Fikir7 Manset Haberler

31 Aralık, 2007

BP, II. Abdulhamid´in mi ?



BP, II. Abdülhamit'e ait iddiası



Batılı ülkelerin ayak oyunlarını gören II. Abdülhamid, Kerkük ve Musul petrolleri'ni kişisel mülkü olarak kaydettirmişti.
Sonrası karışık.
Yeni ortaya atılan iddia çok tartışılacak.

30 Aralık 2007 08:12

BP, II. Abdülhamit'e ait iddiası

Sultan I. Abdülmecid'in üçüncü kuşaktan torunu olan Mahmud Sami'nin kaleme aldığı kitapta, Osmanlı ailesinin Mondros Mütarekesi'nden başlayarak 1998 yılına kadar sürdürdüğü bir hukuk mücadelesi anlatılıyor. Musul ve Kerkük petrolleri için 79 yıl boyunca İngiliz ve Amerikan mahkemelerinde açılan davalarla Osmanoğulları'nın kendi aralarındaki çelişkiler ve düşmanlıkların akıcı bir ülupla anlatıldığı "Abdülhamid'in Petrolleri" adlı kitapta, Türk hükümetlerinin davayla ilgili yaklaşımına da ilk kez yer veriliyor. Kitap dünyanın ilgisinin Kuzey Irak ve Türkiye'de yoğunlaştığı bugünlerde birçok tarihi gerçeğe ışık tutuyor.

HAZİNEYE DEVREDİLMEDİ

Osmanlı varislerinin miras davasındaki temel dayanağı Abdülhamid'e "zorla" imzalatılan tüm şahsi mallarını hazineye devrettiğine dair belgenin Meclis-i Mebusan'da karara bağlanmamış olması. Zira dönemin Kanun-i Esasi'sinde hükümdarın yayınladığı tüm irade-i seniyyelerin parlamento onayına sunularak her iki meclisin de onayından geçtikten sonra yürürlüğe gireceği öngörülüyordu.

Fakat Mahmud Sami'nin aile arşivlerinden aktardığına göre, ne Abdülhamid ne de halefi Sultan Reşad'ın malvarlıklarını hazineye devrettiğine dair irade-i seniyyeler parlamentoda ele alınıp karara bağlanmamıştı. Ancak iktidardaki Jön Türk hareketi söz konusu petrol yataklarını bir İngiliz şirketi olan Turkish Petroleum Company'e kiralamıştı. Bu şirket bugün dünyanın her yerinde şubesi bulunan British Petrol'den (BP) başkası değildi. Bu durum mirastan mahrum bırakılan Osmanlı ailesiyle bu servete sahip çıkmak isteyen batılı devletler, özellikle de İngiltere arasında onlarca yıl sürecek diplomatik ve hukuki çekişmenin temelini oluşturacaktı.

İNGİLİZLER NEZAKETTEN VAZGEÇİYOR

Nitekim Osmanlı topraklarındaki İngiliz işgalini koordine eden Yüksek Komiserlik, petrol kuyularının kontrolü konusunda Osmanlı varislerinin itirazlarını dikkate alarak bir inceleme başlatmış, Londra'ya yazılan raporda tüm tetkiklere rağmen mülklerin Osmanlı hazinesine devredildiğine dair güçlü belgeler bulunamadığını itiraf etmişti.

Konu İngiliz yönetimince uzun süre bekletilmiş ancak varislerin itirazlarının ardı arkası kesilmemişti. Varislere karşı nezaketi elden bırakmayan Birleşik Krallık, Musul ve Kerkük vilayetlerinin tüm itirazlara karşı Irak'a bağlanması konusunda Milletler Cemiyeti'nde nihai bir karar aldırmak için her türlü baskı aracını kullandı. İngiltere garantörlüğünde kurulan Irak Yüksek Mahkemesi de söz konusu mülklerin Irak hükümetine ait olduğu yönünde kesin bir karar aldı. Konu kapanmış gibi görünse de Avrupa'da ekonomik zorluklarla boğuşan Osmanlı ailesi hukuki süreci bitirmemekte direniyordu.

TÜRKİYE DE İLGİLENMEDİ

Kitapta aktarılan belgelerden en önemlisi de Irak petrolleri konusunda yeni kurulan Türk hükümetinin tutumu. Mahmud Sami'nin aktardığına göre Türkiye'nin konuyla ilgili tek müdahalesi, Abdülhamid'in Türk vatandaşı olarak kalan üç eşinin veraset haklarıyla ilgili ricada bulunmaktan ibaretti. Türkiye, İngiltere'den vatandaşlarının miras haklarının tahkim yoluyla korunmasını yani pay verilmesini talep ediyordu. Ancak İngiltere varisler için tahkime gitmeyi hiçbir zaman kabul etmedi.

OSMANOĞULLARI BÖLÜNÜYOR

Yıllara yayılan hukuk mücadelesi Osmanlı ailesi içinde de çekişmelere sebep oldu. Mahkeme masraflarından ve birbirinden habersiz açılan davalardan dolayı tartışan aile üyeleri petrol kuyuları konusunda ortak bir mücadele yürütmeyi hiçbir zaman başaramadı. 1970'e kadar hiçbir netice alınamayınca Mahmut Sami'nin ağabeyi Bahaeddin, ABD ve Fransa'nın da desteğini alarak yeni bir hukuki süreç başlatmaya hazırlanıyordu.

O güne kadar Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde Osmanlı malları için onlarca gönüllü şirket kurulmuştu. Çünkü dava kazanılırsa elde edilecek milyonlarca sterlinden hukuk bürolarına düşecek olan pay avukatların hayallerini süslüyordu. Ancak sonuçsuz kalan girişimler hukuçuları da yıldırmış, Osmanlı ailesi mahkeme masraflarını karşılayamaz duruma gelmişti. Destek arayışları ve yazışmalarla geçen yirmi yılın ardından 1998'de aile son bir deneme yapmaya karar verdi.

Bir Amerikalı bir hukuk şirketiyle irtibat kuran Bahaeddin Sami mahkeme masrafları için gerekli olan 25 bin doları temin etmek için ailenin diğer üyeleriyle irtibata geçti. Çünkü yalnızca 12.500 dolar toplayabilmişti ve önemli varislerden biri de Saffet Neslişah Sultan'dı. Ancak kensine sorulmadan bir hukuk bürosunun işe başlamasına tepki gösteren Neslişah Sultan da kalan meblağı ödemeyi reddedince 79 yıl boyunca sessiz sedasız süren Abdülhamid'in petrolleri davası bir daha açılmamak üzere kapandı.

Osmanlı mülkleri sahipsiz kaldı

Osmanlı ailesinin mülkleriyle ilgili birçok davaya bakan avukat Ömer Köker'e Abdülhamid'in petrol kuyularını ve ailenin on yıllarca sürdürdüğü hukuk mücadelesini sorduk. Osmanlı mülklerinin Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana içinden çıkılamayan bir konu olduğunu söyleyen Köker'e göre, birçok hanedan mensubunun açtığı sayısız davayla durum tam bir karmayaşa dönüştü.

Türkiye topraklarında bulunan gayrimenkullerin de yıllardır mahkemelik olduğunu söyleyen Köker, karışıklığın sebebini olarak ülkenin tüm topraklarının aynı zamanda hanedanın malı olmasını gösteriyor. Ancak bunun yanı sıra Padişahlar ve aileleri ülke topraklarında şahsi mülklere de sahip. 1924'ten sonra ülke toprakları hazinenin oldu ancak hanedan üyelerinin şahsi mülkleri için tasfiye kararı alındı.

Karar uyarınca 1 yıl içinde satılacak mülklerden elde edilecek gelir aile üyelerine ödenecekti. Ancak bu gerçekleşmedi. Birçok taşınmaz ya sahipsiz kaldı ya da üçüncü kişilerin eline geçti. Bu karmaşanın hâlâ devam ettiğini söyleyen Köker, Abdülhamid üzerinden miras yoluyla aileye geçen Musul ve Kerkük petrolleri için hukuken bir şey yapılamayacağını söylüyor. Çünkü impataratorluğun parçalandığı Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda oluşan siyasal karmaşa kendi hukukunu üretti.



src="http://image.haber7.com/bannerz/6453547e99559e085daba0d41b990cf1.swf" type="application/x-shockwave-flash" pluginspage="http://www.macromedia.com/go/getflashplayer" height="250" width="250">

Ertan ALTAN'ın haberi

Yeni Şafak

26 Aralık, 2007

2. Abdülhamid’in petrol haritası




Güneydoğu’da petrol var mı, yok mu?

Sultan II. Abdülhamid tarafından hazırlanan petrol haritasında bu soruya 100 yıl önce cevap verilmiş. İşte detaylar!…

Türkiye petrol denizi üzerinde mi? Sınırın öteki yakasında petrol çıkıyor da Güneydoğu’da niye çıkmıyor? Ya da başlayıp bitmeyen bir polemik; Türkiye’de petrol var ancak yabancılar çıkarmamıza izin vermiyor! Peki gerçekten petrolü bol denilen Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde petrol var mı? Bu soruya Sultan II. Abdülhamid yüz yıl öncesinden cevap veriyor. Sultan’ın hazırlattığı tespit haritasında Güneydoğu Anadolu’nun neredeyse tamamında yüksek ölçekte petrol rezervinin olduğu saptanıyor. Görevli mühendisler araştırmalarını Doğu ve Güneydoğu ile sınırlı tutmayıp Osmanlı toprakları içinde bulunan Zaho, Erbil, Kerkük, Süleymaniye, Musul ve Bağdat gibi bölgeleri de tarıyorlar. İşin en ilginç tarafı yüz yıl önce hazırlanan petrol haritasının birçok yerinde hâl-i hazırda petrol çıkarılıyor olması. 6 ay önce Barzani ailesi tarafında Habur Çayı’nın öteki kıyısında çıkartılan ve Türkiye’nin, tabir yerindeyse, iştihanı kabartan petrol kuyuları bunlardan sadece biri.



BİTLİS’TE PETROL


Sultan II. Abdülhamid özellikle 1800’ün son çeyreğinde tüm dünyada gündeme gelen ve stratejik bir maden olduğu kabul edilen petrol için büyük çaba harcadı. Yetişmiş jeoloji ve maden mühendisi olmaması Devlet-i Aliye’nin elini kolunu bağlıyordu. Ancak uğruna savaşların çıkartılacağı, yeni bir dünya düzeninin oluşturulacağı petrolün ehemmiyetini anlayan Abdülhamid sıkıntıları kendi fedakarlıkları ile aştı. Hazine-i Hassa’dan, yani padişahın şahsi malından ödenek çıkartılarak geniş kapsamlı bir petrol rezervi çalışmasına girildi. Sultan’ın kendi parasıyla yaptırdığı çalışmada yabancı ve yerli mühendisler yer aldı. Musul ve Bağdat havalisinde, Dicle ve Fırat nehirleri havzasında petrol taraması yapıldı. Alman maden mühendisi Paul Groskoph ve Habip Necip Efendi yönetimindeki araştırma ekibi çalışmalarını 22 Ekim 1901’de Sultan II. Abdülhamid’e sundular.Bu zamana kadar söylenen ancak mahiyeti hakkında bir bilginin bulunmadığı “Sultan’ın petrol haritası” sadece Güneydoğu’da değil, Hakkâri ve Bitlis gibi illerde de petrol bulunabileceğini öngörüyor. Haritayı hazırlayan heyet, Bitlis Suyu denilen çayın kıyısı boyunca önemli petrol rezervleri tespit etmiş. Heyetin başkanı Paul Groskoph, petrol noktalarını tek tek tespit ettiklerini aktarırken, takip ettikleri güzergâhı da detaylı bir biçimde anlatıyor. Petrol havzasını dolaşan Paul, Siirt tarafında ve Dicle Nehri kıyısında zengin petrol rezervlerinin bulunduğunu belirtiyor. Dicle Nehri kıyısındaki noktalarda yeterli araştırmayı yükselen sulardan dolayı yapamadıklarını da raporuna ilave eden Paul, nehrin kıyısı dışında, Dicle’nin kıyı şeridi boyunca uzayıp giden yüksek dağlarda da petrol bulunduğunu kaydetmiş. Yine de o dönemin teknik imkanları açısından 900 metre yükseklikteki bu dağlardan petrolün çıkarılması ve nakliyatının zor olacağını eklemeyi unutmamış raporuna.Güneydoğu Anadolu’nun neredeyse tamamı ve Doğu Anadolu’nun bir kısmını kapsayan petrol haritasında Diyarbakır, Mardin, Bismil, Hazro Çayı etrafı, Sinan, Batman Çayı etrafı, Dicle bölgesi, Midyat, Bedran, Tulan, Siirt, Botan Çayı etrafı, Habur, Fındık, Cizre, Habur Çayı etrafı, Bitlis Çayı kıyısı ve Hakkâri (Çölemerik)’de önemli petrol yataklarının bulunduğu kaydediliyor.


HARİTA İLK KEZ YAYIMLANIYOR


Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da çalışmalarını tamamlayan heyet daha sonra bugün Irak sınırları içinde kalan merkezlerde petrol taramasına devam ediyor. Kerkük, Babagürgür, Zaho, Süleymaniye, Bağdat, Musul ve Altınköprü’deki petrol noktaları kilometre ve yerleşim yerlerine göre yön tayini yapılarak kayıt altına alınıyor. Raporda Kerkük ve şehre 15 kilometre uzaklıktaki Babagürgür bölgesinde yoğun miktarda petrol rezervinin bulunduğu belirtiliyor. Babagürgür bölgesinin II. Abdülhamid’in şahsî malı olduğu, ve bu topraklarda Türkiye’deki Nefçi ve Doğramacı ailesinin pay sahibi olduğu biliniyor. Ekip yaptığı tetkikler sonucunda en kaliteli petrolün Bağdat yakınlarındaki El-Kayra ile Mendel’de olduğu sonucuna da varıyor.Ulaşımın Dicle’de sal üstünde, karada da at ve eşek sırtında yapıldığı bir dönemde aylarca süren bir çalışma sonunda Başmühendis Paul Groskoph, ince detayların yer aldığı raporun sonuna iki önemli noktayı da ilave etmeyi unutmuyor: “Dicle ve Fırat nehirleri havzasında zengin ve mühim petroller bulunuyor. Bunların işletilmesi ve pazarlanması için Bağdat’a uzanan bir tren yolu lâzım. 1889’da inşaatına başlanan ve 1902’de biten demiryolu petrolün Anadolu’ya taşınmasını sağlayacaktır. Bunun için ana hatta sadece birkaç ilave ek hattın yapılması yeterlidir.” Başmühendisin ikinci notu ise iyi değerlendirilmesi durumunda bu petrol coğrafyasının gelecekte dünyanın en önemli merkezlerinden biri olacağı şeklinde.Kısa bir zamanda bu kadar noktada tarama yaptırarak günün kıt imkânlarına rağmen petrol tespitini belgelendiren Sultan II. Abdülhamid’in saltanat ömrü petrol çıkartmaya yetmedi. İlk kez yayımlanacak olan ‘Sultan’ın petrol haritası’ Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan ve önümüzdeki günlerde kamuoyuna sunulacak olan “Osmanlı Döneminde Irak” isimli kitapta yer alacak. Devlet Arşivleri Genel Müdür Yardımcısı Doç. Dr. Mustafa Budak, bu çalışmayla Irak’taki Osmanlı’yı kamuoyuna sunacaklarını belirtiyor. Kitabın editörlüğünü yapan Cevat Ekici de kitaptaki birçok belge ve çizimin, özellikle de petrol bölümündeki haritaların halen üzerinde çalışılmaya değer belgeler olduğunun altını çiziyor.Çalışmanın kapsamı petrol haritası ve bununla ilgili raporlarla kısıtlı değil. Hazine-i Hassa’ya devredilen petrol hakları ve bununla ilgili yazışmalar da bulunuyor kitapta. 18 Kasım 1902’de Yıldız Sarayı’na gönderilen belgede Musul vilayetindeki petrol madenlerinin imtiyazının Hazine-i Hassa’ya verildiği kaydediliyor. Daha sonraki tarihlerde padişaha ait araziler Maliye Hazinesi’ne devrediliyor. Ancak 12 Ocak 1920’de Maliye Hazinesi’ne devredilen padişaha ait bütün malların tekrar Hazine-i Hassa’ya devri için bir kararname çıkartılıyor.Aksiyon dergisinin 480. sayısında yer alan “Hanedan Musul’u istiyor^” başlıklı haberde, Osmanoğullarının Sultan Abdülhamid’ten miras kalan Musul’daki gayrimenkullerini almak için hukuki bir mücadele başlattıklarına yer veriliyordu. Aynı haberde hanedanın mirasçılarının daha önceki dönemlerde Musul’daki gayrimenkulleri dava yolu ile kazandıkları, ancak birtakım siyasi manipülasyonlar sebebiyle bu kararın uygulanmadığı da vurgulanıyordu.


