerek teokratik biz düzene geçmeyi denedi. Ama olmadı. [/quote]Atatürk´ü -kendi istegine zit olsada- putlastirarak bir Atatürk dini olusturulmaya calisildi. Bunu tüm laik gecinenlerde gururla ifade etmektedir. Fakat bu dinin alti, ici bostu.Atatürk ilke ve inkilaplari adi altinda ortaya atilan ve bu dinin anayasasi olarak kabul edilen ilke ve inkilaplarinin birer Ingiliz ve Fransiz baskilari, dikteleride olduklari ortaya cikti. Atatürk ilke ve inkilaplari nedir ? diye bir incelemeye kalkisildiginda görünen don kisot´un degirmeninden baska birsey degildir. Bunun üzerine yani boslugun üzerine bir din insa etmekte mümmkün olamazdi. Olamadi da.Atatürk´ün ve Atatürkcülerin Hitleri, Stalin´i, Musolini´yi -en azindan- örnek alarak, ilke ve inkilaplarini bir teoriye bir felsefeye dayandirmalari gerekirdi. Halbuki gazete mansetlerine dayali bir din üretmek istemislerdir.Ingilizce, Fransizca, Almanca bilir gecinirlerdi...Tercümeler yaptiklari söylenirdi. Ama hepsi bos. Tercüme yapmaktan bile aciz idi bu ilke ve inkilaplari yapanlar.
[quote]Yoksa Katolizmin ya da ekümenik dini otoritenin varolduğu her yerde fiili olarak laiklikten söz edilebilir.. [/quote]Dogru..Mümkündür. Hatta ve hatta Türk Devletinin laik olmasida sarttir. Din ile Devlet biribirinden ayrilsin. Dinde kurumsallassin kendi kendine...Hicbir kurum, diger kurumun alanina girmesin, Ona dikte etmesin bir sey.
[quote]Ama bunu ulusal ve anayasal bir statü olarak, özellikle de bir İslâm ülkesinde, Müslüman bir halka dayatmak hukuken kabili mümkün değildir.. [/quote]Yanlis anlamissiniz. Laisizmin anayasaya konulmasi sarttir. Cünkü Din ve devlet kurumlarinin biribirine müdahalelerini ancak anayasa ile önleyebilirsiniz, iliskileri anayasa ile düzenlersiniz.Sizin kastettiginiz ise, Yanlis Laiklik tanimini anayasalastirmak olsa gerek...
[quote]Laiklik bir Hıristiyanlık müessesesidir.. [/quote]Laiklik bir müessese degildir, bir kuraldir.....[quote]Müslüman mahallesinde salyangoz satmayın. [/quote]Her mahallede hersey satilabilir, yeterki satilan ürüne talep olsun. Laiklige talep varmidir bu ülkede ?Bence vardir. Cünkü bu ülkede laisizm adi altinda ateizm anlasilmis ve dinimiz yok edilmek istenilmistir. Dinimizi, sahte laikci devletin mezaliminden kurtarmak icin laisizm en ideal bir kuraldir...Bunun icin yapilmasi gereken, burada yaptigimiz gibi laisizmi dogru anlamak ve dogruyu; yanlis bilenlere anlatmaktir.Bu yanlisi bilenler cogaldikca, laisizme olan talep artacak, bu ülkede gercek laisizm yerlesebilecektir. Yani müsülman mahallesinde laiklik adli salyangoz satilabilecektir.
[quote]Laiklik din özgürlüğü filan sağlamaz. Din karşıtlığı falan da değil.[/quote]Laiklik bugünkü sahte tanimi ve uygulamasi ile 84 yildan beri bu ülke insaninin kendisine, dinine ve devletine zarar vermistir. Bu zararlardan laisizm sayesinde kurtulmak fayda getirir.Laiklik din özgürlügünü de getirir. Eger sahte laisizm yok edilirse....
[quote]Laikliğin bir tarafı egemen bir kilise otoritesidir.. Laiklikte iki egemen otorite vardır ve laiklik bu egemenler arasındaki ilişkiyi düzenler. [/quote]Tam dogru bir tanim...[quote]Laiklik bu anlamda Fransız deneyimi ile mütareke, Germen geleneğinde kontrat esasına dayalı çatışmama ilkesi (Secularismus), Roma geleneğinde ise paylaşımı ifade eder. [/quote]Tam Dogru....
[quote]Türkiye hariç, hiçbir laiklik öğretisinde din-devlet ayrılığı diye bir tanım yoktur. [/quote]Tam Dogru.....[quote]hiçbir laik öğretide laikliğin objeleri din ve devlet değil, egemen kilise ile devlettir.. [/quote]Bati kültürünü icinden anlamamak, batili cümleleri tam anlamayi engellemektedir. Söyleki;Tahrif edilmis Hristiyanlik dininde Allahin egemenligi azaltilmis, Allahin elinden alinan egemenlikler bazi insanlara dagitilmistir. Trinitat denilen olay. Allahin egemenligi 3 Allaha dagitilmistir. Ogul Allah Isa´nin temsilcileri olan Kilise hirarsik yapisi icerisindeki diger insanlarda ogul Allah Isa´dan bazi kutsal egemenlikler almislardir.(ruhban tabakasi) Bu nedenledir ki bu tahrif edilmis hristiyanlikta din demek, kilise demektir. Bizdede hadislere dayanarak, Allahin egemenligi Peygamberlere ve diger insanlara dagitilmak istenilmissede, halen bunun icin bazilari ugrasiyorsada, bu mümkün olamamistir...olamayacaktirda.... Eger bu mümkün olsa idi, ilk önce kur´an tahrif edilecek, bizdede cami, kilisenin fonksiyonunu üzerlenmis olacakti. (Bu hassas hususta www.sumeyyediyari.com da bircok yazilarim yayinlandi.)Konumuza dönersek, islam ülkelerinde mevcut olan dini dernek ve vakiflar - sahte laikcilerin tüm baskilarina ragmen- vardirlar. Diyanet isleri Baskanliginin, laiklik prensibine göre lagvedilmesi sarttir. Islami görüsler dernekleri ve vakiflari araciligi ile kendi egemenliklerini kendi ellerine almali Devletle oturup laisizm anlasmasini imzamalidir....Bu demektir ki, müslümanlarin devlet denen kocasindan bosanmasi gerekmektedir.Herkes kendi yoluna...Tabiiki bu arada mal, mül ayirimi da sarttir...
[quote]Taraf teşkil etmeden laiklik sistemi varolamaz. [/quote]Tam Dogru...[quote]dini, tümü ile sistem içine alan, Millet Meclisi’ni, mana ve mefhum olarak hilafetin temsilcisi olduğu iddiasındaki bir ülkede laiklikten söz etmek tam bir komedidir..[/quote]Cok haklisiniz.Katiliyorum.[quote]Laiklik olmadan cumhuriyet, cumhuriyet olmadan demokrasi olmaz gibi iddialar, kaba bir cahillikten başka bir şey değildir.. [/quote]Dogrudur. Katiliyorum.Eger laiklik kelimesini dogru dürüst anlamis olsalar, uyguilamis olsalar, sorun olmayacaktir.Laiklikle Cumhuriyet arasinda bir bag yoktur. Cumhuriyet=Halkin kendi kendisini yönetmesi demek olduguna göre ne ilgisi var bunun laiklikle ?Cumhuriyet olmadan, Demokrasi neden olamasin ki ? Birisi elma, digeri Armut...[quote]AB’nin birinci kuşak ülkelerinin çoğu laik de değildir, cumhuriyetle de yönetilmiyorlar.. AB ülkeleri içinde tek laik ülke Fransa’dır. Onun da tamamında geçerli bir sistem değildir..[/quote]Dogru..[quote]Rusya’dan gelen son haber ne biliyor musunuz, Putin Ortodoks kilisesi ile ittifak belgesi imzaladı.. Aynen İncil’de emredildiği gibi, Çar (Sezar) kılıcı ile kiliseyi koruyacak ve onun hizmetinde olacak. O da Rabbin ebedi ve ezeli krallığı nezdinde ve onun adına Sezar’ı (Çar Putin) takdis edecek ve onun ruhani / manevi koruyucusu olacak..Putin Patrik huzurunda eğilerek haçı öptü, o da onu takdis etti. Yarın Patrik parlamentoyu da takdis ederse şaşırmayın.. Bakın bu sürecin sonunda laikçilik ve ulusalcılık adına, Doğu Roma’nın ruhani merkezini Ruslara kaptırırsanız, bunun ne demek olduğunu ve kaybettiğiniz değerin bedelini yarım asır sonra anlarsınız ama çok geç olur.. Size Montaigne’yi tanık getirsem ya da hangi namuslu batılı düşünürü derseniz onu; Kant’ı, Goethe’yi, Tolstoy’u, Carley’i, kimi istersiniz; İslâm tarihinde, başka inanç mensupları üzerinde sistematik ve sürekli hiçbir zaman baskı göremezsiniz.. Selçuklu’ya bakın Osmanlı’ya bakın.. Müslümanlar bunu laiklik adına yapmadılar..Laiklik bugün kimilerinin kafasında İslâm’a ve Müslümanlara karşı örtülü bir savaşın Truva atıdır sanki..[/quote]Katiliyorum.Laiklik; ingiliz ve Fransizlarin, 1. Dünya savasinda yenduikleri Osmanliya dayatamadiklari Sevr´i; T.C. ni kurdurttuklarina dayattiklari bir Doktrindir. Laikligi bu ülkede, yanlis bir mana ile doldurarak uygulamaya ugrasan, islam düsmani ve vatan haini kimilerinin kafasında İslâm’a ve Müslümanlara karşı örtülü bir savaşın Truva atıdır ...
[quote]Laiklik bizde cahilliğin istismarından başka bir şey değildir..[/quote]´Yanlis...Laiklik akilli gecinen satilmis aptalllik aydinlarinin, dini cehaleti istismarindan baska birsey deghildir.Laikligin arkasina siginan, Laikligi tanimlayabilen bir Laik aydin göremedim simdiye kadar. Hepsi kara cahil...
[quote]Bunlar laikliği bilmiyorlar, bilmediklerini de bilmiyorlar.. Batılı aydınlarsa bizimkilerle dalga geçiyorlar.. Ortada trajikomik bir durum var.. [/quote]Bunun dogrulugunu onaylarim.
[quote]Putin kilisede İncil’i öpüp, Tanrı buyruğuna özde sadakat yemini ettiği için Rusya’da darbe olmayacak. Birileri Rus bayrakları ile sokağa çıkıp gösteri de yapmayacak. Ama insanlar kiliseye koşup şükür duası yapacaklar.. Eski komünistler ve liberaller, ateistler, demokratlar, Rusların birliği adına Rus halkının geleceği açısından bundan mutluluk duyacaklar. Sokaktaki insan, “Ben inanmıyorum ama, inanan bir insan kiliseye gidiyorsa bundan neden rahatsızlık duyayım ki” diyecektir.. Putin’in kilise ile anlaşmasını ise, “Ben ekonomi politikalarına, insan haklarındaki iyileştirmeye bakacağım. Kilise açılımı, bu yönde bir umut olabilir. Hıristiyanlık bizim halkımızın inançları ve kültürel değerleri açısından önemli. Rus halkı kendi geçmişi ile halkın değerleri ile barışmadan gelişemez” diyecek.Ben Rusları kıskanıyorum.. Putin’i kıskanıyorum.. Rabbım; bizi, tüm dünyadaki mazlum halkları, o insanların inançları, tarihleri ve kültürlerine karşı düşmanca duygular besleyen zalimlerin, diktatörlerin zulmünden kurtar.. (Amin) [/quote]Bende "AMiN" diyerek mim´liyorum.