65 NOKTADA PETROL TESPİT EDİLMİŞ


Diyarbakır, Mardin, Bismil, Hazro Çayı, Sinan, Batman çayı, Dicle, Midyat, Bedran, Bitlis Suyu (çayı), Tulan, Siirt, Botan çayı, Habur, Fındık, Cizre, Dehuk, Zaho, Habur çayı, Hakkari (Çölemerik), Ahmediye, Bisan, Alkuş, Akra, Büyük Zap, Revanduz, Musul, Karakuş, Nemrut, Küçük Zap, Erbil, Köysancak, Altınköprü, Şargat, Hamrin Dağı, Kerkük, Taşhurmatı, Tavuk, Karadağ, Süleymaniye, Karadağ, Aksu, Tuzhurmatı, Kefri (Salahiye), Deli Abbas, Tikrit, Samara, Haso çayı, Narbin Suyu,Diyale Suyu,Ramadi,Felluce, Mendeli, Bakuba, Kazımiye, Bağdat, Museyyeb, Hılle, Kerbela, Hit,Fırat, Anah, El-Kadim, Ebu Kemal, MeydaniDr. Orhan Koloğlu:


HARİTA BİLİNMİYOR AMA ABDÜLHAMİT’İN PETROLE İLGİSİ MEŞHURII.


Abdülhamid’in petrol ile ilgili çalışmaları daha çok genel olarak biliniyor. Kapsamlı ve detaylı bir şekilde bilinmiyor. Bu haritanın ortaya çıkarılması önemli bir gelişmedir. Abdülhamid dünyadaki değişimi yakından takip ediyordu. O dönemlerde petrolün yeni kullanım alanları bulduğunun da farkındaydı. Artık motorlu taşıtlar yaygınlaşıyor ve bunlarda petrol kullanılıyordu. Donanmaları ile dünyayı idare etmeye çalışan İngilizler kömürle çalışan gemilerini artık daha pratik olan petrolle çalıştırmaya başlamışlardı. Abdülhamid bunların hepsini biliyor ve petrolün gelecekte stratejik bir silah olacağının hesabını yapıyordu. Bu yüzden Musul’un petrol arazilerini satın aldı. Çünkü İngilizler ısrarla burayı istiyordu. İngilizler, 1. Dünya Savaşı’nda Bağdat’ı almak için harcadıkları paranın 7 mislini Musul’a sahip olmak için harcadılar.
kaynak:aksiyon.com

20 Aralık, 2007

Sarikamis Destani

Sarikamis Destani














Allah-u Ekber Dagi


Enver Pasa
















Tuggeneral Hasan Izzet Pasa
















Tuggeneral Hakki Pasa
























TSK'ya göre Sarıkamış'ın sırrı





















TSK'nın gözüyle Sarıkamış:
20 Aralık 2007 00:15


Genelkurmay Başkanlığı, 22 Aralık 1914-15 Ocak 1915 tarihleri arasında gerçekleşen Sarıkamış Harekatı'nda 60 bin Türk askerinin şehit olduğunu açıkladı.

Genel Kurmay Baskanligi delillere dayandirilmis Sarikamis arastirmalarini görmemezlikten gelerek, verilen sehit sayisi 120.000 iken, bunun yarisini yani 60.000 adedini belirtmekle, bilimsel arastirmalari gözardi mi etmek istemektedir ?

Genelkurmay Başkanlığı, Sarıkamış Harekatı'nda Ruslar'ın da 30 bin kayıp verdiğini ifade etti.
Savaşta, Ruslar tarafından 200 subay, 7 bin erin esir, 20 makineli tüfekle 30 topun ganimet olarak alındığını, Doğu Anadolu'nun Rusların işgaline maruz kaldığını vurguladı.

Genelkurmay Başkanlığı, Sarıkamış Harekatı'nın yıldönümü dolasıyla internet sitesinde bilgi notu yayınladı.

Osmanlı Devleti'nin Almanya ile yapılan anlaşma sonrasında (1907 de Enver Pasanin Osmanli devletinin bilgisi disinda, Osmanli Devleti adina, Almanlarla yaptigi gizli ittifak anlasmasi) Birinci Dünya Savaşı'na girmek zorunda kaldığı ifade edilen bilgi notunda, "Ancak Balkan Savaşı'ndan yeni çıkmış olması ve yeterli hazırlıkları yapma imkânı ve zamanı olmadığından dolayı, savaşın ilerleyen dönemlerinde büyük olumsuzluklarla karşı karşıya kalmıştır" denildi.

Genel Kurmay her nedense asil ittuifak anlasmasinin 1907 de yapildigini, bu anlasmadan bihaber olan Osmanli Devletininde bu nedenle tedbirsiz yakalandigini, her nedense dile getirmekten kacinmaktadir.

Osmanlı donanmasına bağlı Yavuz ve Midilli gemilerinin olduklarini Sivastopol'u bombardıman ettiklerini ifade eden Genel Kurmay, bu gemilerin Türk gemileri olmadigini nasil oluyorda göremiyor ve ifade edemiyor ?
Bu gemilerin Baskomutanlarinin, komutanlarinin, askeri mürettebatinin ve silahlarinin Alman olduklarini gözardi eden bu ifadede, bu gemilerin Türk Bayragi cekilmekten baska türklük ile hicbir ilgileri olmadigi belirtilmemis.
Bu 2 gemi; Canakkale bogazindan gecmesine izin verdigimiz, Ingiliz savas gemilerinin önünden kacarak canakkale bogazina girerek kurtulan Alman gemileri idiler. Bu gemileri ellerinden aldigimiz yani kurtardigimiz sebebi ile Ingilizler tarafindan 1.Dünya savasina müdahil edilmedik mi ?
Yani 1.Dünya savasina girdirilmemizin nedeni bu gemiler degilmiydiler ?

Genel Kurmayin bu ifadelerinde bu Cephenin bas komutaninin Türk olmadigi Sander von Liman yani Alman olduguda gizlenmistir.

Sivastopal´in, Rus Donanma ana Limaninin bombardimanindan ve Rus donanmasina bu gemilerle büyük zayiatlar verildikten sonra Ruslar missilleme olarak bize saldiriya gecmislerdir. Genel Kurmayin verdigi bilgiler icerisinde bu gercekler gözardi edilmistir.

1 Kasım 1914 günü Rus ordusunun hududu geçerek baskın tarzında taarruza başladığı, Erzurum genel istikametinde ilerleyen Rus kuvvetlerinin, 7-12 Kasımda Köprüköy ve 17-20 Kasım'da cereyan eden Azap muharebelerini kaybederek geri çekilmek zorunda kaldığı ifade edildi.

Savaşın ilk aylarında meydana gelen bu durumun, ordunun subay ve erleri üzerinde olumlu bir etki yarattığı, ancak ağır zayiat veren 3'üncü Türk Ordusu'nun geri çekilen düşmanı takip edemediği, daha elverişli bir arazide toplanmak, takviye kuvvetlerinin gelmesini beklemek ve yeni bir Rus taarruzunu karşılamaya hazır olmak amacıyla 8-10 km kadar geri çekildiği kaydedildi.

Avrupa'da savaşın mevzi harbine dönüşmesi ve Galiçya'da Avusturyalıların Ruslar karşısında zor durumda kalmaları üzerine Başkomutan Vekili(Baskomutan Sander von Liman idi) Enver Paşa, müttefiklerin Avrupa'daki yükünü hafifletmek için "Alman Başkomutanlığının da etkisiyle" Doğu Cephesi'nde Rusların imhasını hedef alan büyük ölçüde kuşatıcı bir taarruza karar verdiği ifade edildi.

Enver Paşa, icra edilecek bir taarruzla 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nda (93 Harbi) Doğu Anadolu'da kaybedilen toprakların (Kars, Batum, Artvin ve Ardahan) geri alınmasını ve müteakiben harekâtın Kafkasya'ya aktarılmasını mümkün görüldüğü kaydedildi. Taarruzun bahara bırakılmasını öneren 3'üncü Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa'yı görevinden alarak 3'üncü Ordu Komutanlığını kendi üzerine aldığı ifade edilen bilgi notunda şu bilgilere yer verildi:

"Bu harekâtı icra edecek 3'üncü Ordu; 9, 10 ,11'inci Kolordular ve 2'nci Süvari Tümeninden oluşuyordu. Cephedeki Rus mevcudu 100.000, 3'üncü Ordunun mevcudu ise 120.000 idi. Türk ordusu sayıca fazla olmasına rağmen Ruslar, ağır silah, topçu ve donatım bakımından kesin bir üstünlüğe sahiptiler. 22 Aralık 1914 - 15 Ocak 1915 tarihleri arasında cereyan eden Sarıkamış Muharebeleri'nde Türk Ordusunun uyguladığı plan, bir kolorduyla düşmanın cepheden tespitini, iki kolorduyla kuzey kanadından kuşatılarak düşman cephesinin 30-35 km kadar gerisindeki Sarıkamış'ın ele geçirilmesiyle büyük düşman kuvvetlerinin imhasını öngörüyordu.


Enver Pasa 3. Orduyu teftis ediyor

Tamamen karlarla kaplı, çok yüksek dağlık ve yolsuz bir arazide o günün koşulları altında kış donatımından yoksun yaya ve atlı birliklerle yapılan bu harekât çok riskli idi. Özellikle 10'uncu Kolordu birlikleri, Allahuekber Dağları'nı aşarken çetin zorluklar ve kış şartları sebebiyle gerek miktar gerekse mevcut silahlar yönünden çok zayiat vermiştir. Nitekim Türk kuvvetlerinin büyük bir kısmı soğuktan donarak ölmüştür. Sarıkamış'a girebilen 300 kişilik bir kuvvet de Ruslar tarafından geri atılmıştır. Bu başarısızlık karşısında Enver Paşa, 10 Ocak 1915'te 3'üncü Ordu komutanlığını Tuğgeneral Hafız Hakkı Paşa'ya devrederek İstanbul'a dönmüştür."




Bu ifadelerle Genel Kurmay verdigi sehid sayisinin 60.000 olmadigini, (farkinda olmadan) 120.000 oldugunu teyid etmektedir.





















ŞEHİT ASKER SAYISI 60 BİN















Bilgi notunda, muharebelerde Rusların zayiatı 30 bin, Türklerin zayiatının ise 60 bin olduğu kaydedildi. Savaşta, Ruslar tarafından 200 subay, 7 bin eri esir, 20 makineli tüfekle 30 topu ganimet olarak aldıkları, Doğu Anadolu'nun Rusların işgaline maruz kaldığı vurgulandı.















Hilal-i Ahmer Teskilati Donmus Askerleri Toparlarken

Sarıkamış Harekâtı ile ilgili haberlerinin, ancak sonradan kamuoyu gündemine geldiği, burada olup bitenlerin çok sonraları açıklığa kavuştuğu ifade edilen notta şu bilgiler yer aldı: "Sarıkamış Kuşatma Harekâtı; düşman kuvvetlerinin arkasına düşmeyi hedef alan başarılı bir plandı. Ancak stratejinin faktörlerinden zaman ve iklim şartları iyi değerlendirilemediği için bu sonuç kaçınılmaz olmuştur.






Ruslarin topladiklari Donmus Türk Askerlerinin Cesedleri

Genel Kurmay maalesef zaman ve iklim faktörlerini öne sürerek, 120.000 insanimizin kaybinin arkasinda yatan asil nedeni farkedememektedir.
Burada yürütülen savaslarin hepsi Alman Komutani Sander von Liman´in yani Almanlarin komutasi altinda yani Almanlarin cikarlari icin yapilmistir. Alman tarihine göre de Almanlari ilgilendirmiyordu, bizim ne kadar asker sehid verdigimiz. Bizim mümkün oldugu kadar zayiflamamiz, onlarin cikarlarina idi.
Osmanli Devletinin icerisine soktuklari hain Enver Pasa sayesinde Osmanlinin kolunu, dalini kirmislardir.

1915 yilinda Sarikamista,
1917 yilinda Filistin Cephesinde
1918 yilinda Suriye Cephesinde Almanlarin bize verdirttikleri zayiatlar sayesindedirki, Osmanli Devleti yikilabilmistir.

Sarıkamış, Türk harp tarihinin en acı muharebelerine sahne olmuştur. Türk Ordusu, ağır koşullar altında yapılan bir muharebede kahramanca savaşmıştır. Türk Ordusunun kayıplarındaki asıl etkenler, çetin arazi ve şiddetli kış şartları ile teçhizat eksikliği ve ikmal yetersizliğidir. Çok ağır koşullar altında kahramanca savaşan Türk askeri, muharebenin sonuna kadar direnmiş, vatanını korumak ve başarıya ulaşmak için sonsuz gayret göstermiştir. Sarıkamış Harekâtı, Türk milletinin vatanı ve kutsal varlıkları uğruna neler yapabileceğinin bir delilidir."









Gönü isterdi ki, Osmanli Arsivlerini bu milletten gizleyen Genel Kurmay, hic yoksa kendisi inceleseydi bu arsivleri ve gecmisimizi DOGRULARLA yazsaydi.

Yukardaki verdigim tüm bilgiler; Orijinal Osmanli Mühürü ve imzasi mevcut olan belgelerin bulundugu Alman Arsivlerindendir.

15 Aralık, 2007

Hormonlu 'kurbanlık' nasıl anlaşılır?