10 Ağustos, 2007

Altemur Kilic´a Sorular ( Kilic Ali Bey´in Oglu)

Alptemur Kilic; Meshur Kilic Ali Bey´in ogludur. Kilic Ali Bey; Atatürk´ün sag koludur. Atatürk´ün en yakinidir.

Asagidaki mektubumu e-mail olarak Sn. Alptemur Kilic´a göndererek yanitlarini istedim:

Iste Mektubum ve sorularim:

Gaziantep´liyim ve babaniz ile ilgili -eger Kilic Ali Bey ise- bazi sorularim var sizlere:
1. Neden Kuvay-i Milliye´nin basi olan kisiler (Güney-Dogu bölgesinde) sürüldüler yani cezalandirildilar ?
2. Neden Kuvayy-i Milliye teskilatlari lagvedilerek, yönetici kadrolari hapsedildiler ?
3. Neden Kuvayy-i Milliye emir-komuta zinciri altindaki erler dagitildilar ?
4. Fransizlara yardim ettikleri icin ve yataklik Fransizlarla birlikte kacmak mecburiyetinde olan Ermenilerin can güvenliklerini koruma görevi babaniz üstlenmismidir ?
5. Fransizlarin 2.defa Anteb´i isgalleri esnasinda Ermeniletrin kacarken geriye biraktiklari mal, mülk ve servetlerini babaniz Ermenilere nasil geri vermistir ?
6. Halep´in 16 km. güneyinden sinir gecmesi anlasmalara göre kesin iken ne olduda babaniz bu siniri halep´in 58 km kuzeyine kaydirtti ?

Bu sorularimin cevaplanmasini - mümkün olursa- sizlerden rica ediyorum.

Bu sorularin arkasindan diger sorularimida sorma iznini verirseniz sevinirim.

Bu mektubum altemurkilic@ttnet.net.tr adresine bugün gönderildi.

Hükumete Uyari: Cumhurbaskanligi Secimi Stratejisi

CHP, TSK ve tüm Atatürkcü Kurum ve Kuruluslar birlik halinde AK-Partinin TBMM deki cogunlugunu yitirmesi icin gerekenleri yapmislar ve bundada basarili olmuslardir.
AK-Parti secimlerden oylarini artirarak cikmasina ragmen, Milletvekili sayisini düsürerek cikabilmistir.
Millet Düsmanlari hedeflerine tam yaklasamamislarsada, AK-Partiyi zayiflatmayi (efektif) basarmislardir.
Hedeflenen sey; Cumhurbaskani, Kurum ve Kuruluslarin güclerinin halka aktarilmamasidir.
Terör faaliyetlerini körükleyerek, Irak sendromunu yapay olarak gündem yapan, Secimler esnasinda Cumhurbaskaninin, Ordunun, Anayasa Mahkemesinin yanlis ictihadlarinin halka duyurulmamasini zorla AK-Parti´ye dikte eden GÜÇ; MHP nin TBMM ne sokulmasini bu oyunlarla saglamistir.
Cumhurbaskanligi Secimleri esnasinda MHP ile CHP nin TBMM icerisinden, Cuntacilarin, YÖK´ün, TUSIAD´in, Anayasa Mahkemesinin, Cumhurbaskaninin disardan Türkiye´yi Yönetim Krizine, Kaosa sokacaklari ortadadir.

Her zaman yaptigim gibi, bu tehlikeden AK-Parti Hükumetini, - bu millet adina - uyarmak istemekteyim.

Ayni 1. Mart tezkeresinde takip edilen strateji kullanilmalidir Cumhurbaskanligi seciminde.
Sn. Tayyip Bey: Basin toplantisi yaparak Grup Karari almayacagini, Cumhurbaskanligi secimlerinde Parti olarak Cumhurbaskani adayi göstermeyeceklerini belirtmelidir.
Isteyen Cumhurbaskani adayligini kendisi koymakta serbest birakilsin.
AK-Partiden 3 kisi adayligini koysun.
1. Turda bir AK-Partili Aday elensin.
2. Turda 2. AK-Partili aday elensin.
En son turda ise en son kalan AK-Partili aday Cumhurbaskani secilsin.

Böylelikle Halk düsmanlarinin saldirmak icin tüm gücleri ile bekledikleri hedef ortadan kalkmis olacaktir.
Don Kisot gibi Yel degirmenine(bosluha, hice) Düsman diye saldirmak mecburiyetinde kalacaklardir.

Bu Strateji sayesinde, Düsmansiz kalacaktir Halk düsmanlari.

Stratejinin devami

Bu Stratejinin devaminin getirilmesindede yarar vardir. Cumhurbaskanini TBMM de secme problemini halletmek, Cumhurbaskaninin millilesmesi, halklasmasi demek olmayacaktir. Bu nedenledir ki, AK-Partili Cumhurbaskani TBMM de secilirken, referanduma gidilmeyecegi ifadeleri sagdan soldan ortaya atilmali, Halk düsmanlari uyandirilmamalidirlar.
Cumhurbaskani TBMM de secildikten sonra referandum gerceklestirilmelidir.
Bu demektir ki, Bundan sonraki Cumhurbaskanini halk sececektir. Dolaysisi ile Cumhurbaskanligi makami; halk düsmanlarindan kurtarilip, halkin özgür kararlarinin altina gecirilmis olacaktir.

Anlasilamayan bir husus oldugunda bana dönebilirsiniz.

Meclisi tikayacagi, Hatta TBMM´nin kendi kendini feshetmek mecburiyetinde kalabilecegi

Aptal halk mi AGAR mi ?

Agar bu milletin hafizasinin olmadigini düsünen devletci diger bir deyimle Amerikanci bir devlet adamidir. ittihadd-i terakkinin bir oyuncagi da denilebilir.

Bu milletin iktidar olmasini, Cumhurbaskanligini, Diger Kurum ve Kuruluslari, secilmemis atanmis amerikanin kapikulugunu asirlardan beri yapagelen, adina derin devlet, devlet, ittihadd-i terakkiciler, Kemalistler, Atatürkcüler denen ve bu ülkeyi, bu ülke halkini hice sayarak soyan ve soydurtturtan GÜÇ´ün tetikcisinden, emir usagindan baska birisi degildir emir kulu AGAR.


Kendisinin; cuntacilara karsi olusturulan, PKK yi silip, süpüren sivil kontrgerillanin yok edilmesindeki 1. No. lu adam oldugundan dolayi, böyleliklede bu millete ihanet ettigini, bu millet unutmadi. (Tansu Ciller Zamaninda)


Amerikanci Devletin satin aldigi Demirel´in yalakasi oldugunu, halkin reylerini DP ismini alarak, Menderes Vizyonunu suistimal ederek, Cuntacilarin lehine yönlendirmek istedigini, Mumcu´nun bile Demirel, Cindoruk ve Sinan Aygün´ün oyunlari ile, DP den uzaklastirildigini da bu millet biliyor.


Aptal sananlarin aptal olduklarini tescil etti 22.Temmuz 2007 secimlerde Türk Milleti.

Le Sevr -- Osmanli Imparatorlugu nasil satildi ?

Sevr’i imzalayan kaleme ne oldu?
* Osman Özsoy
yazaramesaj@gmail.com
Bugün 10 Ağustos 2007

(MiM´den Not: Kararlarin altina atilan imzayi atan kalem´in nerede oldugu, o kalemin asil sahibini, sahiplerinide gösterir.)

Her ne kadar hiçbir zaman yürürlüğe girmemiş olsa da, tarihe Türk’ün ölüm fermanı olarak geçen 10 Ağustos 1920 tarihli Sevr Anlaşması’nın 87. yıldönümü bugün.

(MiM: 1.Dünya Savasini kaybeden, daha dogrusu icerisindeki Vatan Haini Enver Pasa ve onun yandaslarinin Osmanli Sarayini devre disi birakarak -bilincli ve kasitli olarak- kaybettirdikleri
1. Dünya savasinin akabinde, Osmanliya dikte edilen Sevr anlasmasindan bahsedilmektedir burada. Bu esnada Osmanli Imparatorlugu, Istanbul tamamen isgal altindadir. Bu anlasmayi imzalamaktan baska cikar yolda birakilmamisti. Aslinda Osmanliyi savasta kaybettirtenlerle, Osmanli Sarayini isgal ettirtenlerde, Osmanli´yi caresiz birakanlarda ayni vatan hainleri idiler. Yine bu vatan hainlikteki basarilarini bir anlasma ile belgeleyenlerde ayni vatan hainleri idiler.)


Bu anlaşmayı imzada kullanılan kalemin kim tarafından nereye hediye edildiğinden bahsedeceğim. Ali Kemal hakkında doktora tezimi hazırlarken karşıma çıkan bu bilgi karşısında o günlerde hayretimi gizleyememiştim. Kim bilir okuyunca belki de siz de şaşıracaksınız. Ama önce, o günlerde tam olarak ne olup bitmişti ona bir göz atalım.

Sevr öyle bir anlaşmaydı ki, anlaşmayı imzalamak üzere Paris'e gelen Türk Heyeti’nin başkanı olan eski Sadrazam Ahmet Tevfik Paşa'ya anlaşma şartları ilk sunulduğunda: "Bu barış şartları bağımsız bir devlet kavramı ile kesinlikle bağdaşmaz!" diyerek Paris’i hemen terk etmişti.

(MiM: Ahmet TevfikPasa etrafinda olup, bitenlerden, isgallerden, ic ihanetten bihaberdir. Kendisine söylenilenler, savasin kaybedildigi, bunun bir kapitülasyon anlasmasi oldugu degildir. Hayrete düsmeside bundandir.)

Ahmet Tevfik Paşa'nın geri dönmesi üzerine İstanbul Hükümeti, Damat Ferit Paşa başkanlığında ikinci bir heyet gönderdi.

(MiM: Olayi bugün tecelli ediyor gibi düsünün. Bu devleti yöneten bir Osmanli Devleti var ama Devlet yönetimi Istanbul Hükumeti tarafindan elinden alinmis. 2 Basli bir sistem yani. Saray sembolik, Hükumet ise iktidar gücü. Iktidari elde tutanlar ise, milletin sectikleri degil, darbelerle basa gecmis insanlar. Sevr anlasmasini imzaya hic kimse yanasmaz. Fakat bu ülkleyi satan Derin devletin adamlarida yok degil.)

Eski Maarif Nazırı (Milli Eğitim Bakanı) Hadi Paşa, Şura-yı Devlet (Danıştay) eski reisi Filozof Rıza Tevfik, Bern Sefiri (elçisi) Reşat Halis'ten meydana gelen bu heyet Paris'e giderek, 10 Ağustos 1920'de Sevr Antlaşması'nı imzaladı.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti bu antlaşmayı tanımadı.

Meclis "Misak-ı Millî"ye yemin ederek, Türk topraklarının parçalanmasına müsaade etmeyeceğini tüm dünyaya ilân etti.

Sevr’i imzada kullanılan kalemin akıbetiyle ilgili acı gerçek yıllar sonra bir başka vesileyle ortaya çıktı. Sevr Anlaşması’na imza atanlardan olan Rıza Tevfik, 29 Mart 1922’de Darülfünun (şimdiki adıyla İstanbul Üniversitesi) Konferans salonunda bir konferans verir.

Rıza Tevfik konuşmasında,

- Siz Türkler bugün halâ İstanbul’da oturabiliyorsanız, bunu Düvel-i Muazzamanın âlemi İslâma olan hürmetine borçlusunuz. ifadelerine de yer verir.

Öğrenciler bu sözler üzerine hep birden ayaklanırlar ve sıra kapaklarına vurmaya başlarlar.
- “Sus, namussuz herif” diye bağıranlar olur. Rıza Tevfik’i sustururlar.

Kalemi nereye hediye etmiş?

Başta İstanbul olmak üzere ülkenin büyük bölümü işgal altında olduğundan vatanperver gençler zaten oldukça gergindir.

Öğrenciler ertesi günü, yani 30 Mart 1922’de bir toplantı yaparlar. Türk milletini aşağıladıkları gerekçesiyle hocalardan Rıza Tevfik, Ali Kemal, Cenap Şehabettin, Hüseyin Daniş ve Barsayam Efendi’yi istifaya davet ederler.

Bu konudaki taleplerini de Edebiyat Şubesi Reisi İsmail Hakkı Bey’e iletirler.
- “Gereği yapılmazsa derslere girmeyeceğiz” derler.

Olaylar büyür ve kamuoyuna yansır. Edebiyat Şubesi Reisi İsmail Hakkı Bey 3 Nisan’da gazetelerde yayınlanan konuyla ilgili açıklamasında, ortada millî hisleri rencide eden bir durum varsa bunun belgelenmesini ister.

(MiM: Sanki bihaberdir bu konusmadan, beyanattan !!!)

Öğrenciler 3 Nisan akşamı sabaha kadar uyumazlar. Hazırladıkları yeni iddianameyi 4 Nisan’da ilgili makamlara verirler. Verdikleri listede her ismin karşısına bulabildikleri suç unsurlarını da ilave ederler. Adı geçen zevatın milli hisleri rencide eden söz ve fiillerine örnekler verilir.

Bu suçlamalardan en ilginci, Rıza Tevfik’in Sevr’i imzalamış olması ve imza sırasında kullandığı kalemi Robert Koleji’ne hediye ettiği iddiasıdır. Bu iddiadan sonra olayların daha da büyümesi üzerine Rıza Tevfik görevinden istifa eder.

Turan ve Türk dünyasının büyük fikir adamlarından Nihal Atsız’ın kamuoyunda "Irkçılık-Turancılık Dâvâsı" diye bilinen 1944 Türkçülük dâvâlarında mahkeme heyetine karşı yaptığı savunmada, Rıza Tevfik’in Sevr’i imzada kullandığı kalemi Amerikan Koleji'ne hediye ettiği bilgisine de yer verir.

(MiM: Robert Kolejlerinin ne amaca hizmet ettikleri bilindiginde, bu kalemin neden ? Ne icin Robert Koleje hediye dildigide anlasilmis olacaktir.

Robert Kolej´in misyonu nedir ?

ABD Başkanının öfkesi…
Yazı sonunda linkine yer vereceğim makalede, Osmanlı topraklarında açılan misyoner okullarının ne tür faaliyetler içinde olduğu hakkında kısa ve öz bilgi alacağınızı ummakla birlikte, vakti olmayanlar için aynı makalenin içinden aldığım iki paragrafı konu bütünlüğü açısından dikkatinize sunmak istiyorum.