Pazar yerleri, kilolu gözüksün diye hormon verilmiş kurbanlıklarla dolu. Hormonlu hayvanları, hormonlu olmayan sağlıklı kurbanlıklardan nasıl ayırabilirsiniz?
15 Aralık 2007 08:38




Osman Aslitürk'ün haber

Dikkat, hormonluların postu çok gergindir. Parmakla bastırıldığında derisi göçer. Kilosunu taşıyamayacak kadar yorgun gözükür.

İstanbul'a kurban bayramı için getirilen yüzbinlerce küçük ve büyük baş hayvan 79 satış noktasında alıcı bekliyor. Şehrin girişinde jandarma ve belediye tarafından hayvanların sağlık kontrolleri yapılsa da uzmanlar ilk bakışta anlaşılamayan hormonlu kurbanlar hakkında vatandaşları uyarıyor. Bayrampaşa Belediyesi Veteriner Hekimi Fatme Tunç, "Hormonu kulak altından enjekte ediyorlar. Bunun anlaşılması için mutlaka tahlil yapılması gerekir. Amaç hayvanı kilolu göstermektir. Bir hayvana hormon verilmişse ortalama 60-70 güne kadar kesime götürülmemesi lazım. Sütünün de akıtılması gerek” dedi.

İRAN'DAN GELENLER TEHLİKELİ

Gaziosmanpaşa Sultançiftliği'nde kurulan satış noktasında kurbanlık satan Hüseyin Damcı da meslektaşlarının zaman zaman bu tür hilere yöneldiğini söylüyor. Damcı'ya göre bu tür hayvanlar daha çok ithal olanlar. Damcı, “Önceki yıllarda İran'dan gelen küçükbaşların hormonlu çıktığına şahit olduk. Vatandaşlar eğer küpesiz kurbanlık alacaklarsa hayvanın tüylerinin canlı olmasına ve gözlerinin mat olmamasına, burun akıntılarının olmamasına dikkat etsinler. Hormon analiz raporu istesinler” dedi.

NASIL ANLAŞILIR?

Postu gergin, eti yağlıdır.
Elinizle bastırdığınızda postu içeri kaçar, mutlaka hormon raporu isteyin.
Hormonlu kurbanın eti çok zor pişer, rengi pempemsi olur.
Durdukça ekşimsi bir koku yayar.
Ete bastırıldığında et içeri kaçar.

KANSER YAPIYOR

Hormonlu et kısırlık, cinsel güç kaybı ve kalp hastalıklarına sebebiyet veriyor.
Prostat ve meme kanserine davetiye çıkarıyor.

SAĞLIKSIZ ET HASTA YAPAR

Trakya Üniversitesi'den Prof. Dr. Faruk Yorulmaz, hasta hayvan etlerinin hastalık yaptığına dikkat çekti. Yorulmaz, ''Bunların etleri ve sakatatları, insanlara brusella, verem, kist hidatik, şarbon, barsak parazitleri gibi çok çeşitli hastalıkları bulaştırabilirler'' dedi. Prof. Dr. Yorulmaz, "Kavurmayı özellikle yağsız ve kısık ateşte pişirin. Kalp, yüksek tansiyon, şeker ve kolesterol hastaları kavurmadan uzak durmalı. Etin yanında mutlaka salata yiyin" şeklinde konuştu.

(Bugün)

12 Aralık, 2007

Liman Paşa'nın Türkiye'deki 5 yılı

Alman Generali Liman Von Sanders'in anıları Çanakkale'de dünya tarihin en şanlı direniş destanı yazıldığı halde Birinci Dünya Savaşı'nı icerisinde Osmanli Devletininde oldugu müttefiklerin niçin kaybettiğini aydınlatıyor...
12 Aralık 2007 11:00




İsmail Doğu'nun kitap eleştirisi

Hatırat dizileri eski canlılığını tekrar yakaladı. Bunda hiç şüphesiz günümüzün siyasal ve sosyal dönemin / şartların payı olmakla birlikte, hatırat dizisini çıkaran yayınevlerinin eskiye göre daha önemli / öncelikli eserler çıkarması ve çıkartılan eserleri titizlikle hazırlaması da etkili olmaktadır.

Yeditepe yayınları geçtiğimiz yılın son gönlerinde yakın tarihimizin en önemli dönemlerinden birini çok ilginç yönleriyle hikâye eden ve o dönemde oluşması hasebiyle Çanakkale savaşına ışık tutan önemli bir hatıratı yayınlamıştı.

***
1907 yilinda Osmanli Devleti adina Enver Pasa ile Deutsche Reich adina Landeskonservator arasinda Berlin´de bir ittifak anlasmasi imzalanir. Alman Imparatorlugu savas planlarini yapmis, 30.000 Deutsche Reichsgold karsiligindada Osmanli Devleti ile ittifak anlasmasini yapmistir.
Bu anlasmadan Enver Pasa tarafindan Osmanli Devleti haberdar edilmemistir.
***

Sanders von Liman aslen, Aralık 1913’te Osmanlı İmparatorluğu adina Enver Pasa ile Alman İmparatorluğu arasında imzalanan askerî anlaşma vesilesiyle Osmanlı’nın, daha dogrusu Enver Pasa´nin isteği üzerine;
Osmanlı ordusunda ıslahat yapmak
bahanesi ile gönderilen askerî heyetin başı olarak Türkiye’ye geldi.
Sander von Liman Türkiye´ye gelmeden önce Alman ordulari 1. Dünya savasini coktan baslatmislardi. Türk Ordusunun islahi ise bir bahane idi. Sander von Liman Alman Ordusunun Türkiye üzerinden Rusya´ya saldirmasi icin görevlendirilen Alman Ordusunun Komutani idi. Enver Pasa ile 1907 yilinda Berlin´de yapilan gizli Anlasma ile, Türk Ordusunun basina Genel Kurmay Baskani olarak Sander von Liman atanmisti. Türk Ordusunun islahati bahanesi ile Osmanli Devleti, kendi bakani Enver Pasa tarafindan kandirilmisti.
Nitekim islahat bahanesi ile Türkiye´ye gelen Sanders von Liman hicbir islahat yapmamistir Türk Ordusunda. Buna gerekce olarakta 1. Dünya savasinin baslamis olmasi gösterildi.
Ingiltere Limanlarini vuran, ingiliz donanmasina büyük zararlar verdikten sonra ingiliz gemileri tarafindan sikistirildiginda kacan bu alman gemileri Canakkale bogazina geldiler ve Canakkale bogaziondan gecerek, ingilizlerden kurtarildilar. Bu gemilerin arkasindan gelen ingiliz gemileri ise Bogaza sokulmadilar.
Ellerinden avlari alinmasi nedeni ile ingilizler(ittifak gücleri) Osmanli Devletine Savas ilan ettiler.
Yani bizi 1. Dünya Savasina sokanlar;
1.Almanlar,
2.Enver Pasa idi.(Eger Alman gemilerini canakkaleden iceri birakmasaydik, ingilizlere teslim etseydik, 1. Dünya savasina kimse bizi istirak ettirtemezdi. Bu savasa Almanlarin yüzünden girdik. Hicbir cikarimizda, sebebimizde yoktu savasa girmemiz icin)

Canakkale´den giren 3 Alman Savas gemisinin gönderlerine, ingilizlere bu gemileri teslim etmemek icin formalite icabi Türk Bayragi cekerek Karadenize biraktik. Bu gemilerin Komutanlari, Askerleri ve Görevleri halen Almanlardandi. Bu oyunun farkina varan Ingilizler ilk önce Osmanli devleti tarafindan daha önce yapimi icin siparis edilen ve parasi pesin öödenmis olan 3 savas gemimize el koydular.

Buna ragmen bu 3 gemiyi biz teslim etmeyince bize Nota vererek, nbize savas ilan ettiler. Böylelikle 1. Dünya savasina Enver Pasanin gizli oyunlari ile cekilmis olduk.
Ingilizler ve Müttefikleri Canakkale Savasini baslatan saldiriya basladiginda, Karadenize acilmis olan Türk Bayrakli 3 Alman gemisi Rus limanlarini topa tutarak, mahvetmis, Rus donanmasina ait gemileri batirmistilar. Bu gemilerde Türk Bayraginin olmasi, bu saldirilarin sorumlulugunun Osmanli Devletine ait oldugu gerekcesi ile Ruslar Kuzey Karadenizi isgale basladilar.

Liman Paşa'nın Türkiye'deki 5 yılı adli hatiratlari;

Bu nedenlerden dolayidir ki, Osmanlı İmparatorluğu, varlığı açısından çok kritik öneme haiz iki cephede tehlikeye sokulmustur. Yukardada belirtildigi gibi bunun müsebbibi de Enver Pasa idi.
Fakat Enver Pasa, Osmanli Devletinin Sander von Liman´i Genel Kurmay Baskani olarak kabul edebilmesi icin, her 2 cephede de varolma savasinin icerisine sokulmasi gerekiyordu.
Iste bu bahane ile Sander von Limanin Genel Kurmay Baskani olmasini Osmanli Devleti kabullenmistir.

Osmanli Devletine karsui ama Sander von Liman´in bu görevi almaya mecbur birakildigi masali anlatilmistir.
“Liman Paşa” olarak da bilinen Liman von Sanders’in, Türkiye’de geçirdiği yıllarını bu eserinde anlatmistir.



“Türkiye’de Beş Sene” adını verdiği bu eser, 1913 yılında savaş öncesindeki 1. Kolordunun kumandanlığı ve ordu genel müfettişliği vazife ve salahiyetinden başlayıp, savaşın başında komutan olarak gittiği Çanakkale’deki 5. Ordu ile savaşın son yıllarında tayin edildiği Suriye ve Filistin’deki Yıldırım Ordular Grubu komutanlığı vazifelerine, ve en son 1918’te Yıldırım Orduları komutanlığını Mustafa Kemal’e devrederek İstanbul’a dönmesi ve Türkiye’deki Alman askerlerinin vatanlarına dönüşünü organize ettikten sonra Almanya’ya hareket ettiği aynı yılın 29 Ocak’ına kadarki geçen süreyi kapsamaktadır.

Liman von Sanders kimdir?

Liman von Sanders, kendisine iletilen bir Ordu Emri ile Türkiye’ye gidecek Alman askerî heyete başkanlık yapması istendi.
Bu ifade yanlistir. Sander von Limon Türkiye Cephesinin Konutani olarak görevlendirilmisti Alman Hükumeti tarafindan.
Türkiyeye bir heyetin basinda gelmesi söz konusu degildi.

"Teklif niteliğindeki bu yazıyı" ifadesi yanlistir. Bu bir emirdi.
Sander von Liman, o sırada Alman ordusunun en kıdemli bir tümen komutanlığını yürütüyordu. Bu emire kadar birçok yabancı ülkeye seyahat etmesine karşın, o zamana kadar Türkiye’ye hiç gitmemişti. Türkiye’nin durumuna ait de o zamana kadar hiçbir inceleme yapmadığını belirten von Sanders, kendisi için tamamen zamansızca ortaya çıkan bu emri, gayet şerefli bir vazife olarak addetmiş olduğundan ve geniş bir faaliyet vaad etmiş olduğundan dolayı tereddütsüz muvafakat cevabı verdiğini söyler.

İstanbul’daki Alman sefiri Baron Wangenheim’in yazdığı teklif mektubu, aslında Almanların, Osmanlıların bu isteğini neden bu denli karşıladığını ve yerine getirdiğini görmek açısından başlı başına önemi haiz bir belge niteliğini taşımaktadır. Mektubun belirttiğine göre Alman siyaseti, Osmanlı Asyasının (metinde geçtiği şekliyle) imarını ciddi ve samimi olarak kabul etmekte olduğundan, Türk ordusunun bir Alman generali eliyle ıslahı için, Türkiye tarafından bizzat sefirin kendisine “haşmetli imparator hazretleri (II. Wilhelm)”ne ricada bulunması isteğini açıkça ortaya koymaktadır. Mektup, Balkan savaşlarında komutanlarla kurmay heyetlerinde fazlasıyla kusur görüldüğünden, gayet geniş yetkilerle bu makama getirilecek generalin başlıca görevinin kurmay heyetlerinin çok iyi bir şekilde yetiştirilmesine hizmet etmekten ibaret olduğunu vurgulamaktadır.

Türkiye tarafından ordunun ıslahı için bir Alman generalin davet edilmesi, sefirin aktardığına göre, Türklerin yenilgilerini Alman ıslahatçılarına bağlayan bütün fikir ve yorumları susturacaktı. Teklifin bu denli önemsenmesinin nedeni, sadece askerî bir anlaşmayı içermesinden değil, daha gerçekçi bir biçimde itiraf edildiği üzere, siyasî çekişme olarak “İngiliz ıslahatçılarının Türkiye’ye gelmesiyle yükselmesi tabii olan İngiliz nüfuzuna karşı Almanya lehine bir denge sağlayabilmesi”dir.

Sefirin teklif mektubunda Türkiye’ye gönderilmek için aranan generalin özellikleri belirtilirken vurgu yapılan noktalar, aslında Liman von Sanders’in bizzat kendini işaret ediyordu: “Yabancı dil bilmesi çok gerekmeyen”, “çokça seyahat etmiş bulunan ve kurmay subay seyahatlerini idare etmiş bulunan”, “kolordu kurmay başkanı olarak başarı kazanmış olan”, her şeyden önemlisi, “sözünü geçirebilir sağlam bir karaktere sahip olan” biri. Liman von Sanders, bu aranılan tüm özelliklere sahip birisiydi. Zaten mektup, muhtemelen onun kabul etmesi için, bu özellikleri aranan kişiyi resmediyordu.

Türkiye’de Beş Sene

Zamanın padişahlarından hem Sultan Reşat ve hem de Sultan Vahdettin dönemini yaşayan Liman Paşa, Sadrazam Sait Halim Paşa ile Talat ve Enver Paşaları yakından tanımış, Mustafa Kemal ile silah arkadaşlığı yapmıştır. Bütün bunlara karşın, neredeyse hiç kimse ile iyi geçinememiştir. Enver Paşa, onun gözünde bir rakipti.

Yine, her ne kadar Türkiye’den ayrılıp Almanya’ya dönerken Yıldırım Orduları komutanlığına Mustafa Kemal’i atamış olsa da, Mustafa Kemal’le de iyi bir diyalog ve anlaşma zemini yakalayabilmiş değildir. Sadece Türk subaylarıyla değil, Alman İmparatoru’nun İstanbul’daki büyükelçilerine de hiç hoşgörü göstermemiştir.

Alman askerî ateşesi ve askerî delegesi General von Lossow ile Osmanlı Genelkurmay Başkanı General von Brossat, Liman Paşa’nın hiç çekemediği kişilerdendi. Alman İmparatorluğu’nun çıkarlarına hizmet etmek, ve Osmanlı İmparatorluğu Ordusunda yüklendiği görevleri gereğince yerine getirmek, onun en önemli kaygısıydı.