Gerek Amerikan okullarında ve gerekse Amerikan konsolosluklarında görev yapan ve siyasetle iç içe olan misyonerler Türk-Amerikan diplomasisinin ve ikili ilişkilerin şekillenmesinde önemli bir rol oynamışlardır. Robert Koleji’nin kurucusu ve ilk müdürü Cyrus Hamlin (1811–1900)’in iki defa Amerika’ya başbakanlık etmiş olan Grover Cleveland (1837–1908)’a Osmanlı karasularına Amerikan donanmasının gönderilmesi tavsiyesinde bulunmuştur.

Biraz da böyle bir yapının etkisi ve neticesi dolayısıyladır ki, 1901’de Amerika Birleşik Devletleri’nin idaresi kendisine teslim edilecek olan ve her ne hikmetse 1906 yılında Nobel Barış Ödülü’ne layık görülmüş bulunan 26. Amerikan başbakanı Theodore Roosevelt (1858–1919), dünyada öncelikle ve herkesten evvel ezmek istediği iki ülkeden birisinin Osmanlı Devleti olduğunu açıkça beyan etmiştir.

Neden orayı tercih etti?

Son sözümüz şu olsun. Bu yazıdan amaç yabancı okul düşmanlığı yapmak ve nefret körüklemek değildir. Tarih, dünden ibret alınsın diye okunur.

Ülkemizde açılan misyoner okullarının Osmanlı Devleti’nin bölünüp parçalanmasında oynadığı tartışmasız rol göz önünde tutulursa, bu okulların en bilineni ve bir bakıma sembolü olan Robert Koleji’ne Rıza Tevfik tarafından bu kalemin hangi amaçla hediye edildiği de doğrusu merak konusudur. Rıza Tevfik keşke, kendisini bu yöndeki iddialarla protesto eden öğrencilere gerçek nedeni açıklasaydı.

(MiM. Amerikan kolejlerini bu ülkede kuranlar, Galatasaray Lisesini kuranlardan baska bir kulvarin insanlari degil idiler. Ittihadd-i terakki Cemiyetinin üyeleri idiler.
Ittihadd-i Terakki Cemiyeti Üyelerinin hepsi sanki yemin icmistirler, bu ülkeyi bu milleti yabanci batililara satmak icin)

Bu vatana kolay sahip olmadık. Kıymetini bilelim. Son zamanlarda yaşadığımız sıkıntıları gördükçe, meseleyi kavramamız daha da kolaylaşıyor.
Rıza Tevfik bu davranışıyla nasıl bir mesaj vermek istedi dersiniz?
………………………

Notlar:
1- Doktora tezimin hazırlığı sırasında bahsi geçen konuyla ilk karşılaştığımda, bu kalemin Robert Koleji’nde bulunup bulunmadığı bilgisini teyit için okulu aradım. Fakat konu hakkında bilgi sahibi olan çıkmadı. Konu hakkında ayrıntılı bilgi için Gazetecinin İnfazı (Timaş, 1997) adlı kitabıma bakılabilir.
2- Misyonerlerin Osmanlı Devleti’nin bölünüp parçalanmasındaki rolü için
Prof. Dr. M. Metin HÜLAGÜ’nun ekteki makalesine göz atmanızı öneririm.
Bu yazı alinti tarihine kadar 1731 defa okunmuştur.

ZIMMET ve ATATÜRK *** iS BANKASI CHP´nin DEGiL, MiLLETINDiR...



Kurtuluş Savaşı’na gönderilen Rus altınları borsada batmıştı* Mustafa Armağan m.armagan@zaman.com.tr

Tarih her zaman yanlış yazılır ve o nedenle
her zaman yeniden yazılması gerekir.
George Santayana

Kurtuluş Savaşı, üzerinden daha bir asır geçmeden tarihimizin karanlık bir bölgesi haline gelmiş durumda. Bunun nasıl başarıldığı sorulunca, ister istemez 1928’de yapılan Harf Devrimi geliyor akla. Modern dünyada bir büyük medeniyetin çocukları ilk defa bin küsur yıldır kullanmakta oldukları ve sayesinde modern çağ için yakıt ödevi görecek “kanonları”, yani temel eserleri vücuda getirdikleri harfleri değiştiriyor ve Cumhuriyet’in tamamen yeni bir devlet olarak ortaya çıktığını iddia ediyorlardı. Bu da kaçınılmaz olarak mazideki zaten karanlık olan sayfaların üzerindeki gölgenin daha da kalınlaşmasına yol açıyordu.

İşte bu karanlık sayfalardan birisi, Milli Mücadele’ye yurt dışından gelen para yardımları meselesidir.

VARAN -1 : Hindistandan gelen yardimlarin Atatürk tarafindan illegal olarak zimmete gecirilmesi

Mesela Hindistan Müslümanlarının dişlerinden tırnaklarından artırarak Kızılay’a (o zamanki adıyla Hilal-i Ahmer Cemiyeti’ne) yaptıkları 300 bin lira tutarındaki yardım, Maliye kayıtlarına dahi girmemiş ve Mustafa Kemal Paşa’nın emrine tahsis edilmiştir. Büyük Taarruz öncesinde geçici olarak Maliye Bakanlığı’nın emrine devredilen ve düşmanın çekilirken yakıp yıktığı köylerin ahalisine dağıtılan bu paranın 110 bin lirasının da cephe kumandanlığı emrine gönderildiği biliniyor.

Ancak savaştan sonra durumu düzelen Maliye Bakanlığı, bu parayı Mustafa Kemal Paşa’ya iade etmiş, o da İş Bankası’nın kuruluş sermayesine katmıştı. Bir başka deyişle, İş Bankası’nın temel harcına, Hindistan Müslümanlarının Hilafetin kurtarılması için gönderdikleri paranın, dolayısıyla da bu fakir insanların alın terlerinin karıştığını bilmek gerekir.


Kurtuluş Savaşı’na gönderilen Rus altınları borsada batmıştı* Mustafa Armağan m.armagan@zaman.com.tr

Tarih her zaman yanlış yazılır ve o nedenle
her zaman yeniden yazılması gerekir.
George Santayana

Kurtuluş Savaşı, üzerinden daha bir asır geçmeden tarihimizin karanlık bir bölgesi haline gelmiş durumda. Bunun nasıl başarıldığı sorulunca, ister istemez 1928’de yapılan Harf Devrimi geliyor akla. Modern dünyada bir büyük medeniyetin çocukları ilk defa bin küsur yıldır kullanmakta oldukları ve sayesinde modern çağ için yakıt ödevi görecek “kanonları”, yani temel eserleri vücuda getirdikleri harfleri değiştiriyor ve Cumhuriyet’in tamamen yeni bir devlet olarak ortaya çıktığını iddia ediyorlardı. Bu da kaçınılmaz olarak mazideki zaten karanlık olan sayfaların üzerindeki gölgenin daha da kalınlaşmasına yol açıyordu.
İşte bu karanlık sayfalardan birisi, Milli Mücadele’ye yurt dışından gelen para yardımları meselesidir.

Varan - 2: Rusyada gelen yardimlarin Atatürk tarafindan illegal olarak zimmete gecirilmesi

Milli Mücadele’ye Rus yardımı

Batumun satilmasi
Ancak daha netameli bir yardım, Rusların, daha doğrusu o zamanlar henüz kurulmuş bulunan Sovyetler Birliği’nin yapmış olduğu yardımdı. Lakin bu yardımın kara kaşımız, kar gözümüz için yapıldığını zannedenler fena halde yanılır. Bu yardım, iç isyanlar ve Avrupa menşeli Beyaz Orduların sarsmakta olduğu Sovyetler Birliği’nin güney sınırını güvenceye almak ve daha da önemlisi, güney sınırında İngiliz uydusu bir devletin kurulmasına mani olmak kaygılarından doğan bir reel politiğin uzantısıydı. Kaldı ki yardımlar karşılığında Kâzım Paşa’nın Erivan (Ermenistan) seferi M.Kemal´in emri ile durdurulmuş ve Misak-ı Milli dahilinde sayıldığı halde güzelim Batum şehri Sovyetler Birliği’ne teslim edilmişti.


Velhasıl bu yardımlar bir lütuf, bir atıfet değildi. Karşılıklı bir anlaşmanın şartları gereğiydi.

Değildi ama bu yardımın miktarı ve nereye sarf edildiği konusu daima kafaları karıştırmıştır. Anadolu’ya askeri malzeme yardımı yapıldığını biliyoruz. Sabahattin Selek’in deyişiyle “Bir miktar silah, cephane ve harp aracı” alınmıştı. Dahası, tutarı tartışma konusu olsa da, 1 milyon ile 5 milyon altın arasında bir miktar nakit para da gönderilmiştir.

Hatta o sırada yurt dışında bulunan Enver Paşa’nın bizzat Moskova’ya gidip Rus yöneticilere güvence verdiğini ve yardımı bizzat kendisinin organize etmek arzusunu beyan ettiğini de yazıyor kaynaklar.

Bu nakit para işi mühim. Zira taahhütlerimizi yerine getirdikçe parti parti gönderilmiştir. Ancak bir partinin başına öyle bir iş gelmiştir ki, bugüne kadar bir yolsuzluk mu yoksa beceriksizlik eseri mi olduğu tam olarak anlaşılamamıştır.

Olay Sabahattin Selek’in Anadolu İhtilali (4. baskı, İstanbul 1968, Burçak Yayınevi, s. 133) adlı eserinde geçmektedir. Rus yardımının özeti şu kalemlerdir:

Ruslar, üç parti hâlinde bir milyon Rus altını verdiler. Bu altınlar:
Ferit (Tek) Beyin Maliye Vekilliği zamanında iki yüz bin,
Hasan (Saka) Beyin Maliye Vekilliği zamanında Beş yüz bin,
Hasan Fehmi (Aytaç) Beyin Maliye Vekilliği zamanında Üç yüz bin lira olmak üzere geldi.1

Ankara’daki Rus Büyükelçisinin isteği üzerine bu altınlara Ankara hükûmeti adına Maliye Vekili Hasan Fehmi Bey bir milyon liralık makbuz vermiştir. İkinci parti olarak alınan beş yüz bin altının yüz bini, askerî müşavir olarak Moskova’ya giden Saffet (Arıkan) ve Nuri (Conker) Beylere teslim olunarak silâh satın almak üzere Almanya’ya gönderilmiş, dörtyüz bin altını da Yusuf Kemal Bey beraberinde Kars’a getirmiştir.

İşte başına tuhaf haller gelen yardım, Hasan Saka’nın Maliye Bakanlığı zamanına rastlar.

Alman borsasında batan yüz bin altınımız

Moskova’dan yüz bin altını yanlarına alan ve ikisi de asker olan Saffet Arıkan ve Nuri Conker beyler, silah satın almak için doğru Almanya’nın yolunu tutarlar. Fakat o günlerde savaştan çıkmış Almanya’da yüksek enflasyon vardır ve borsa da kârlı bir yatırım aracı durumundadır. Saffet ve Nuri beyler bir taraftan Kurtuluş Savaşı için silah pazarlıkları yaparlar, öbür taraftan da bozdurup Mark yaptıkları parayı enflasyondan koruyup değerlendirmeyi düşünürler. İşte tam bu sırada müteşebbis, daha doğrusu uyanık bir Almanla tanışırlar.

Bu acar Alman borsacı, kendilerine, ellerindeki parayı çoğaltmak ve böylece ülkelerine daha fazla silah satın almak dururken niye boşu boşuna beklettiklerini sorar. Üstelik de enflasyon bu parayı sürekli kemirirken... Sonuçta borsada kazandıkları parayla vatanlarına hizmet etmeyecekler midir?

Gayet mantıklı gelen bu teklifi kabul eder Saffet ve Nur beyler ve meteliğe kurşun atan Milli Mücadele hareketinin parasını olduğu gibi borsaya yatırırlar. Ancak sonuç tam bir fiyasko olur. Para, o sırada istikrarsız bir seyir izleyen Alman borsasında batar. Yanlış kâğda oynamışlardır. Neticede Alman borsacının, borsa nedir bilmeyen askerlerimizi aldattığı anlaşılır. Sonuçta çar naçar, elleri boş olarak Ankara’ya döner iki askerimiz.

Yüzde 40 zorunlu vergi anlamına gelen “Tekâlif-i Milliye” kanunuyla fakir Anadolu halkının iki ineğinden, iki çuval unundan birisine zorla el konulduğu bir dönemde tam yüz bin altının göz göre göre sokağa atılması, tabiidir ki, Ankara’da büyük tepki uyandırır. Mesele mahkemelik olur. Fakat her nedense bir sonuç çıkmaz. Hadisede kasıt unsuru bulunamamış, bir “kaza” olarak görülmüştür. Her ikisi de Atatürk’ün silah arkadaşları olan ve Cumhuriyet döneminde bakanlık yapmak dahil kritik roller oynayan bu iki seçkin simanın skandalı ört bas edilmiştir. Bugüne kadar da bunun hesabı sorulmuş değildir.

Hala aydınlığa kavuşamamış ve hesabı sorulamamış bu hadise gibi daha niceleri yaşanmıştır Milli Mücadele sırasında.

Dedik ya, Kurtuluş Savaşı’mızın bir de karanlıkta kalmış, unutulmuş, daha doğrusu unutturulmuş yüzü vardır. Bu dahi o sahifelerden biridir.

1 Hasan Fehmi Aytaç, Ferit Tek ve Yusuf Kemal Tengirşek Beylerle yaptığımız görüşmelerde tespit ettik.Bu yazı 18849 defa okunmuştur.

Dedik ya, Kurtuluş Savaşı’mızın bir de karanlıkta kalmış, unutulmuş, daha doğrusu unutturulmuş yüzü vardır. Bu dahi ol sahifelerden biridir.
1 Hasan Fehmi Aytaç, Ferit Tek ve Yusuf Kemal Tengirşek Beylerle yaptığımız görüşmelerde tespit ettik.Bu yazı 18849 defa okunmuştur.
VARAN -3 : Atatürk´ün sattigi toprakllardan elde ettigi altinlari zimmetine gecirmesi
Ahmet MiM
22 Aralık 2006 14:51
Satilmis Topraklarimizin Öyküsü Sivas yönergesi ile Mustafa Kemal Pasa tarafindan milli birligi tesis icin Kilic Ali Bey görevlendirilir. Maksad; Milli Birligin tesis edilebilmesi icin, Anadolu´yu düsman isgallerinden kurtarmak amaci ile (lagvedilen osmanli ordusunun komutanlarinca kurulmus ve osmanlinin silahlari ile donatilmis olan) kuvayy-i milli cemiyetlerinin hepsini bir cati altinda birlestirmek idi.
Bu birlesme, yeni bir devletin kurulmasi icinde sart idi. Bu plan Vahdettin´in plani idi.)Fakat Kilic Ali Bey Güney ve Güney-Dogu Anadoludaki tüm kuvayy-i milliyecilerin baslarini ya öldürttü veyahutta sürdürttü. Bu yöreleri düsmandan kurtaran ve koruyabilecek tek güc olan Kuvayyi milliyecileri ise "ceteci" ibaresi ile illegal ilan ederek hapse attirtti. Böylelikle korumasiz yani kuvayy-i milliyesiz kalan Güney ve Güney-Dogu Anadolu topraklari tekrardan 2. defa ingiliz ve Fransizlarca isgal edildiler.
Ingiliz ve Fransizlari bu topraklara tekrardan sokan Kilic Ali Bey´in menfaatimi vardi yoksa ?
"Bir teneke altina gitti Sam" sözünü halen söylerler Samlilar ve Güney-Dogulular.
Fransizlarin Güney-Dogudan atilmalarindan sonra, bunlarla birlikte kacmak mecburiyetinde kalan Ermenilere(Fransizlara isgal esnasinda yardim ettiklerinden, Türk halkinin intikam alacagindan korktuklari icin kacmak mecburiyetinde kalmislardi.) Istanbul Hükumeti ermenilere kanuni garanti vermisti. Mallarina, Mülklerine ve Servetlerinin devlet güvencesi altinda olduguna dair.
Kilic Ali Bey ise Ermenilerin tüm mallarini, servetlerini, Mülklerini Sivas Hükumetinin zimmetine gecirtmistir.
Yine Kilic Ali Bey; Fransizlarla altin karsiliginda yaptigi anlasmalara istinaden Güney-Doguyu savunmasiz hale sokarak, Fransizlarin 2. Defa Bu yöreleri isgal etmesine zemin hazirlamistir.

08 Ağustos, 2007

Cunta Devleti nasil kurulur ?

Köşk adayı nasıl tehdit edildi? Cumhurbaşkanlığı adaylığı 1961 yılında, 27 Mayısçı cuntacılar tarafından tehditlerle engellenen Ali Fuad Başgil, o günleri ve nasıl tehdit edildiğini anlatıyor...