Aslında bu yüklendiği kaygı ve kendisine teklif edilen geniş yetkinin yanında dönemin şartları göz önüne getirildiğinde, bir asker olarak yaptıkları normal karşılanabilir. Ama yine de, yorumlarında ve eleştirilerinde bir içtenlik fark edilse de, insafsız davranışları hemen göze çarpmaktadır. Seçimde aranılan ve bundan dolayı kendisine teklif edilen çetin karakter ve söz geçirebilme kabiliyeti, onun açısından birçok anlaşmazlıklarla neticelenmiştir. Bunun yanı sıra, Osmanlı Ordusunun ıslahı için yaptığı değerlendirmeler, oldukça önem arzetmektedir ve gerçeklik payı hayli yüksektir: “Almanya’nın savaş sırasında müttefik sıfatıyla Türkiye’den talep ettiği şeylerden iktisada ait olanların büyük kısmı yerine getirilemedi. Almanya’nın askerlik noktasında da Türkiye’nin iştirak ve faaliyetinden beklediği şeyler haddinden fazla olduğundan yerine getirilmesi imkansızdı……

Türkiye, takip ettiği hedefleri ve maddî imkânları uyumlu hale getirmeyi başaramadığından dolayı en büyük sorumluluk onun üzerindedir. Almanya da, orada Türkiye’nin silahlı kuvvetleriyle ve imkânlarıyla neler yapılabileceğini serinkanlılıkla açık ve kesin bir şeklide değerlendirmede hatalı davrandığından dolayı kabahatlidir.”

Malta dönemi

Liman von Sanders, bu eserini, Türkiye’den Almanya’ya dönüş sırasında Malta’da İngilizler tarafından yakalanıp savaş esiri olarak burada tutulması ve sonrasında serbest kaldığı 7 aylık dönem içinde kaleme almıştır. Ancak 21 Ağustos’ta ülkesine dönebilen Liman Paşa, Malta’da esir alınmışken sıcağı sıcağına yazdığı hatıratını, yine çok geciktirmeden 1920 yılında Berlin’de yayımlattı. Bir hatıratın geç yayımlanması içeriğine ait problemler doğuracağı gibi, yaşanılan sıcak hissiyatla yazılması da, özeleştiri ve özdenetime tabi tutulmadığından dolayı yine aynı derecede mahzurlu kabul edilebilir. Eserin hem dönüşten çok kısa bir zaman sonra, hem de yurdunda değil de esaret altında yazılmış olması, duygularını çok belirgin kılması açısından yararlıysa da, yorumları ve eleştirileri açısından sağlıklı olmayacaktır.

Adı geçen eser, Osmanlı Askerî Tarih Encümeni, eserin Almanya’da yayımlanmasından çok kısa bir süre sonra, 1921 yılında, orjinaline hiç dokunmadan ve fakat Liman von Sanders’in hatıratındaki bazı yorumları ve gerçeği yansıtmadığına inandıkları olayları tashih etme babından açıklamalarını da eklemeyi ihmal edilmeyerek tercüme edilmiş ve neşredilmiştir.

Kitapta ayrıca, dönemin Genel Kurmay 3. Şube Müdürü ve Askerî Tarih Encümeni Başkanı Hüseyin Hüsnü Emir’in, bu kitap için yazmış olduğu önsözü de bulunmaktadır.

Eserin, çok kısa bir süre sonra ve çok kısa bir zaman dilimi içinde, hem de eserin aslına hiç dokunmadan ve fakat gerekli ek ve dipnotları ekleyerek yayımlayan Genel Kurmay’ın bu çabası, dönemin askeri anlayışını ve kadrosunu görme açısından da önemli olduğu kanaatindeyim. Olaya bu tarzda yaklaşıldığında esere sadece bir hatırat olarak değil, aynı zamanda bir anlayışın yansıtılması olarak da bakılmalıdır.

Çeviri başarısı

Muzaffer Albayrak, enfes çalışmasıyla, Osmanlıca aslından tüm ekleriyle beraber Latin harflerine çevirip, asıl nüshaya sadık kalmak şartıyla, genel okuyucu tarafından anlaşılmayacak derecede ağdalı olan ve güçlük çektiren Osmanlıca kelime ve kelime gruplarını, cümlenin üslubuna ve manasına zarar vermeyecek şekilde sadeleştirmiş. Albayrak, çeviri ve sadeleştirmenin yanı sıra, Askerî Tarih Encümeni’nin eseri Osmanlıca’ya çevirirken koyduğu dipnotların dışında, kendisinin de gerekli gördüğü yerlere önemli dipnotlar eklemiş ve bunları okuyucunun anlaması / ayırt etmesi için de belirginleştirmiş.

Yayınevinin de, kitabın sonuna indeks ile gayet yerinde iki adet harita koyması, eseri diğer baskılarının yanında birkaç adım öne çıkartmaktadır.

(Kitapla İlgili teknik bilgiler ve internet üzerinden sipariş şartlarını görmek için bu linki kullanabilirsiniz... )

11 Aralık, 2007

Ata'yı etkileyen şeytani kadın kim ?


Atatürk´ün esi Latife Hanim´in 11.12.07 tarihinde ABD arsivlerinde yayinlanan 1926 yili tarihli mektubunda,

Atatürk'ün yakınındaki grubu;
1. Genç,
2. Histerik ve
3. içi boş kafalı
kisilikli Türkler olarak tanimlayarak, Atatürk´ün bu gruptan seytani ruhlu Halide Edip Adivar´i;
1. gerçek bir kadın Mussolini ve
2. İkimizin de tanıdığı bu yetenekli(kötü yol yolcusu kadin) kadın' olarak Halide Edip tasvir ederek,

Atatürk´ün bu seytani ruhlu kadin Halide Edip Adivar´in etkisi altinda kalarak;
1. Tekke ve zaviyeleri kapattigini,
2. Kadınların peçe ve çarşaf giymesini yasakladigini aciklamistir.

Hiçbir Türk hele Latife gibi yurtsever biri, sebepsiz yere ve bosu bosuna, ispatsiz, delilsiz bir sekilde Atatürk'ün yakınındaki grup hakkında 'genç, histerik ve içi boş kafalı Türkler' demez.
Şeytanın etkisi ile ilgili bölümde, 'gerçek bir kadın Mussolini' ve 'İkimizin de tanıdığı bu yetenekli kadın' olarak Halide Edip Adivar´i tasvir etmez,

Kaynak:
1. Araştırmacı Rıfat N. Bali'nin İngilizce olarak çıkan "Atatürk as Viewed Through the Eyes of American Diplomats" adlı kitabında yer alan Latife Hanim´in mektubu
2. Bu mektup Boston Advertiser Gazetesi'nde 1926'da Atatürk'ün boşanmış eşi Latife Hanım'ın imzası ile yayinlanmisti.
3. Bu mektubun Boston Advertiser Gazetesi'nde 1926'da boşanmış eşi Latife Hanım'ın imzası ile yayinlandigini onaylayan Tarihci Mango
4. 11.12.2007 tarihinde Sabah Gazetesinde yayinlanan asagidaki yazi:

Ata'yı etkileyen şeytani kadın kim ?

Tarihçi Mango, ABD arşivlerinden çıkan ve Latife Hanım'ın yazdığı öne sürülen mektupta geçen "Atatürk'ü etkisi altına alan şeytani kadının" kimliğini açıkladı. İddiaya göre o kadın?11 / 12 / 2007 12:05ABD arşivlerinden çıkan ve Latife Hanım'ın yazdığı öne sürülen mektupta geçen "Atatürk'ü etkisi altına alan şeytani kadının" Halide Edip Adıvar olduğu iddia edildi.

Araştırmacı Rıfat N. Bali'nin İngilizce olarak çıkan "Atatürk as Viewed Through the Eyes of American Diplomats" adlı kitabında yer alan mektupta, Atatürk'ün tekke ve zaviyeleri kapatması ve kadınların peçe ve çarşaf giymesini yasaklamasında "şeytani özelliklere sahip kadının" etkisinde kaldığından söz ediliyor.

Bali'in kitabına önsöz yazan tarihçi Andrew Mango bu kadının Halide Edip Adıvar olduğunu yazdı. Mektupla ilgili 'apaçık sahtekârlık' diyen Mango şöyle yazdı: "Bu mektup Boston Advertiser Gazetesi'nde 1926'da Atatürk'ün boşanmış eşi Latife Hanım'ın imzası ile çıktı ki, bu bana açık bir sahtekarlık gibi geliyor. Hiçbir Türk hele Latife gibi yurtsever biri, Atatürk'ün yakınındaki grup hakkında 'genç, histerik ve içi boş kafalı Türkler' demez. Şeytanın etkisi ile ilgili bölümde, 'gerçek bir kadın Mussolini' ve 'İkimizin de tanıdığı bu yetenekli kadın' olarak Halide Edip tasvir ediliyor olmalı, ancak Atatürk ve Halide Edip'in 1926'dan itibaren görüşmediklerini bilmeyen bir kişi tarafından yazılmış olmalı."

Sabah

canakkale belgeseli

ÇANAKKALE KAHRAMANLARI

43-ncü Alay 1-nci P. Tb. 1-nci Bölük
1917 YILI YEMEK LİSTESİ

GÜN SABAH ÖĞLE AKŞAM EKMEK

15 HAZİRAN : ÜZÜM HOŞAFI YOK YAĞLI BUĞDAY ÇORBASI TAM

26 HAZİRAN : YOK YOK ÜZÜM HOŞAFI TAM
18 TEMMUZ : ÜZÜM HOŞAFI YOK YOK YARIM

8 AĞUSTOS : YARIM EKMEK YOK ŞEKERSİZ ÜZÜM HOŞAFI -


NOT: 21 TEMMUZ 1917'DEN İTİBAREN BAŞLAYARAK ORDU EMRİYLE EKMEK İSTİHKAKI 500 GRAMA İNDİRİLMİŞTİR. ÇÜNKÜ UN VE EKMEK KALMAMIŞTIR.

BU VATANIN NASIL KAZANILDIĞINI BİLMEYENLERE, ANLAMAYANLARA YA DA ANLAMAK İSTEMEYENLERE LÜTFEN ANLATINIZ YUKARIDAKİ YEMEK LİSTESİ HİÇBİR SÖZE GEREK BIRAKMIYOR.
Yerleşim : Türkiye / İstanbul | Meslek : Bilgisayar-Bilişim
Konu hakkında yapılan yorumlar (Sayfa : 1 / 1)

kadiru61
Yazar


Toplam 7 yazı

11/11/2004 : 12:10:10 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Yazara email gönder Email Alıntı


sizin çanakkale hakındaki düşüncelerinize çokkk katlıyorum ama bunu sonunu yeni egitemi balamak zorundayız çünkü bu günü geçlerini yetişim tarzları çok farklı egitimize dışardan çok karışanlar var tarihimizi bile yabancı ülkelerden ögreniyoruz neden kndi tarihimizi kendimiz araştırmıyoruz vede bu misyonerlik faliyetlerine karşı geçlerimizi bilgilendirmeliyiz geçlerimizin durumlrı şuanda başka ülkenin geçlerine göre iyi durumda ama elersi hakında kesin birşeyler söylemek çok zor tek kelime ile özetlemek istersek GEÇMİŞİNİ BİLEMEYEN GELECEGİNİ BİLEMEZ BİZİM İSE ÇOK ŞEREFLİ GURUDUYACAGİMİZ BİR GEÇMİŞE SAHİBİZ BUNU UNUTMAYALIM LÜTFEN SAYGI VE SEVGİLER.

Yerleşim : Türkiye / kocaeli | Meslek : Öğrenci Sayfanın Üstü ^

cihansumul
Yazar


Toplam 57 yazı

12/11/2004 : 10:40:35 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Yazara email gönder Email Alıntı
Sitenize trafiği arttırın. Google AdWords ile reklam verin.
Sayın mim bu ülkedeki bütün kipları okuduğunu söyleyen siz değilmiydiniz. Pekala çanakkale savaşı hakkında okuduklarınızı neden yazmıyorsunuz.
Eğer sorduğunuz soruların cevabını gerçekten bilmiyorsanız araştırınız eğer araştırıpta bulamazsanız be size tüm samimiyetim ve iyi niyetimle yardımcı olacağım.

Şunu hemen şurada belşrteyim kendimi yazmak zorunda hissettiğimden dolayı yazıyorum yoksa...

Şu VATAN konusunda yazdıklarınızı düzeltmediğiniz sürece sizinle birdaha yazışmayacağım bunun da bir tepki olduğunu anlarsınız herhalde...

sağlıcakla...
Yerleşim : Türkiye / İstanbul | Meslek : Bilgisayar-Bilişim Sayfanın Üstü ^

melih15
Deneyimli Yazar


Toplam 370 yazı

12/11/2004 : 11:48:04 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Yazara email gönder Email Alıntı
Bence de mim birkaç çarpık doğrudan farklı bir sonuca gitmeye çalışıyor.
Bahsetiği konular ve çarpıtılarak dile getimek istediği hususlardan bir yere varmak çok zor. Çanakkalede ordumuzun başında olan Alman paşasından ya da yüzbinlerce yetişmiş(osmanlının en iyi yetişmiş teknik personeli dahil), imanlı insan gücümüzün yok olmasından bir yere varılacağını sanmıyorum.
Bence de konuları başıyla, sonuyla ve doğrusuyla, gerçek kaynağıyla öğrenip doğru sonuçlara varmak faydalı olacak.
Saygılar.
Yerleşim : Türkiye / Ankara | Meslek : Danışmanlık Sayfanın Üstü ^

Kenan Kablan
Editör


Toplam 942 yazı

12/11/2004 : 12:32:05 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Alıntı


Çanakkale Savaşı 1914'te oldu,
Cumhuriyet 1923'te kabul edildi.

Yani Atatürk, Çanakkale Savaşı'nda Cumhurbaşkanı değildi.

İlkokul seviyesinde bilgiler aktarmaya başladık forum sütunlarında.

Dostlar siz yine de sevmeye devam bu ortamı.

Belki bir miktar bilgi edinip bu yazılardan, ilkokul diploması almayı hak edersiniz!
KKedi-tor
Yerleşim : Çin / Guang Zhou | Meslek : İthalat / İhracat Sayfanın Üstü ^

hascence
Editör


Toplam 1094 yazı

12/11/2004 : 13:01:44 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Yazara email gönder Email Yazarın websitesine git Website Alıntı
Savaşta ki askerlerin hepsi 10 yaşından büyüktü herhalde. Cumhurbaşkanı değildi o zaman ordunun başındaydı. Şehit sayımız da şehit olanlar da çok ama bunları tartışmak gerekdiğine inanmıyorum. Önemli olan Türkiye Cumhuriyeti'nin şu an olduğu pozizyondur. İçden ve dıştan parçalamak isteyenlere karşı neler yapılması gerekdiğidir. Kıbrıs meselesidir. Ülkemize şu anda yapılanlar konusunda insanların bilinçlenmeye ihtiyacı var.
http://hascenedair.sitemynet.com
Yerleşim : Kuzey Kıbrıs TC / Güzelyurt | Meslek : Bankacılık-Finans Sayfanın Üstü ^

cihansumul
Yazar


Toplam 57 yazı

13/11/2004 : 10:24:57 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Yazara email gönder Email Alıntı
Arkadaşlar aşağıdaki yazıyı okumak bilgilerimizi pekiştirir aynı zamanda eksik yanlarını tamalar diye düşünüyorum...