08 Ağustos 2007 14:29

Cumhurbaşkanlığı adaylığı 1961 yılında, 27 Mayısçı cuntacılar tarafından tehditlerle engellenen Ali Fuad Başgil O günleri ve nasıl tehdit edildiğini bakın nasıl anlatıyor.
Ali Fuad Başgil diyor ki;
……….
“Ziyaretler ve görüşmeler devam ediyor. Saat on dokuzu geçe İstanbul’dan veri bana arkadaşlık etmekte olan İsmail Dayı (Halen Balıkesir Milletvekili) geldi:
“Başvekalet’ten bir emir subayı gelmiş aşağıca bekliyor. Sizi Başvekalet’den çağırıyorlarmış.” Dedi.
Etrafımdakiler:
“Adaylığınızı geri almanız için sizi sıkıştıracaklar, kat’iyyen yılmayınız” tavsiyesinde bulundular.
Kendilerine şu cevabı verdim:
“Vehme kapılma ve gitmemek için bir sebep yoktur. Kazanılır veya kazanılmaz, adaylık serbesttir. Cumhurreisliğine namzetliğimi koyduğumdan dolayı kimse muaheze edilemez. Bu kanun ve usul dışı bir hareket olur. Hükümetin bu yola gideceğini tahmin etmem. Sonra bu bir emirdir. Hükümet emrine tabi olmak vatandaşlık vazifesidir. Siz gelen subaya saat yirmide Başvekalette olacağımı söyleyiniz”
Balmumcudan kötü gün arkadaşım Mehmet Gence gelmişti. Onunla çarçabuk bir akşam kahvaltısı yaptık.Saat yirmiye doğru da başvekalete yollandık. Yanımda Tahsin Demiray, Fethi Tevetoğlu, Ali Fuad Alişan, Sadi Pehlivanoğlu ve daha birkaç milletvekili vardı. Başvekalet odasına Demiray’la birlikte girdik. Diğer arkadaşlar bitişik salonda kaldılar. Bizi kapıdan Fahri Özdilek ve Sıtkı Ulay karşıladı. Oturduk, birer kahve içtik.
“Çok enteresan fikirler. Fakat asıl konuşmak istediğimiz bir mevzu var. Müsaade ederseniz onu konuşalım” diyerek Hoca’nın “fikir beyanı”na müdahale eder.
Okuyalı şimdi, demokrasi adına işlenen cinayetin safahatını…
Sıtkı Ulay: “Haber aldık ki siz Cumhurreisliğine adaylığınızı koymuşsunuz. Bu haber doğru mudur?”
Ali Fuad Başgil: “Doğrudur efendim. Yalnız bir noktayı tavzih etmem lazım: Ben bu makama kendimi kendim layık görmüş ve talip olmuş değilim. Esasen hayatım boyunca hiçbir makam ve memuriyete kendim talip olup arkasından koşmadım. Bulunduğum memuriyetlere hep çağırıldım ve rica edildim. Bu defa da böyle oldu. Saat onüçten beri otelde grup grup ziyaretime gelen muhtelif partilerden milletvekilleri, bölgeleri ve adaylığımı koymamı istediler. Bu umumi isteğe cevap vermeyi bir vazife bilerek adaylığımı koydum”
“ADAYLIĞINIZI GERİ ALIN”
Sıtkı Ulay: “ Adaylığınızı geri almanız lazımdır. Gürsel Paşa’nın karşısında başka bir adaylığa asla müsaade etmeyiz!..”
Ali Fuad Başgil: “Yanlış yoldasınız paşam. Dürüst bir seçimden sonra tutulacak yol bu değildir. Demokrasi hukuku emreder ki, seçimler her safhasında serbest olsun, zorlanan bir seçimden hayır gelmez. Sözde seçim dikta rejimlerinde görülen seçimdir. Sizler Demokrasi yolunda yürüyeceğinizi söylediniz İktidarı seçimlerde kazanacaklara teslim edeceğinize söz verdiniz, hatta yemin ettiniz. Ben buna inanarak Cenevre’den kalktım, geldim. Sizlere yakışan verdiğiniz sözü tutmaktır.
15 Ekim’de milletvekilleri seçilmiş, milli irade tecelli etmiştir. Müsaade ediniz, milletin vekilleri yarın toplansın, Meclis açılsın. Herkes elini vicdanına koyarak serbestçe reyini kullansın. Ekseriyeti kim kazanırsa makama o geçsin. Memleket için hayır bundadır. Ben çok ümid ederim ki yine Gürsel Paşa kazanacaktır. Fakat bu şerefli bir seçim olacak ve efkar tatmin edilecektir. Serbest bir seçimle mevkii kazanmanın şerefi büyüktür. Zorlanan seçim seçim değildir. Tekrar edeyim ki, demokrasinin gösterdiği tek yol budur. Padişahlıkla Cumhuriyet arasındaki fark da buradadır. Padişahlıkta makamın sahibi önceden bellidir. Ve bu “Veliahd-i saltanattır” Cumhuriyet ise makamın la-yıkını yalnız halkın veya halk temsilcilerinin serbest reyleri tayin eder”
Fahri Özdilek: “Biz de demokrasi dedik durduk ve seçimlere öyle girdik. Seçimlerden çıkan netice bu mu olmalıydı?”
CUNTA TEHDİT EDİYOR
Ali Fuad Başgil: Ben seçimlerin neticesinde anormal bir şey görmüyorum. Bu kabul ettiğimiz nisbi temsilin normal neticesidir. Bu usulde, muayyen bir partinin ekseriyet usulünde olduğu gibi kahir bir çoğunluk kazanmasını beklemek abestir. Bu sistemde reyler bölünür ve küçük büyük her parti, kuvvetine göre mecliste yer kazanır. Nisbi temsilin hususiyeti budur. Ve bunun faydaları olduğu gibi mahzurları da vardır. Faydalarından başlıcası memleket idaresini bir ekseriyetin görüşüne terk etmemek ve azınlıkları da idareye iştirak ettirmektir. Sistemin mahzuru da reylerin bölünmesi ve meclisin bir partiler mozayığı haline gelmesidir. Hükümet teşkilinde zorluklar çıkması ve kuvvetli bir hükümet kurulmaması da sistemin diğer mahzurlarıdır.
Sıtkı Ulay: “Bizi anlamanız lazımdır. Müşkül durumdayız. Son günlerde bizim, hükümet olarak kuvvetimiz yoktur. Orduda yeni bir junta kurulmuştur. Bize bu junta dikta etmekte talimat vermektedir. Biz bugün devlet radyosuna bile hakim değiliz. Radyo da juntanın emrindedir. Adaylığınızı geri almanız hususunda bize talimat veren de bu juntadır.
HAYATINIZI TEHLİKEYE ATIYORSUNUZ
Biz size juntadan aldığımız emri tebliğ ediyoruz. Kabul edip etmemek size aittir. Fakat kabul etmediğiniz takdirde, sizin hayatınızı garanti edemeyiz. Bunu açık söyleyelim. Neticede bundan da ibaret kalmayacaktır. Meclis açılmadan dağılacak, seçimler iptal edilecek partiler kapatılacak ve askeri idare devam ettirilecektir. Siz bir hukuk profesörü olarak, memleketin böyle bir akıbete düşmesine elbette razı olmazsınız.”
Sıtkı Ulay Pala’nın bu sözleri – daha doğru tabiri ile tehdidi Ali Fuat Başgil’i fazlasıyla sarsar!.. Hoca endişe içindedir!.. Ve kendi ifadesi ile bu endişe şahsı için değil, memleketin tekrar içine yuvarlanacağı badiredir. Diyor ki bu mevzuda Ali Fuad Başgil:
“Sıtkı Paşa soğukkanlılıkla konuşuyor. Ve sözlerinin bende yaptığı tesiri dikkatle müşahedesi altında bulunduruyordu. Tehdit okları hedefine varmış, benim moralim alt üst olmuştu. Ben tehdit ve terör altında iş görecek ve muvaffakiyet arayacaklardan değildim. Sulh adamı, Hak ve vazife aşığı, medeni bir insandım. Tekme ve tabanca ile iktidara gelmek benim işim değildi. Bu bakımdan Paşa, karşısında tam adamını bulmuştu.
Tehditler korkunçtu; gerçi ömrümün çok senelerini geride bırakmıştım. Önde kalanın ise nazarımda hiçbir kıymeti yoktu. Fakat meclis dağıtılacak seçimler iptal edilecek partiler kapatılacak, askeri idare devam ettirilecek ve bütün bu felaketler benim yüzümden kopacaktı. Yani İnönü-Bayar düşmanlığı şimdi Gürsel-Başgil düşmanlığı şeklinde hortlayacaktı. Allah bunu bana göstermesindi. Memleketini seven bir insan sıfatiyle ben elbette buna razı olamazdım.
Paşalara Cevabım Şu Oldu:
“Arz ettiğim gibi ben Cumhurreisliğine adaylığımı hod behod koymuş değilim. Halkın arzusu ve Milletvekillerinin talebi üzerine koydum. Fakat buna söz verdim. Hatta yalnız söz değil, yazılı bir beyanname imza ettim. Ben verdiğim sözden dönen ve imzasını yalanlayan namertlerden değilim. Adaylığımı geri almama imkan yoktur. Fakat benim yüzümden memleketimin söylediğiniz akıbetlere sürüklenmesine de gönlüm razı olmaz. Bu vaziyet karşısında bana düşen bir iş kalmıştır. O da yarın sabah senatörlükten istifa ederek evime dönmektir.
“Bunu da yapmayacaksınız, çünkü bunun da avakıbı/ neticeleri var”
“İstifa etmek benim hakkımdır. Hakkımı kullanmak için kimseden müsaade almaya ihtiyacım yoktur. Kararım verilmiştir”

www.belgehaber.com / ÖZEL HABER

07 Ağustos, 2007

PKK yxi kuran Devlet mi ?