Tarih nedir ?

Tarih milletlerin hafızasıdır.Hafızasını kaybeden millet, hafızasını kaybetmiş insan gibi olur... Mazi devamlı dirilebilir endişesiyle Avrupa ve Avrupa’nın uzantıları devamlı Osmanlı’yı kötüleyerek bizi hafızasız bırakmanın peşindedirler...



Beyan: Osmanlı tarihi ile ilgili araştırmalar yaptığınız bu çerçevede kaleme aldığınız, bir çoklarının elinden düşürmediği "Çanakkale Mahşeri" adlı eserinizden biraz bahsedermisiniz?

M. Niyazi: Şimdi ben şunu söyliyeyim, benim tarih anlayışım, tarihi aynen aksettirmektir. Bunun ilmi kitaptan farkı; ilmi kitaplar kuru olurlar 7. tabur şurdan geldi, 5. tabur şuraya gitti. Halbuki orda bir hava teşekkül etmeli, yetişen nesiller o havadan alabileceğini şahsiyetlerine katmalıdırlar. Şimdi "Çanakkale Mahşeri" romanına dikkat ederseniz: Roman ilk, mermi düşmesiyle başlıyor ve savaşın bütün cephelerinde devamını anlatmaya çalışıyor ve savaşla beraber sona eriyor. Şimdi, Dünya da ki bütün savaş romanlarının; adları savaş romanıdır, fakat savaşla ilgili kısımları çok azdır. Benim savaş romanındaki telakkim olduğu gibi savaşı hissettirmektir.



Beyan: Eserin bir çok yerinde gerçek kahramanlarla karşılaşıyoruz. Örneğin Şehit olan Ali gibi;bunların kaynaklarına nasıl ulaştınız?

M. Niyazi: O adam Elazığ'ın Palu ilçesinin bir köyünde Hüseyin’dir, babası Ali, şehit olan Ali.Hüseyin 1970-1980’lere kadar Hariciye Bakanlığı’nda çalışan bir şahıs. Hüseyin’i çok tanıyan var, dinleyen var. Onun için benim orada ki tesbitlerimin hepsinin mutlaka bir kaynağı vardır. Mesela orada Oğuz amca var, Er-zincan’ın Kemah ilçesinin Oğuz köyündendir. Konya’lı Üstteğmen Muallim Naci hatıratında buna dair şeyler bulabilirsiniz.

Çok değişik hatıratlarda alınan yazılar vardır. Çanakkale’de 600'e yakın Alman subayı bulunmuştur. Bu subaylar kendi hatıratlarını yazarken üç beş kelime ile bir adamdan bahsederler, bir Türk'ün cengaverliğinden, fedakarlığından, uğradığı mağduriyetten, işte bunları bir bir topladım ve bir kombinoze yapmaya çalıştım.



Beyan: Çanakkale savaşı Osmanlı tarihinin neresindedir. Milli mücadeleye etkisi nasıl olmuştur?

M. Niyazi: Şimdi eğer, Çanakkale savaşı olmasaydı, bizim kurtuluş savaşı yapmamız mümkün değildi. Çünkü Çanakkale’de düşmanı durduramasaydık 1915'in Mart'ında İstanbul elden çıkardı. Savaşın başladığı gün olan 29 Mayıs 1914'de Avrupalı’lar güç olarak çok üstün ve diriydiler. İstedikleri gibi Viladiv Rostov anlaşmasındaki gibi bizi yenebilirlerdi, paramparça ederlerdi. Fakat Çanakkale’yi geçemedi ler, 1918’de İstanbul'a gelen müttefikler, mütarekeden sonra 1915’de Çanakkale’ye hücum eden müttefikler değildirler. Çanakkale’ de ki müttefiklerin cenazesi İstanbul'a geldi. Onun için biz Milli mücadele yıllarında hiçbir İngiliz’le, Fransız’la doğru dürüst nizami ordumuzla savaş yapmadık. Kahramanmaraş'ta şurda burda halkla çatışmalar olmuştur fakat nizami ordumuz bunlarla harp etmedi. Nizami ordumuz yalnız Yunanistan’la harp etti.

Eğer Çanakkale harbi olmasaydı Türkiye esarete düşşeydi biz ne yapacaktık, bu sefer İngilizler, Fransızlar, gibi dünyanın devleri ile boğuşacaktık. Bu da işimizi çok çok zorlaştıracaktı. Belki de imkansızlaştıracaktı, onun için Milli mücadeledeki başarımızın temelinde Çanakkale savaşı yatmaktadır.



Beyan: Kurtuluş savaşında, nizami ordumuz ile sadece Yunanistan’la savaştığımızı söylüyorsunuz. Topraklarımızı işgal eden milletler Yunanistan’la sınırlı değildi. Fransızlar, İngilizler, İtalyanlar ve Ruslar da işgal kuvvetlerindendi. Bunlar bizimle savaşmadan niçin çekildiler ?

M. Niyazi: Müttefik kuvvetlerin 1915’deki güçleri hem fazla hem de tazeydi.1918’de onların gücü kuvveti kalmamıştı, onların İstanbul'a canlı cenazeleri geldi. Ufak bir karşı koyma, onların cevap verme takadı olmadığı için çekilmek mecburiyetinde kaldılar. Yani İstanbul'da duracak durumları kalmadı. Ayrıca İngiltere’de, Londra'da, Paris'de savaş istemi-yoruz diye, büyük nümayişler yapıldı. Açlık, kıtlık Avrupa’yı kasıp kavurmaya başladı. Avrupa, ülkemiz gibi değildir, ülkemizde dört mevsim bir arada yaşanmaktadır. O zamanlar Avrupa’da yiyecek içecek bulmak zorlaşmıştı.

Bu durumda 1915’de müttefik kuvvetlerin güç ve kuvvetleri bir hayli iyi idi. Bu güçlü düşmana karşı Çanakkale’de verdiğimiz başarılı mücadele, Müttefik kuvvetlerin gücünü zayıflatmakla kalmadı, tamamen bitirdi. 1918'in 30 Ekim'inde, müttefik kuvvetler bu bitmiş vaziyetlerinde geldiler. Biz yenilmiştik amma onlarda tarumar olmuştu. Ufak bir karşı koyma, onları yok edebilirdi, onlarda bunu biliyorlardı.

Hatta Lozan'da bile Lord Çörçil 'in kesin tavrı var, ne yapın yapın Türkler’le barış yapın. İtalya, Fransa, Rusya gelemedi. Komunizm ihtilali, Çanakkale geçilemeyince Rus Çarı’nın boğazına çengel halkası gibi takıldı. Rusya saf dışı kaldı.



Beyan: Yunanistan’ın dışındaki müttefiklerle doğru dürüst savaşmadan geri çekildiklerini söylüyorsunuz. O halde bunca kurtuluş gününü niçin kutluyoruz?

M. Niyazi: Bana sorarsanız bir yerin kurtulması, bir yerin ele geçmesi, bunları artık yavaş yavaş rafdan kaldırmak lazım. Bu kutlamalarla bu topraklara misafir gibi geldiğimiz zannediliyor. Halbuki, bu topraklar çok asırlardan beri, hatta Bizans zamanından önce de buraların Türk olduğu, bütün dünya tarafından biliniyor.

Biz bugün kü insanımıza moral vermek için böyle kurtuluş günleri yaparız, sevdiklerimizi övüyoruz, sevmediklerimizi lüzumsuz zem-mediyoruz, böyle tatmin oluyoruz.



Beyan: Üzerinde çalıştığınız, yaptığınız yeni bir eser var mı?

M. Niyazi: Kısmet olursa şimdi, medeniyetle alakalı bir çalışmam var, bunları ben şeref kabul ediyorum. Medeniyet Millet ve Milliyetçilik diye bir kitabım çıkacak. Esas Çanakkale’den Kudüs'ün güneyine gittiler. İşte Yemen'in Kudüs'ün yani o Arap çöllerini anlatan savaşı, Çanakkale’nin peşinden yazacağım. Allah (Celle Celalühü) sağlık verirse daha sonra da Milli Mücadeleyi yazacağım.



Beyan: Tarihi eserleri yazarken hangi kaynaklardan faydalanıyorsunuz. Bizim arşivlerimizden faydalanabiliyor musunuz ?

M. Niyazi: Resmi tarih perspektifinden değil, gerçeklerin perspektifinden yazacağım. Zaten Milletler tarihi ikiye ayrılır;

1. Tarih yapan milletler,

2. Tarihe konu olan milletler,

Biz 1774 Kartal meydan muharebesiyle süper güç olma hüviyetimizi kaybettik. Bizim tarihimizi yazmak isteyen, 1774’den sonra Londra, Moskova , Paris arşivlerinden faydalanarak bizim tarihimizi yazıyor. Bu arşivler açıktır, bazı zik zaklara mani olmak için, bir iki husus hariç onların dışındaki konularda açıktır. Tarihimizi oralardan yazabiliriz.

Elbette arşivlerimizden faydalanıyorum. Ben bizim arşivimizde can alıcı hususların belirtildiğini zannetmiyorum. 1774’den sonrası için söylüyorum. Çünkü 1774’den önceki durumda biz güçlüydük. O zamanlar, Moskova’dan, Bulgaristan’dan ve değişik yerlerden tarih yazmak isteyen İstanbul'a gelirdi...Çünkü o zaman süper güç bizdik, yani tarih yapan millettik.



Beyan: Başta da bahsettik Ülkemiz’de Osmanlı’ya karşı bir sevimsizlik var. Osmanlı’yı kabullenemeyen bir kesim olmasına rağmen, Osmanlı’nın kurduğu ve günümüzde varlıkları devam eden onlarca kuruluş var. Mesela Polis teşkilatı gibi, yıl dönümlerini kutlarız. Burda bir çelişki yok mu?

M. Niyazi: Çok daha eskiye gidelim, mesela kara kuvvetlerinin kurulmasının 2200. senesi kutlanıyor. Artur Şoroton diye bir İngiliz vardır. O’nun Mimar Sinan biyografisi vardır, orada diyor ki; Osmanlı tarihi yazan bütün Avrupalılar Türk düşmanıdır. Maksat şudur; Osmanlı tarihini Türk düşmanlarının yazmasının sebebi. Osmanlı’yı sevimsiz hale getirmek, bizi tarihimizden koparmak içindir.

Tarih nedir? Tarih Milletlerin hafızasıdır. Hafızasını kaybeden Millet, hafızasını kaybetmiş insan gibi olur. Bir insan düşünün ki, hafızasını kaybetmiştir. O’nun başına gelebilecek felaketleri tasavvur edebilirmisiniz. Hafızasını kaybeden milletler de o şekildedir. Cengiz Aytmatov'un Mankut diye bir romanı vardır. Mankut , Mankut Çinliler esir aldıkları Türklerin başına bir yaş deri geçirirler, bu yaş deri kurudukça beyni sıkar, öyle bir noktaya gelir ki, beyin hafızayı kaybeder. Hafızasını kaybettimi o insan gözünü, Çinli efendisinin dizinin dibinde açtığını zanneder ve çok ideal bir köle olur.

İşte Avrupa, Avrupa'nın içimizde ki, uzantıları, bizi hafızamızdan mahrum edip ideal bir şekilde Avrupa’ya köle yapmanın peşindeler. Mesele budur, bu bir Milli kavgadır. Halbuki Osmanlı bizim tarihimizdir, ecdadımızdır. Cumhuriyet onun karşıtı değil onun devamıdır. Biz 1922’de Dünya şartlarına nizam vermiyorduk, bizim o zaman ki nüfusumuz 10 milyon civarındaydı, eli silah tutan insanımız 100 -150 bin civarında kalmıştı. Millet fakru zaruret içinde idi. Bu şartlarda Dünyaya nizam vermeye kalkmak donkişotluk olurdu. Mümkün değildir, ama Dünyanın nizamı içerisinde 1922’lerde yerimizi almaya çalıştık, bu çok akıllı bir hadisedir. Ama, mazi devamlı dirilebilir endişesiyle Avrupa ve Avrupa’nın uzantıları devamlı Osmanlı’yı kötülüyerek bizi hafızasız birakmanın peşindedirler.



Beyan: Bu ana kadar ki sohbetimizden şu sonucu çıkardım: Bize tarihimiz objektif bir şekilde anlatılmadı. Tarih konusunda bizlere yanlış bigiler verildiğini kabul ediyormusunuz ?

M. Niyazi: Bizim tarihimizde çok enteresan eller dolaşmaktadır. Şimdi, bizler son Nisan yağmurlarıyla yer yüzüne gelmiş bir millet değiliz. Mesela bir örnek vereyim:

Liselerimizde Emin Oktay tarihi okutulmaktadır. Emin Oktay’ın tarihine baktığınız zaman İstanbul'un fethinde Macar Urban'ın döktüğü topların kullanıldığını görmekteyiz.Eğer Macar Urban o topları dökmeseydi, bizim İstanbul'u feth etmemiz hayal olurdu, böyle bir imaj meydana getirilmektedir.

Halbuki gerçeğe baktığımız zaman, Osmanlı’da top döken en ileri seviyede 532 büyük top döküm ustası vardır... Macar Urban işşiz kalmış, Osmanlı’ya baş vurmuş, Osmanlı’da 532 top ustasının yanında bu kişiye görev vermiş, sıradan bir top ustasıdır. İşin garip tarafı Macar Urban dökmüş olduğu kendi topunun ilk patlamasında, top paramparça olmuş ve Macar Urban döktüğü topun başında ölmüştür.

İşte bu gerçeğe rağmen, liselerde anlatılan tarihimiz de; Macar Urban'ın döktüğü topla İstanbul'u feth ettiğimiz söylenir. Çünkü burda işlenmek istenen Türk milleti, mermer kafalıdır, sanayiden, toptan bihaberdir. Onun için bizim mesafe almamız için, bir Avrupa milletinin himayesine girmemiz gerekir, bu imaj sinsice verilmektedir.



Beyan: Türk tarihinin doğrusunu nerden ve nasıl öğreneceğiz, Bu konuda bilgi verir misiniz?

M. Niyazi: Türk tarihi diye birşey yok.Tarih yazmak o kadar kolay değil. Şimdi bugün kü tarihimizin temel istinatgahı, Hammer'in tarihidir. Hammer Osmanlı tarihini 1774'e kadar yazmıştır.

1774’den, 1826’ye kadar Ahmet Cevdet Paşa yazmıştır. Dikkat edin bütün yazılan tarihler, 1822‘ye kadar Hammer artı Cevdet Paşa’nın tarihine biraz uzaktan devam eder. 1826’dan sonra olaylar çok tırmanır. Günlük hayata kağıt ve matbuat girmiştir.

Kağıt ve matbuatla birlikte vesikalar bozulur ve şak diye tarihler biter. Çünkü bir Hammer daha yazmamıştır. Onun için bizim tarihimizdeki bütün problemler Hammer’den kaynaklanır. Şimdi Hammer'in kim olduğuna bir bakalım. Hammer köyü bir Avusturyalı, koyu bir katolik, aşırı bir Germen’dir. Ayrıca Hammer, 1526 senesinde Kanuni Sultan Süleyman Viyana’yı kuşattığı zaman, Viyana’yı Kanuni’ye karşı koruyan Albay Purustalin torununun, torunudur. Hammer, bir defa kafadan Türk düşmanıdır, o kin tohumlarını ekecektir. Türk tarihini sevimsiz hale getirmek isteyecektir.

Tarih iki türlü yazılır, bir yazılmış eserlerden istifade ederek kopya çekerek. İkincisi de kaynaklara inerek yazılır, bizde kaynaklara inmek bir babayiğit işidir. Abdülhamit Han zamanında el değmemiş bir milyon kaynak vardı. Bir milyon zor iştir, bizde zora talip olan kimse yoktur. Benim ömrüm kütüphanelerde geçti, kütüphanelere aklı başında kimseler gelmez. Ya talebe gelir ya da ziyaretçi, birde meczuplar soğuktan sığınmak için gelir. Bu işler, ter ister, onur ister, tarih yazmak o kadar kolay değildir.



Beyan: Tarihi biliyoruz amma, yanlış biliyoruz, bu bilmek bilmemekten daha kötü değil midir ? Gerçek tarihi öğrenme şansımız var mı?

M. Niyazi: Daha kötüdür. Yanlış tarih daha kötüdür. Ben pek ümitli değilim, tarihle uğraşanların ne kadar beleşci olduklarının farkındayım, onun için ben fazla ümitli değilim. Ama Cenab-ı Allah (Celle Celalühü)’ dan da ümit kesmemek lazım.

Şartlara baktığımız zaman, ben geleceğimizi son derece karamsar gören bir insanım. Fakat ben 1960 senesinden beri üniversitenin çevresinde bulunan bir insanım, o günden bu güne talebelerin öğretim üyelerinin ne kadar değiştiğinin şahidiyim. Bu değişimde çok müsbet yönler var. Bu sevindirici bir hadisedir. Ayrıca İbn-i Haldun Mukaddime kitabında "Su nasıl suya benzerse, bir milletin geçmişi de geleceğine öyle benzer" der, bunun için bizim geleceğimizi akılla idrak etmezsek de çok parlak olduğuna inanıyorum. Bak durup dururken koskoca Rusya çöktü. Her şey aslına rücu eder. Hayatın kanunu budur. Geleceğimize ümitle bakıyoruz.
(www.beyan.com.tr adresinden alıntıdır)

Tarihimizi unutmamamız dileği ile mutlulukla...
Yerleşim : Türkiye / İstanbul | Meslek : Bilgisayar-Bilişim Sayfanın Üstü ^

cihansumul
Yazar


Toplam 57 yazı

13/11/2004 : 10:44:02 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Yazara email gönder Email Alıntı
1. Canakkale savasinda 10 ve 10 yasin üzerinde askerlerde görev yapti mi ?
2. Türkiyenin nüfusu kacti o esnada ?
3. Canakkale savaslarinda, ordumuzun basindaki komutan kimdir ?
Cevap: Canakkale Savaslarinin bas komutani, bilfiil Atatürk idi
4. Kac sehid verdik canakkalede ?
5. Karsimizdaki düsmanlar kac kisi kayip verdiler ?

CEVAPLAR

1- ?

2- Türklerin nüfusu 10 milyon kadardı ( beyan dergisi; Tarihci yazar MEHMET NİYAZi ile tarih ve Çanakkale üzerine)

4- Araştırmalarım sonucunda karşılıklı asker sayıları çok farklı veril mektedir zira doğrusunu araştırıyorum 25 bin düşmana karşı 10 bin türk. Bazı kaynakalar ise karşılıklı asker sayılarını 252 bin düşmana karşı 252 bin 300 tük olarak veriyor araştırmaya devam. Kayıplar asla net olarak bilinmemekle birlikte Türkler 300 bin ölü ve yaralı vermiş. yalnızca İngilizler 213 bin 980 kayıp vermişler. araştırmaya devam.

devam edecek...

Yerleşim : Türkiye / İstanbul | Meslek : Bilgisayar-Bilişim Sayfanın Üstü ^

siyahbeyazoykuler
Usta Yazar


Toplam 551 yazı

13/11/2004 : 10:57:37 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Alıntı
merhabalar...
Sevgili Mim,

Elimden geldiğince sorularından bazılarına aşağıda cevap vermeye çalıştım.Bu kadar detayda ne öğrenmek istediğini merak ettim doğrusu;ama tarih bilincinin oturması açısından bu tarz şeylerin önemli olduğunu düşünmekteyim..evet belki bunlar ayrinti ama hayatimizdaki bircok seyi de bu ufak ayrintilari bilmedigimizden dolayı yitirmiyor muyuz??Tarihini bilmeyen geleceğine sahip çıkamaz diye düşünüyorum...bu arada nüfus ile ilgili bildiğim bir şey var ki o dailk nüfus sayımının 1927 yılında yapıldığı...bu konuda yanlış bir bilgiye de sahip olabilirim...ama 1927 sayımına göre nüfus: 13.648.270 ...yıllık nüfus artış hızı ise o yıl ki sayımlarda tespit edilememiş...sanırım savaş esnasındaki nüfusu yalnızca tahmini rakamlarla bulabiliriz...

5 Nisan 1915 Çanakkale Savaşlarının en kanlı muharebeleri başlamıştır. Sabahın erken saatlerinde İngiliz ,Fransız ve ANZAK kara -deniz birlikleri, Seddülbahir ve Arıburnu'na, 70.000 kişi ile 109 harp gemisi, 308 taşıt gemisi desteğinde çıkarma yaptı. Aynı anda Fransız birlikleri Kumkale'ye yanıltıcı küçük bir çıkarma yaptılarsa da tutunamadılar. Arıburnu'na çıkan ve Conkbayırı'na doğru ilerleyen İngiliz birliklerini, Mustafa Kemal'in komuta ettiği 19. Tümen karşıladı. Mayıs, Haziran, Temmuz ayları boyunca gögüs göğüse kanlı çarpışmalar oldu. 9 Ağustos ve 20 Ağustos'taki büyük saldırı ve geri püskürtülmeden sonra Çanakkale'yi karadan da geçemeyeceklerini anlayan İngiliz ve Fransızlar Kasım 1915'ten itibaren savaşı sona erdirmeye karar verdiler ve 9 Ocak 1916'da son düşman kuvvetleri de çekildi. Savaş boyunca 300.000 kadar İtilaf Devletlerinden, 250.000 kadar Türk askerinden kayıp oldu.

1 Şubat 1915 Mustafa Kemal'in Tekirdağ'da Göreve Başlaması

25 ŞUBAT 1915 - MustafA Kemal'in 19. Tümen Komutanlığı'na atanması.

23 Mart 1915 Alman general Liman Vona Sanders 5. Ordu Komutanlığı'na getirildi. Bu ordunun ihtiyatını oluşturacak 19. Tümen’in komutanlığına ise Kurmay Yarbay Mustafa Kemal getirildi

1 Haziran 1915 Mustafa Kemal’in Albaylığa yükseltilmesi.

27 Eylül 1915 Mustafa Kemal'in, 5.Ordu Komutanı Mareşal Liman von Sanders'e Anafartalar Grubu Komutanlığı'ndan affını isteyen yazısı :"...Geçenlerde Ekselansları Başkomutan, Kuzey, Güney ve Asya Gruplarını ziyaretiyle gereği gibi onurlandırmıştır; ancak Anafartalar Grubu'nun varlığını tanımak istememekle, bizi ziyaretinin onurundan mahrum kılmıştır. ...Ekselansları Başkomutan'ın şahsıma karşı beslediği duygular böylece bilinirken, orduda aynı koşullar altında hizmet vermem benim için imkansızdır. Siz Ekselanslarından beni şu andan itibaren Grup Komutanlığı'ndan istifa etmiş sayma ve şahsımla ilgili daha sonraki işlemleri tayin etme lütfunda bulunmanızı rica etmek onurunu taşımaktayım."

30 Eylül 1915 5.Ordu Komutanı Mareşal Liman von Sanders'in Başkomutan Vekili Enver Paşa'ya Mustafa Kemal'in Anafartalar Grubu Komutanlığı'ndan affını isteyen deilekçe vermiş olduğunu, ancak kabul edilmemesini isteyen yazısı :"...Bu dilekçeyi destekleyemem. Çünkü Mustafa Kemal Bey'i vatanın bu büyük savaşta hizmetlerine muhakkak surette muhtaç olduğu, çok müstesna kabiliyetli, yetkili ve cesur bir subay olarak tanıdım ve takdir ettim. ...Şimdilik ilişikte takdim etmediğim ayrılma dilekçesini, Ekselanslarınızın, güvenini belirtmek suretiyle reddetmek lütfunda bulunmalarını rica ediyorum."


26 Ekim 1915 Mustafa Kemal'in, Başkomutanlık Vekaleti'nce 9.,11.ve 12.Tümenlerin birleşmesinden oluşacak 16.Kolordu komutanlığına atanması ve Kolordu Komutanı yetkisiyle "Anafartalar Grubu'nu yönetmekle görevlendirilmesi

1 Şubat 1916 Atatürk'e Anafartalar Grubu Komutanlığı döneminde gösterdiği üstün başarıları nedeniyle "İkinci Rütbe'den Osmani Nişanı" verilmesi

İstanbul'u Dinliyorum Gözlerim Kapalı...

ışık ve sevgiyle kalın.

Yerleşim : Türkiye | Meslek : Diğer Sayfanın Üstü ^

cihansumul
Yazar


Toplam 57 yazı

13/11/2004 : 11:30:11 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Yazara email gönder Email Alıntı
BAYRAMLAR SEVİNÇ DEMEK, MUTLULUK DEMEK, HÜZÜN DEMEK, DOSTLUKLARI PEKİŞTİRMEK DEMEK, BAYRAMLAR NE DEMEK DEĞİLKİ

BURADAN TÜM DOSTLARIN MÜBAREK RAMAZAN BAYRAMINI KUTLARIM. NİCE BAYRAMLARA...
Yerleşim : Türkiye / İstanbul | Meslek : Bilgisayar-Bilişim Sayfanın Üstü ^

melih15
Deneyimli Yazar


Toplam 370 yazı

13/11/2004 : 15:23:01 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Yazara email gönder Email Alıntı
Sevgili mim,
Öncelikle usül hakkında şunu düzeltmek istiyorum. Burası sanal bir forum herkes bildiğini ve doğru düşündüğünü şeyleri söyler. Bilmediğini öğrenir, bildiğini öğretrir, yanlışlarını ise düzeltir.

Sen önce tüm Balkanları kaybetmemize neden olan 31 Mart vakasını incele kimin kimi kullanması ile koca devleti parça parça ederek kaybettik.
Şimdi durum farklı mı Irak'ta.
ABD ye karşı Allah yolunda mücadele ettiğini söyleyenler kime hizmet etmekteler Türk şöförleri öldürerek. Balkanlardan ve Ortadoğudan her şeyimizle kazınışımızın altında ne yatmaktadır ve kimler kullanıulmaktadır.
Ben birkaç defa Iraka gitmiş birisi olarak orada oynanan oyunları çok net gördüm.
Tarihte, Türkçülüğün kurucuları kimlerdir ve ne amaçla türk olmayanlar bu sevdaya soyunmulardı?
Ya da Ümmetçiliğin, Tarikatçılığın peşinde koşanlar kimin öğretileri ve amaçları için kime hizmet etmektedir şu anda?
Çok uzaklara gitme ve şu andaki yaralarımızın cevaplarını ara derim ben öncelikle.

Ayrıca, kimseyi birkaç yanlış yapılmış doğrudan çıkarak senin gibi düşünmeye zorlayamazsın.

İmzanın altındaki şu notu kaldırmadıça ve Kenan bey de forumlara tam olarak katılmadııkça bende artık yazmama kararı aldım.

"Kenan Kablan´in, hangi nick ile olursa, olsun bu konudaki, yazilarima katilimi; -küfürbazligi nedeni ile- tarafimca istenmemektedir. MiM"
Bu sözler ancak Hitler;e, Musolini'ye, hatta 50 milyonun katili Stalin'e yaraşır.
Kahrolsun FAŞİST dayatmalar...

Sevgili Koniks üyeleri, herkesin bayramını en içten duygularımla kutlar, bayram sonrası daha demokratik bir forum bulacağım ümidiyle hepinize saygılarımı sunarım.
Sağlıcakla kalın.

Yerleşim : Türkiye / Ankara | Meslek : Danışmanlık Sayfanın Üstü ^

siyahbeyazoykuler
Usta Yazar


Toplam 551 yazı

13/11/2004 : 23:11:24 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Alıntı
Sevgili Mim,
70.000 uyarısında bulunmuşsun.sanırım sonuca ulaşmak için ikinci bölümden başlamamdan dolayı yanlış anlaşıldı....zaten başlangıç tarihi olan 5 nisan 1915,çanakkale savaşlarının başlangıcı değildir...burda fransız,ingiliz ve anzakların çıkardığı asker sayısı vardır..elbette bu taihten öncesi de var..

"5 Nisan 1915 Çanakkale Savaşlarının en kanlı muharebeleri başlamıştır. Sabahın erken saatlerinde İngiliz ,Fransız ve ANZAK kara -deniz birlikleri, Seddülbahir ve Arıburnu'na, 70.000 kişi ile 109 harp gemisi, 308 taşıt gemisi desteğinde çıkarma yaptı...."

"...Türk ulusu açısından sosyal alanda da etkileri görülmüştür. Çanakkale deniz ve kara muharebelerinde toplam 211.000 insan zayiatı veren Türk ulusu, bu arada binlerce okumuş ve aydınını da kaybetmişti. Kesin olmayan tahmini rakamlara göre, 100.000’den fazla öğretmen mülkiyeli, tıbbiyeli ve Türk ocaklarında yetişmiş okur-yazar yitirildiği sanılmaktadır. Böylece o günün koşullarında ülkenin beyin takımını oluşturan küçümsenemeyecek bir sayıya ulaşan bu kayıpların, olumsuz etkileri, savaş sırasında olduğu kadar, bu savaşı izleyen Türk İstiklal Savaşı’nda da fazlasıyla hissedilmiştir. Nitekim, 1923’te Cumhuriyetin ilanından sonra, Atatürk’ün başlattığı inkılaplar ve bunların paralelinde girişilen reformların kitlelere yaygınlaştırılıp mal edilmesinde, hayli sıkıntılar çekilmiştir..."

bu bilgileri de artı olarak gönderiyorum

..."Ülkeler
1- Silah altındaki ve Yedek Kuvvetler
Ağustos 1914
2- Silah altına alınan Toplam 1914-18

Rusya
5,971,000(1)
12,000,000(2)

Fransa
4,017,000
8,410,000

İngiltere
975,000
8,905,000

Italya
1,251,000
5,615,000

ABD
200,000
4,355,000

Japonya
800,000
800,000

Romanya
290,000
750,000

Sırbistan
200,000
707,000

Belçika
117,000
267,000

Yunanistan
230,000
230,000

Portekiz
40,000
100,000

Karadağ
50,000
50,000

Toplam
14.141.000
42.189.000

Almanya
4,500,000
11,000,000

Avusturya-Macaristan
3,000,000
7,800,000

Türkiye
210,000
2,850,000

Bulgarisitan
280,000
1,200,000

TOPLAM
7.990.000
22.850.000

.........