PKK; Bir TSK, dolayisi ile bir MIT ürünüdür.

Iste delilleri:

Neşe Düzel'in Avni Özgürel'le yaptığı 27.10.2003 tarihli söyleşi

- Siz, Abdullah Öcalan'ı MİT'e bağlı bir şirkette çalışırken görmüşsünüz okuduğuma göre. Doğru mu bu ?, gördünüz mü gerçekten ?
- Benim gençliğim milliyetçi derneklerde geçti. 1965'te üniversite öğrencisiyken Türk Ocakları'ndan ayrılıp İkinci Kuvayı Milliye diye kendi derneğimizi kurduk. Biraz MHP'ye, biraz Adalet Partisi'ndeki sağ milliyetçi kanada yakın bir öğrenci hareketiydi bu. Ayrıldığımız Türk Ocakları ise daha entelektüeldi: Sokak kavgasını onunla sürdüremezdik. O dönemde Türkiye'de, özellikle gençlik arasında sol hareket gelişiyordu. Devlet de sağda, 'milliyetçi' diye isimlendirdiği gençlerin örgütlenmesini yüreklendiriyordu. Komünizme karşı bazı materyeller geliyordu ve biz de bunları dağıtıyorduk.
- Bu yayınların size devletten geldiğini biliyor muydunuz?
- Tabii. Bu yayınları veren kuruluşlardan biri de Refik Korkut'un Fikir Ajansı'ydı. Bu tür neşriyatı dağıtmak için kurulmuştu. Ankara'da İzmir Caddesi'nde bir binanın bodrum katındaydı.
- Siz oraya niye gidiyordunuz ?
- Hem dağıtacağımız neşriyatı almaya gidiyorduk, hem de bildirilerimizin çoğaltma işini orada yapıyorduk. Bizim yaşlarda bir genç vardı. Ajansa gittiğimde onu orada görüyordum. 1966, 1967 yıllarında ajansta gördüğüm o genç, hayal meyal hafızamda kalmış.
Yıllar içinde Abdullah Öcalan'ın resimlerini medyada gördüm ama insanlar yaşla birlikte değişiyor tabii. Ancak 1993'te Öcalan'la yüz yüze geldiğimizde bende birtakım çağrışımlar oldu.
- Bu yerin MİT'e ait bir yer olduğunu nereden biliyorsunuz?
- Biliyoruz. O dönem sadece bu ajanstan değil, başka kurumlardan da bu nevi yayınları alıyorduk. Milliyetçi gençliğe her biri farklı amaçla el atmış başka kuruluşlar da oldu o dönemde. Mesela Türkiye Çiftçi Teşekkülleri Federasyonu gibi birtakım kuruluşlar kuruluyor ve bunlar komünizme karşı özel yayınlar çıkarıyordu.
- Daha sonra Öcalan'la, o PKK'nın başındayken karşılaştınız mı? 1993'e kadar hiç karşılaşmadım. 1993'te gazetecileri Bekaa'ya basın toplantısına davet etti. Panaroma'nın genel yayın yönetmeni olarak ben de gittim. Bizimki haftalık dergi olduğundan, basın toplantısından sonra Öcalan'la dergi için özel söyleşi de yaptım. O özel görüşme sırasında kendisine sordum. '
- Ankara'da İzmir Caddesi'nde Fikir Ajansı diye bir yer vardı. Yanlış hatırlıyor olabilirim ama birden bir şey çağrıştırdı. Bende seni orada gördüm gibi bir his uyandı' dedim.
Bana, '
- Yoo, doğru hatırlıyorsun. Ama ben bunları bir müddet sonra açıklayacağım' dedi.
- Peki o ajansta bulunan biri mutlaka MİT elemanı mıdır?
- En azından MİT'le irtibatlıdır. Türkiye'de güvenlik birimlerinin kurduğu bir organizasyonun içine, bir insan, hangi amaçla olursa olsun gelip gidiyorsa ve onun orada oturup kalkmasına kimse ses çıkarmıyorsa, o insan ya güvenilir biridir ya da görevli biridir. Başka ne olabilir ki? Başka şey olamaz. Öcalan, eski eşi Kesire'nin babasının MİT'le ilişkisi olduğunu söylemişti.
- Öcalan'ı siz MİT'le irtibatlı bir büroda gördüğünüzü söylüyorsunuz. PKK'nın kuruluşunda rol alan pilot Necati'nin MİT ilişkisinden gene Öcalan söz etmişti. PKK'nın kuruluş aşamasında bu kadar çok MİT bağlantısından söz edilmesini nasıl açıklıyorsunuz?
- Abdullah Öcalan ideolojik formasyonu zayıf biri. Ama Türkiye'de o dönemde İbrahim Kaypakkaya diye ideolojik formasyonu çok güçlü biri de vardı. Eğer Kürt hareketi düşünce planında onun gibi radikal bir kadronun kontrolünde olsaydı, Türkiye'de çok ciddi sıkıntı yaşanırdı. Onunla mücadele etmek zorlaşırdı. Oysa Öcalan her türlü işbirliğine gelen pragmatik biri. Onun, Kürt hareketinin başında olması bizim devletin de işine geldi.Sizce devletin bazı birimleri, PKK'nın kuruluş aşamasındaki her gelişmeyi biliyor muydu?Hiç şüphesiz, biliyorlardı. Öcalan'ın en yakınındaki insanlar üzerinden biliyorlardı. Ama PKK Suriye'ye geçtikten sonra üzerlerinde bir devlet kontrolü olduğunu sanmıyorum. Eğer devlet PKK'nın kuruluşunun her aşamasından haberdar idiyse, niye devlet bu örgütü kontrol edemedi ve bütün bu süreçte 40 bin insanımız öldü?
- Bence kontrol etmek istemediler. Çünkü Güneydoğu bir sektör olmuştu. Eğer PKK hareketi, sana sınırsız örtülü ödenek kullanma ve para dağıtma imkânını veriyorsa... Bazı insanlara da, dehşet estirme gücünü sağlıyorsa... Ki bazı Jitem mensupları ne asker, ne de polisti. Bazıları Yeşil gibi hüdanabit adamlardı. Bu timlerin içinde, 'Yolda bizi sollayıp geçen arabaları durdurup içindekileri öldürdük' diyen adamlar bile vardı. Bir de tabii Güneydoğu'da uyuşturucu işi de çok ciddi bir gelir kapısı haline geldiyse... Sonuçta bütün bu kirli paranın ayakta tuttuğu bazı dengeler var demektir. Güneydoğu'daki bu tablo, Türkiye'de birçok yapıyı besledi. PKK'dan ele geçirilen silahlar tekrar PKK'ya satılıyordu. Hatta son dönemde PKK, Makina Kimya'nın mermilerini kullanıyordu. Bu kanalları kestiğin anda, peş peşe çok şey devriliyor tabii. Uğur Mumcu da cinayete kurban gitmeden önce, MİT-Öcalan ilişkisini açıklamaya hazırlanıyordu sanırım.
- Mumcu'nun elinde bu konuda geniş bilgi var mıydı sizce?
- Uğur'la Ankara'da evlerimiz çok yakındı. Bekaa'dan döndükten sonra Uğur'a gitmiştim.
- 'Öcalan'ın MİT'le irtibatlı olabileceğini öteden beri yazıyorsun, bende de böyle bir bilgi var, bunu da bil' dedim. Uğur'daki bilgi, Öcalan'ın iki bağlantısına ilişkindi. Biri Kesire'nin ailesiyle alakalıydı. Eski eşinin ailesinin MİT'le ilişkisini Öcalan da kabul etmişti. Diğeri, Öcalan'ı Ankara'dan Diyarbakır'a götüren pilot Necati'nin MİT ilişkisiydi. Ki bu ilişkiyi Öcalan da daha sonra açıkladı. Hatta Uğur'un öldürülmesinden sonra bir söyleşisinde Öcalan, MİT'in parasıyla devlet aleyhine bir eylem hazırlanmasını komik bulduğunu bile anlatmıştı.
- 'Düşünün' demişti, 'Onların parasıyla, onlara karşı PKK hareketi... Adamların parasıyla, adamların elemanlarıyla yaptığım politikaya bakın...'
- Peki Mumcu'nun öldürülmesi, bu ilişkiyi açıklamaya hazırlanmasıyla ilgili olabilir mi?
- Hayır. Uğur'a yönelik suikastın arka planına, sadece Öcalan'ın MİT'le ilişkisi diye bakılmamalı. Bu öyle çok da delilleri bulunabilir bir şey değil çünkü. Bizim orada yapacağımız, o insanların kimlikleri, kişilikleri üzerine dikkat çekmekten ibarettir sadece. Uğur'un derin devletin öfkesini üzerine çekmesinin ve öldürülmesinin altında bence iki şey yatıyor. Ağca olayı ve Behçet Cantürk olayı. Uğur bu iki cinayetin arkasındaki devlet bağlantılarının farkına vardı. Gerçi 'derin devlet' denilen şey şimdilerde çözüldü ama, Uğur o dönemde derin devletin kodları üzerine kafa yormaya başlamıştı.