Türkiye
2,850,000(TOPLAM ASKER SAYISI)
325,000(ÖLÜ)
400,000(YARALI)
250,000(ESİR VE KAYIP)
975,000(TOPLAM ZAİYAT)
34.2(ZAİYAT YÜZDESİ)..."

devam edeceğim


İstanbul'u Dinliyorum Gözlerim Kapalı...

ışık ve sevgiyle kalın.

Yerleşim : Türkiye | Meslek : Diğer Sayfanın Üstü ^

Kenan Kablan
Editör


Toplam 942 yazı

14/11/2004 : 07:10:08 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Alıntı
Sevgili Melih,

Malum şahsın yazılarına eklediği o manasız imzayı ciddiye almaya gerek yok. Hani daha önce bir söz aktarmıştım: "İt kağnı gölgesinde yürür, kendi gölgesi zennedermiş."
Bu söze bir başkasını daha ekleyeceğim. Fakat eklemeden önce o malum şahsın hakkımda sonu "...istenmemektedir..." diye biten imzasını değiştirmeden önce "...katılımı yasaklanmıştır..." şeklinde yazdığını sonra daha medeni(!) olmak için istenmemektedir haline getirdiğini biliyor muydunuz?

"Cin olmadan adam çarpmaya kalkıyor" derler bizim buralarda.

Bak sen, beni "men" ediyormuş.
Bak sen, beni istemiyormuş.

Yazılara katılım göstermiyor olmamın sebebi bu konunun üstünde belirttiğim gibidir. Çanakkale Savaşı gibi tarihimizin en vahim ve en müthiş olayı hakkında zerre bilgisi olmayıp vatan millet sakarya nutukları atan (Çanakkale savaşı sırasında Atatürk'ü Cumhurbaşkanı sanacak kadar fransız!) bir şahsın yazılarına kırmızı mühürlü davetiye gönderseler yine katılmak istemem.

Deniz'in dediği gibi, artık ben de belli kişilerin yazılarını okuyorum hiç bir fikir ve bilgi içermeden diğer yazıların tekrarı ve ipe sapa gelmez sorular olan yazılar hem vakit kaybı hem de göze zarar.

İmza kişiyi tanımlayan bir işrettir.
Her bir yazarın imzasına bakın farkı göreceksiniz zaten.

Tek bir yazımla dahi küfürbazlığımı kanıtlayamayacak olan vatandaş bu imza ile kendisinin ne olduğunu tanımlamıyor mu? Bu yüzden muhatap olmaya değmez. Boşver.
(Hoş zaten burada küfüre ne ben ne de ismail asla izin vermeyiz)

Sevgiler,
KKedi-tor
Yerleşim : Çin / Guang Zhou | Meslek : İthalat / İhracat Sayfanın Üstü ^

Kenan Kablan
Editör


Toplam 942 yazı

14/11/2004 : 07:12:37 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Alıntı
Şu Boğaz Harbi Nedir? Var mı ki dünyada eşi?

En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,

-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya

Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya,

Ne hayasızca tahaşşüd ki ufuklar kapalı!

Nerde-gösterdiği vahşetle “bu: bir Avrupalı”

Dedirir-yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi

Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi!

Eski Dünya, Yeni Dünya bütün akvam-ı beşer

Kaynıyor kum gibi, Mahşer mi, hakikat mahşer.

Yedi iklimi cihanın duruyor karşında,

Osrtralya’yla beraber bakıyorsun ; Kanada!

Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk.

Sade bir hadise var ortada : Vahşetler denk.

Kimi Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne bela...

Hani tauna da zuldür bu rezil istila...

Ah o yirminci asır yok mu, o mahluk-i asil,

Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkiyle sefil,

Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;

Döktü karnındaki esrarı hayasızcasına,

Maske yırtılmasa hala bize affetti o yüz ...

Medeniyet denilen kahbe, hakikat yüzsüz.

Sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbab,

Öyle müthiş ki: Eder her biri bir mülkü harab.

Öteden saikalar parçalıyor afakı;

Beriden zelzeleler kaldırıyor a’makı;

Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;

Sönüyor göğsünün üstünde o aslan neferin.

Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,

Atılan her lağımın yaktığı: Yüzlerce adam.

Ölüm indirmede gökler, ölü püskürtme de yer

O ne müthiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...

Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,

Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.

Saçıyor zırha bürünmüş de namerd eller,

Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller.

Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,

Sürü halinde gezerken sayısız tayyare.

Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...

Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!

Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;

Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman?

Hangi kuvvet onu, başa, edecek kahrına ram?

Çünkü te’sis-i ilahi o metin istihkam.

Sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler,

Beşerin azmini tevkif edemez sun’-i beşer;

Bir göğüslerse Huda’nın edebi serhaddi;

“O benim sun’-i bediim, onu çiğnetme” dedi.

Asım’ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:

İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.

Şuheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...

O, rukü olmasa, dünyaya eğilmez başlar,

Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,

Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!

Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.

Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor Tevhid’i...

Bedr’in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi.

Sana dar gelmeyecek makber’i kimler kazsın?

“Gömelim gel seni tarihe”desem, sığmazsın.

Herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitab...

Seni ancak ebediyetler eder istiab.

“Bu, taşındır” diyerek Ka’be’yi diksem başına;

Ruhumun vayhini duysam da geçirsem taşına;

Sonra gök kubbeyi alsam da, rida namıyle;

Kanayan lahdine çeksem bütün ecramıyle;

Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan;

Yedi kandilli Süreyya’yı uzatsan oradan;

Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına;

Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,

Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;

Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;

Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...

Yine bir şey yapabildim diyemem hatırına.

Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,

Şarkın en sevgili sultanını Salahaddin’i,

Kılıç Arslan gibi iclaline ettin hayran...

Sen ki, İslam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,

O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;

Sen ki, ruhunla beraber gezer ecramı adın;

Sen ki, a’sara gömülsen taşacaksın... Heyhat,

Sana gelmez bu ufukalar, seni almaz bu cihat...

Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,

Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber.

MEHMET AKİF ERSOY
KKedi-tor
Yerleşim : Çin / Guang Zhou | Meslek : İthalat / İhracat Sayfanın Üstü ^

Kenan Kablan
Editör


Toplam 942 yazı

14/11/2004 : 07:27:33 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Alıntı
Arkadaşlar,

Saygıyla ve mümkünse birer Fatiha ile analım şehitlerimizi. Tarihi daha iyi anlayacağız bahanesiyle yazılmış ve onların ruhlarını rencide edecek yazılar hiç bir şey kazandırmaz bizlere.

Başkaları her ne niyetle savaşı başlatmış olursa olsun, ve kimler orada Darwin'in "evrimini tamamlayamamış milletler" diye bahsttiği Türk, Afrikalı, Arap, Avusturalya ve Yeni Zelandalı'ları bir birine kırdırmış olursa olsun unutmayalım ki şehitlerimiz vatanları ve dinleri için canlarını feda ettiler.

Bizim şu an yapabileceğimiz onları saygıyla anmak.

Göstereceğiniz hassasiyete şimdiden teşekkür ederim.
KKedi-tor
Yerleşim : Çin / Guang Zhou | Meslek : İthalat / İhracat Sayfanın Üstü ^

Kenan Kablan
Editör


Toplam 942 yazı

14/11/2004 : 07:32:01 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Alıntı
Bir Çanakkale Gazi'sinin "Eğer o gün ekmeğin yanında ayran da verilmişse hücüma kalkacağımızı anlardık" sözlerini çocuklarıma aktarırken boğazıma bir şeylerin düğümlendiğini, gözlerimin dolup sesimin titrediğini bilmenizi yukarıdaki yazımın en samimi duygularla, içtenlikle yazıldığına inanmanızı isterim.
KKedi-tor
Yerleşim : Çin / Guang Zhou | Meslek : İthalat / İhracat Sayfanın Üstü ^

Kenan Kablan
Editör


Toplam 942 yazı

16/11/2004 : 17:58:33 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Alıntı
YÜZYILLARDIR TÜRK TOPRAĞI OLAN VE OLMAYA DEVAM EDECEK ÇANAKKALE'NİN YER İSİMLERİNİ İŞGALCİ GÜÇLERİN HAYALİNİ SANAL ORTAMDA GERÇEKLEŞTİRİRCESİNE BİR GAYRETLE VE ISRARLA İNGİLİZCE OLARAK ALINTILAYAN MİM'İ ESEFLE KINIYORUM. BU NE AYMAZLIK, BU NE GAFLETTİR!

AHMET BEY AHMET BEY KENDİNİZE GELİN! İNGİLİZLER İŞGAL EDEMEDİ O TOPRAKLARIMIZI VE ORALARIN İSMİ DEĞİŞTİRİLMEDİ HENÜZ! SEDDÜLBAHİR HALA SEDDÜLBAHİR, HELLES DEĞİL VE ASLA OLMAYACAK!

BAŞKALARININ HAYALLERİNE VE İDEALLERİNE BU TİP YAZILARINIZLA UŞAKLIK EDECEĞİNİZE TÜRK'ÜN VE TÜRKLÜĞÜN TARİHİNİ ÖĞRENİN. KENDİNİZİ BİLİN.
TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN KURULUŞ TARİHİNDEN BİLE HABERSİZ (23 NİSAN SANIYOR!) BİR İNSANDAN DA ANCAK BU BEKLENİR.

KKedi-tor
Yerleşim : Çin / Guang Zhou | Meslek : İthalat / İhracat Sayfanın Üstü ^

hascence
Editör


Toplam 1094 yazı

18/11/2004 : 21:32:55 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Yazara email gönder Email Yazarın websitesine git Website Alıntı
TBMM 23 nisan 1920'de kuruldu.
Türkiye Cumhuriyeti ise 29 ekim 1923'de kuruldu.

Yapma mim önce bunları öğren. Ayrıca bu kadar uzun yazıları kimse kolay kolay okuyamaz. Neden tercüme yapıyorsun ki. Bir sürü Türkçe kaynak var oradan yaz. Türkün tarihini Türk den iyi kimse yazamaz, tarafsız olamaz.
http://hascenedair.sitemynet.com
Yerleşim : Kuzey Kıbrıs TC / Güzelyurt | Meslek : Bankacılık-Finans Sayfanın Üstü ^

Levent
Deneyimli Yazar


Toplam 488 yazı

19/11/2004 : 18:59:56 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Yazara email gönder Email Alıntı

Merhaba

Cumhuriyetin ne zaman ilan edildiğini, gün, ay, dakika ve saniyesi de önemli olsa da, konudan uzaklaşıyorsunuz gibime geldi. Bu arada cumhuriyetin ne zaman ilan edildiğinden daha çok onun içeriği daha önemlidir gibime geliyor. Umarım bunlarda bir ara tartışılır.
Gelelim Çanakkale Savaşına. 250.000 insanımızın öldüğü bir savaştan söz ediyoruz. 250.000 kişi az mı? Bir de sakat kalanlar, sürünenler filan da var.
Bu savaşa niçin girdik ve sonunda ne oldu? 250.000 kişi öldü fakat sonunda Birinci Dünya Savaşını kaybettik.
Bundan dolayı Çanakkale filan dediklerimde tüylerim diken diken oluyor. Sarıkamışta, Çanakkale'de ölen insanlarımızın akıttıkları kanın hesabını hala soramadık. Çok bilmiş Osmanlı subayları, asker milletiz doldurmaları ve akan kanlar. Bu yüzden iki de bir Çanakkale, Sarıkamış, Yemen denince, kaybettiğimiz askerlerimizi hatırladıkça ve onların kanı yerde durdukça hoşnut olamıyorum.
Her türlü mandacılığa karşıyım. Egemenlik milletindir. Egemenlik, A.B'ye, orduya ve IMF'ye devredilemez. Demokrasi mandacılığa karşı olmaktır.
Yerleşim : Türkiye / Ankara | Meslek : Danışmanlık Sayfanın Üstü ^

relax
Yazar


Toplam 11 yazı

02/01/2005 : 14:53:45 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Alıntı
Tsunami ve Atatürk

“Mu’dan batıya giden birkaç önemli kolonileştirme hattı mevcuttur... [Bunlardan biri] Mu’dan Burma’ya, Burma’dan Hindistan’a ve Hindistan’dan da Babil ve Yukarı Mısır’a (Nübye) ve Beyaz ve Mavi Nil’e uzanan hatlardı. İkinci hat, Mu’dan Malay Adalarına oradan Dravida adını verdikleri Güney Hindistan’a ve Hindistan’dan da Afrika’ya uzanıyordu... Hiç kuşkusuz, Mu’dan başlayan en önemli batı hattı, kuzey esas hattıydı ve Uygurlar adı verilen Arî ırkların ataları olan halk tarafından yönetiliyordu. Uygur İmparatorluğu olasılıkla Mu’ya ait koloni imparatorluklarından ilkiydi. Şüphe yok ki, en büyüğü ve en önemlisi ve en güçlüsüydü. (s: 176 ve s: 177’deki harita) Maha Bhatara en büyük Hindu destanıdır, MÖ 1000 yıllarında yazıldığı sanılmaktadır (s: 202) [bilenler bilir, Tuncel Kurtiz oynamıştı.]. (James Churchward, Batık Kıta Mu’nun Çocukları, Kayıp Kıta Mu, 3 cilt, Ege Meta Yayınları, İzmir, 5. baskı, 2003)

İstanbul Üniversitesi’nin Merkez Binası’ndaki, yani eski Enver Paşa’nın Harbiye Nezareti’nin (şimdiki Rektörlük binası ve Bilim ve Kültür Merkezi olan binanın) ikinci katındaki Abdülhamit’in Yıldız Sarayı Kitaplığı Müzesi’ndeki orta salonda, Atatürk’ün Okuduğu Eserler külliyatını içeren kitap masasının başına oturursanız yukarıdaki “”Uygur kelimelerinin altının benim tarafımdan değil; Atatürk tarafından çizildiğini anlar ve Atatürk’ün o zamanlar (1930’larda) akademik kabul edilmeyen ve meczup diye nitelenen bir İngiliz istihbarat albayının yazdığı bu dev kitabı, ilk yayınlandığı tarihte özel olarak Türkçeye cevirtip bizzat çalışarak okuduğunu görerek hayrete düşersiniz. Ya da, Gürbüz Tüfekçi’nin, Özel İşaretleri, Uyarıları ve Düştüğü Notlarla Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar’ı (İş Bankası Yayınları, Ankara, 1983) karıştırırsanız yine aynı duyguyu tadarsınız. Ancak her iki durumda da kayıp Mu Kıtası ile ilgili Churchward’ın kitabının tümü için Atatürk’ün ne düşündüğünü anlamazsınız. Çünkü, her iki külliyatta da, Churchward’ın Türkçeye çevrilen (1937?) kitabının sadece belli bazı sayfalarının fotokopileri yer almaktadır, tamamı ise gizli olarak Anıtkabir’deki Atatürk’ün okuduğu kitaplar seksiyonunda 1482-85 numaralı kayıtlardadır. Bunları da zor ele geçirirsiniz. 1939’dan sonra Türk-İslam sentezcilerin idaresi altına giren Türk devleti tarafından 65 yıldır sansüre uğratılmaktadır.