- Türkiye'de derin devletin artık zayıfladığını mı düşünüyorsunuz?
- Derin devlet MİT veya Özel Harp Dairesi'den ibaret değildir. Derin devlet bir trendir, kompartımanları vardır. Bunun içinde hukukçusu, üniversite öğretim üyesi, gazetecisi, işadamı, mafyası ve tetikçisi var. Karar mekanizması nasıl çalışıyor derseniz... Bileşik kaplarda olduğu gibi, bir tanesinden bir şey basıldığı vakit, hepsi otomatik olarak aynı ayar noktasına geliyorlar. Hepsi de ani bir refleksle birbirleriyle dayanışma içine giriyorlar. Mesela Abdullah Çatlı uyuşturucu iddiasıyla Fransa'da yakalandığında, avukatlık işi için hapishanede ilk kimi aradı biliyor musunuz? 12 Mart döneminin sol liderlerinden Sarp Kuray'ı.
- Ne demek istiyorsunuz?
- Söylemek istediğim şu. Derin devletin sol unsurları da, sağ unsurları da var. Yapının bütün unsurları bütünleşmiş. Yani o sağcı, ben solcuyum. Ya da ben sağcıyım, o Kürtçü diye bir ayrım yok. Bu devasa yapı Türkiye'de operatif eylemler yaptı. Bu operasyonlar, Susurluk ve sonrasında iç çatışmalara sebep oldu. Çünkü biri konuştu, diğeri kendini kurtarma derdine düştü derken, bu yapıda çözülme oldu. Bakınız, o dönemin kimi önemli gazetecileri şimdi önemsiz oldu. Kimi önemli işadamları şimdi ya battı, ya önemini yitirdi. Kimi önemli polisleri şimdi ya yaşamıyor ya da bir kenara itildi. Bu yapının çözülmesinde bir de tabii Türkiye'nin Batı dünyasıyla entegrasyon sürecine girmesi de rol oynadı. Türkiye bugün ciddi bir değişim içinde. Gerçi derin devletteki irtibatların tortuları hâlâ yaşanıyor, adam askerden emekli oluyor, gidiyor bir mafya babasına danışmanlık yapıyor ama... Gene de derin devletin bu kısmı beş yıldır sıkıntıda. Kendi işlerine gelen eylemleri yapamıyorlar. Uğur Mumcu, Abdi İpekçi'yi öldüren, Papa'ya suikast yapan Ağca'nın arkasında Bulgar mafyasının ve devletinin olduğunu söyledi hep. Mumcu, Ağca'nın Türkiye'de devletle irtibatını düşünmekte neden bu kadar geç kaldı?
- Uğur esasında devletperest biridir. Devleti sorgularken çok hassastır. Bu yapının devlete zarar verilmeden arınmasını istiyordu. Ama ben biliyorum ki, o, Ağca'nın ve Cantürk'ün arkasındaki bağlantıları yazmaya hazırlanıyordu. Elinde bilgiler vardı. Uyuşturucu tüccarı Cantürk'ün arka planında mutlaka devletin içinde bir yapılanma vardı. Ama iş öyle çığrından çıkmıştı ki, devlet Çatlı ve Cantürk gibi adamlar üzerindeki kontrolünü kaybetmişti. Ben şunu biliyorum. Cantürk'ün öldüğü haberi ulaştığında, '
- Senin bu işten bilgin var mı, bu işi senin adamların mı yaptı' filan diye sormaksızın, Mehmet Ağar'ın Emniyet genel müdürü olarak, MGK'da alnından öpülüp tebrik edildiğini biliyorum.
- Öcalan'ı, MİT'le irtibatlı yerde gördüğünüzü ilk kime söylediniz?
- Uğur'a söyledim. Ama onun, Fikir Ajansı'nın arka planını ortaya çıkarabildiğini sanmıyorum. Çünkü Uğur'un sadece o dönemdeki MİT mensuplarıyla münasebeti vardı. Bütün çabasına rağmen, mesela bu organizasyonları bilen 1970'lerin MİT Müsteşarı Fuat Doğu'yla görüşememişti. Bir de Uğur kitaplarında analitik değildir. 'Savcı iddianamesi gibi yazıyorsun' dediğimde, 'Ben mümkün olduğu kadar çok materyel aktarıyorum. Bunların bir kısmını nereye yerleştireceğimi, ne anlama geldiğini ben de bilmiyorum. Ama bir gün bu isimler gündeme geldiğinde, insanlar o isimlerin bağlantılarını hiç olmazsa benim kitaplarımda bulur ve puzzle çözülebilir' demişti.
- Peki bazılarını bilmediği bütün bu isimler ve bilgiler Uğur Mumcu'ya nereden geliyordu?
- MİT mensuplarından, bazen MİT'te çalışmış ve tekrar Genelkurmay'a dönmüş subaylardan, onların bağlantılarından geliyordu. Veya emekli olmuş MİT mensuplarından da geliyordu. Başka yerden gelmesi mümkün değil.
- Öcalan'ı bir MİT bürosunda gördüğünüzü söylerken, bu sözlerinizin Öcalan'ı küçük düşürmek için hazırlanmış bir psikolojik savaş oyunu olarak değerlendirilebileceğini hiç düşündünüz mü?
- Türk devletinin şu anda Öcalan'ı küçük düşürmek işine gelmiyor. Aksine Kürt hareketinin Öcalan'ın kontrolünden çıkması Türkiye için sıkıntı doğurur. Ben de bu kanaatteyim. Devlet açısından rasyonel bakıldığında, Türkiye ile işbirliği halindeki bir Öcalan, Türkiye ile pazarlık masasındaki bir başka liderden çok daha avantajlıdır. Öcalan'ın kendisi de pazarlıklara açık olduğunu söylüyor. 'Lüzumundan fazla Kürtçülük yapmak istemiyorum. Dozunu düşüreceğim bu Kürt milliyetçiliğinin' diyor. Böyle pragmatik biriyle işi götürmek devletin işine geliyor olabilir. Geçmişte işine geldi. Ayrıca Öcalan, Güneydoğu'daki rant organizasyonunu yapanların da işine gelmiş olabilir. 1993'teki söyleşimizde,
- 'Güneydoğu meselesi, Kürt meselesi bir rant, bir para işine dönüştü mü?' diye sordum.
- Ne dedi?'
- Evet' dedi, 'Bu kolay kolay bitmez.' Hatta sohbetimizde daha ötesini söyledi. 'Bu işi ben bitireyim desem, beni bitirirler. Türkiye tarafında en yüksekte buna karar verecek emir noktasındaki insan bu işi bitireyim dese, bitirtmezler, onu bitirirler' dedi.
- Sizin Öcalan'ı MİT bürosunda gördüğünüzü açıklamanızdan sonra Öcalan'dan ya da PKK/KADEK yönetiminden bu konuda bir açıklama ya da yalanlama oldu mu?
- Hayır. MİT'ten de bir şey gelmedi, Zaten ben bunu daha önce de açıkladım. Öcalan-MİT ilişkisi bağlamında Radikal'de üç yazı yazdım.
- Eğer Öcalan MİT görevlisi ise, hangi amaçla PKK'yı kurdu?
Öcalan MİT görevlisi değil. Ama bir irtibat bir şekilde var.
- Eğer MİT'le irtibatlı biriyse hangi amaçla PKK'yı kurdu peki?
12 Mart'taki solcu subaylar örgütlenmesi de devletle irtibatlıydı. Halbuki bir darbe çekirdeğiydi orası. Ben 12 Eylül'de Mamak'ta yargılanan önemli birini, seneler sonra Özel Tim'in danışmanı olarak gördüm. Mesela şu da seneler sonra ortaya çıktı ki, bir sol örgütün, PKK değil bu.. Bu sol örgütün yönetim kadrosu yani merkez karar kurulunun tamamı, Emniyet istihbaratı tarafından tayin edilmişti. Böylece o elemandan hem o grupla ilgili bilgi alabilirsin, hem de o kişi üzerinden o grubu etkileyebilirsin.Ama belli noktadan sonra ipleri elinde tutamayabilirsin. Problem de bu noktada kopuyor zaten. MİT'in, Jitem'in, Emniyet'in irtibat kurduğu insanların önemli kısmı sonradan kontrolden çıktı. Çatlı ve Ağca böyledir. Öcalan da belki bunlardan bir tanesidir. Bilemezsiniz... Kontrol edeceklerini zannetmişlerdir, ama hiçbirini kontrol edememişlerdir.

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=93410