Mu da, Atlantis gibi kadim sır uygarlıklardan biridir. Hâttâ, Churchward’a göre yeryüzünün ilk uygarlığıdır. Atlantis, Mu’nun batışının ardından ya da eş zamanlı olarak türeyen ve 50 bin yıl kadar önce oluşan bir uygarlıktır. Platon’un (Eflatun) Kiritias ve Timaios dialogları Atlantis üzerinedir. Yalçın İlter’in özetlemesiyle (Kayıp Tarih, Aykırı Yayınları, İstanbul, 2004, s: 275), Churchward’un, jeolog William Niven’in Maksika’da Maya uygarlıklarını araştırırken bulduğu Tibet Naakal tabletleri üzerinden giderek oluşturduğu bu kuramsal tarih şöyledir: Yeryüzünün ilk uygarlığı Mu’dur. Pasifik Okyanusu içinde çok büyük bir kara parçası üzerinde ortaya çıkmıştır. Uzantıları, bugünkü Avustralya va Hind Okyanusu’na uzanmaktadır. Mu doğal bir felaket (gaz patlamaları, dev tsunamiler ve 12 büyüklüğündeki depremlerle) Pasifik ve Hint Okyanusu’na gömülmüştür. Buralardan kaçabilenler, Hindistan, Güney Amerika ve Atlantis’de yeni uygarlıklar (İndu, Maya, Babil ve Kadim Mısır’ı) yaratmışlardır. İçlerinden en gelişkini Atlantis’tir. Edgar Cayce’e göre (ki, ezotorik-medyum bir Hıristiyandır) Atlantis’de lazer teknolojisi ve havadan ulaşım olanakları vardır. Yeni bir felaket bu kez (MÖ 12 binde) Atlantis’i yokeder. Platon’un Akdeniz’i işaret ederek Solon’un Mısırlı rahiplerden duyduğunu Kritias vasıtasıyla aktardığı Atlantis bu Atlantis’tir ve Sarmart da Kıbrıs civarında denizaltı arkeolojisi yaparak bu kayıp uygarlığı aramaktadır (1999-2004). Kurtulan Atlantis’liler bu kez de Orta Amerika ve Mezapotamya uygarlıklarını yaratmışlardır. Maya’ların incelenmesi için Atatürk tarafından Meksika’ya gönderilen Hasan Tahsin Mayatepek de işte bu izleri sürmek için görevlendirilmiştir. Atatürk’e yazdığı raporlar hâlâ gizli bir biçimde devlet arşivlerinde mevcuttur.

MÖ 91 binde, yer kabuğu kayması sonucunda, Kuzey Kutbu, Kanada’dan Norveç’e doğru ilerler. Hemen ardından Wisconsin (ABD) buzlanması başlar. MÖ 78 binde, ılıman kuşakta, Pasifik ortasındaki anakarada Mu kurulur. MÖ 70 binde Avrupa’da Wurm buzlanması başlar. MÖ 55 binde yeni bir yer kabuğu kayması ile Kuzey Kutbu Hudson Körfezi’ne geçer. MÖ 26 binde büyük Tsunamiler ve depremler ve gaz patlamalarıyla Mu yokolur. MÖ 20 binde Atlantis’de Yedi Tanrı dönemi (Ptah-Ra-Su-Geb-Osiris-Set ve Horus) başlar. MÖ 17 binde buzlanma erimeye dönüşür. Platon’a göre MÖ 9600’de Atlantis (Girit) Tera Depremi ile yokolur. Aynı zamanda Kuzey Kutbu bugünkü yerine gelir. MÖ 8500’de 12 Tanrı dönemi başlar-Tot, Maat, Hor. MÖ 7000’de Şems-Hor Yarı Tanrı (30 Kral) dönemi gelir. MÖ 3000’de Meneş ile Eski Mısır Hanedanları başlar. Nuh Tufanı MÖ 7500 civarında olan bir olaydır. (Bu kronolojiyi, William Ryan ve Walt Pitman’ın Nuh Tufanı, (Çev: Dursun Bayrak) Arkadaş Yayınları, Ankara 2003 ile krş.: “Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile (1990) Ryan ve Pitman, Türk araştırmacıların yanısıra Bulgar ve Rus araştırmacılarla Karadeniz’i araştırdılar. Gelişmiş tarihlendirme yöntemleri yükselen denizlerin 7600 yıl önce Boğaziçi Vadisinden akarak Akdenizle birleştiğini saptadılar. Su büyük bir hızla akarak, önüne çıkan tüm yaşam biçimlerini sürükleyip yok ederek, akıl almaz bir güçle boşalmıştı. Yarı çöl durumundaki uçsuz bucaksız bu bölgede, çiftlikler ve köyler içinde eşşsiz bir vaha, bir Cennet olan Karadeniz kıyıları bir ölüm denizi oluverdi. İnsanlar bir daha geri gelmemek üzere buralardan kaçtılar, dilleri, genleri ve bellekleri yeryüzünün dörtbir yanına dağıldılar.”)

Yabancı televizyonlardan (BBC ve CNN) acıyla seyrettiğimiz, Sri Lanka (Mu’nu batı kolu, Puket adası, Maldiv, Lakadiv, Seylan adaları) açıklarında 9 büyüklüğündeki depremin yarattığı tsunami faciası artık sizlere, Türk televizyonlarında seyrettiğimiz Halil Bezmen’in eski karısı, futbolcu Emre ve sevgilisi, vd.’den başka şeyler de hatırlatlamaya başlamıştır umarım. “Hatırlatma” sözcüğünü nezaketen kullandığımın da farkındasınızdır. Nereden hatırlayacaksınız, okumadınız ki, farkında bile değilsiniz. Apoletli, NATO’cu, AB’ci, Almancı, Slav ve Kuzey Türkologlarının memleketlisi, intihalci profesör Atatürkçüler, Mustafa Kemal Atatürk’ü 1939 yılında gömdüler. 1939-46 arasındaki geçiş devresinde, Prof. Dr. Şemsettin Günaltay gibi Başbakanların nerelere uzandıklarını Zaptiye Murat (Bardakçı) zapt etti. Bilmem anlayabildiniz mi?

Neredesiniz Zecharia’cı Mardukçular? Serdat Küçük Turgut ve Burak Eldem ve .... şürekâsı; felaket tellâllığı yapacağınıza, tarihin doğru yazılmasına ön ayak olsanıza... Hadi Atlantis ve Mu çok fantazmografik; Atatürk’ün yaşadığı ve altını kalemle çizdiği uygur’ların tarihine, bir de Slav ve Kuzey Avrupasantrik bakış yerine, alay ettiğiniz Anadolu-Karadeniz-Doğu Akdeniz çerçevesinden baksanıza.

Türkçülüğe ve tarihin küçük bir evresine sıkışmış olan dinsel-ideolojik kimliklere hapsolacağınıza ya da Nurihan Fattah’ın “Türkçe bir Atlantis dilidir” önermesi (Tanrıların ve Firavunların Dili, Selenge Yayınları, İstanbul, 2003) size fazla gelmişse, “Türkçe” adını verdiğimiz dilimizin kökenlerine, Mirşan, Polat, Diker, C. Batmaz, Çığ gibi yaklaşsanıza.

Sarıkamış ve Çanakkale ile ilgili “Tıpçı Palavra Tarihçiliği” yapacağınıza [Yetkin (İşcen) yeterince yeter onlara], o savaşsal gazetecilik olaylarının altında yatan Bismarkçı Alman sömürgeciliğinin ve Weberci meslek üniversitesinin (Weber, “Science as Vocation”) yarattığı Alman ve Slav türkologlarınca kışkırtılmış ve kaşınmış; Osmanlıda görevli Alman genel kurmay başkanlıklarınca pişirilmiş, Enver ve şürekâsı tarafından servise sokulmuş ve Köprülü-Togan-Günaltay eksenli çarpıtmaları deşifre eden art (ön)-tarihlere eğilsenize.

Sri-Lanka tsunamisi eğer bunları hatırlatmayacaksa, ve cahil yetiştiren Türk medyasında (MEME), “insanlık trajedisi” diye sosyete-futbolcu bülbüllerini görecek ve dinleyeceksek, size Anadolu tsunamileri bile az.

İnsanlık dramları hep yeni oluşumlara gebedir; yeni tarihler başlatır.

100 bine yakın kişinin öldüğü, iki milyondan fazla insanın evsiz kaldığı, adaların coğrafi konumlarının değiştiği Sri-Lanka tsunamisi (MS 2004) de, bundan böyle artık size büyük bir tsunami ile yıkılan Mu uygarlığını (MÖ 26000) hatırlatabilir. Bu, sadece Mu’yu hatırlamak da değildir. 1919-1939 arasında neler oldu bu memlekette (Türkiye’de), onun da hatırlanması; hatırlamakla kalmayıp, bilinmeye başlanmasının tsunami dalgasıdır belki!

Kimbilir?

Kim bilirse, kim bilir... Boşverin yahu... Siz, Emre ve sevgilisinin “insanlık daramı” ile, biz de, 1971’den sonra, Humboltçu mu, Weberci mi olacağına karar verememiş olan İstanbul Üniversitesi’ne hangi “Atatürkçü rektörü” seçeceğimizle uğraşalım. Başka işimiz yok nasıl olsa...

Veysel Batmaz
Yerleşim : Türkiye / Samsun,Bursa | Meslek : Bilgisayar-Bilişim Sayfanın Üstü ^

enginvarolturk
Yazar


Toplam 7 yazı

04/01/2005 : 20:46:47 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Yazara email gönder Email Alıntı
Tsunami faciasında yaklaşık 150.000 insan öldü.
Coğrafyayı düşünün koskoca güney asya.
Oysa Çanakkale de 250.000 EĞİTİMLİ insanımız şehit oldu.
Düşünün birkaç bin kilometre karelik gelibolu yarım adasında.
Eskilerin bir sözü vardır:
Bu millet daha II. Abdülhamite yaptıklarını daha çekmemiştir.

Tarih... Tarih... Tarih...
Yerleşim : Türkiye / İstanbul | Meslek : Muhasebe Sayfanın Üstü ^

relax
Yazar


Toplam 11 yazı

04/01/2005 : 23:00:13 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Alıntı
mim´in yaptigi arastirmalari ´canakkale belgeselini´okudugunda, II.Abdulhamidin degilde,enver pasanin bizi 1.dünya harbine soktugunu,düsmanimiz yokken,düsman basimiza bela ettigini,canakkale´ye neden düsmanlarin saldirtildigini iyice ögrenmis olursun. sehit sayisininda 250.000 degilde 2,5 milyon oldugunu tespit edersin.enver pasa deyipte gecmeyin.enver pasa osmanliyi icerden teslim alan,II.Abdulhamidi kukla olarak kullanan ittihakki terakki cemiyetinin basiydi. M.Kemal Pasada bu cemiyettendi.
Tarih....gercek tarih bu !!!!
Yerleşim : Türkiye / Samsun,Bursa | Meslek : Bilgisayar-Bilişim Sayfanın Üstü ^

Kenan Kablan
Editör


Toplam 942 yazı

05/01/2005 : 12:47:54 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Alıntı
koniks.com çok komiks.com oldu ya. Kişilik bölünmeleri, kendi kendine atıflar... İzliyoruz bakalım nereye kadar gidecek.
KKedi-tor
Yerleşim : Çin / Guang Zhou | Meslek : İthalat / İhracat Sayfanın Üstü ^

melih15
Deneyimli Yazar


Toplam 370 yazı

05/01/2005 : 14:40:29 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Yazara email gönder Email Alıntı
Kenan Abi bana dokunma. Ben simit satmakla meşgulüm.

KARANLIK OLDUKTAN SONRA BÜTÜN KEDİLER LEOPARDIR.

Ne mutlu düşünce karanlığına ışık tutanlara!

Sağlıklar diliyorum.
Yerleşim : Türkiye / Ankara | Meslek : Danışmanlık Sayfanın Üstü ^

Ismail KIRTILLI
Yazar


Toplam 709 yazı

05/01/2005 : 17:19:36 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Yazara email gönder Email Yazarın websitesine git Website Alıntı
http://www.kulturturizm.gov.tr/portal/canakkalektp/2-resim/index.htm

http://www.kultur.gov.tr/canakkale.asp?belgeno=52462
Yerleşim : Türkiye / İstanbul | Meslek : Bilgisayar-Bilişim Sayfanın Üstü ^

ibrahimonur
İyi Yazar


Toplam 102 yazı

05/01/2005 : 21:02:55 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Alıntı
enver pasa deyipte gecmeyin.enver pasa osmanliyi icerden teslim alan,II.Abdulhamidi kukla olarak kullanan ittihakki terakki cemiyetinin basiydi. M.Kemal Pasada bu cemiyettendi.
RELAX yukarıdaki cümlenin sonunun manası ne?
Bu saatten sonra Abdülhamit in haklılığını savunmak ya da savunmamak hiçbirşey ifade etmez. Siyasette adam kullanılır Abdülhamit in bir piyon olduğu tabiki malum tıpkı yeni dünya düzenindeki BİRÇOK DEVLET BAŞKANI gibi
dukak
Yerleşim : Türkiye | Meslek : Öğrenci Sayfanın Üstü ^

relax
Yazar


Toplam 11 yazı

06/01/2005 : 01:26:06 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Alıntı
II.Abdulhamit, babiali darbesinin kuklalastirigi bir oyuncak, Darbeyi yapip Abdulhamidi kontroluna geciren enver pasa. Enver Pasa,30.000 altina osmanliyi(Almanlarla 1.Dünya Harbinde mütefiklik icin) almanlara satan bir ispiyon.çanakkale savasini çikartan (kimse gelip kendiliginden saldirmadi sebepsizce çanakkaleye), Rus gemilerine ve rus limanlarina saldiran ve ruslari,bize saldirmak için kiskirtanda yine enver pasadir.çanakkalede ve sarikamista verilen sehitlerin bas sorumlusu da bu enver pasadir. sezarin hakki sezara.....
Yerleşim : Türkiye / Samsun,Bursa | Meslek : Bilgisayar-Bilişim Sayfanın Üstü ^

sadem44
Yazar


Toplam 1 yazı

30/01/2005 : 10:05:37 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Yazara email gönder Email Alıntı
bu vatanın nasıl kazanıldığını
ben anlamayabilirm ben herhangi bir insanım
simitçi olabilirim
temizlikçi olabilirm vesaire
iki olay aklıma geldi
1 geçen haftalarda genel kurmay başkanlığına ölen pkk lıların anneleri gitti
brifing salonunda ağırlandılar
barış marış veaire derken cd kitapçık vb dökümanları verdiler
hafızam beni yanıltmıyorsa eğer şehit anneleri yıllar önce kapıdan içeri alınmamaıştı bırakın brifing salonunu kapıdan içeri alınmadılar
sizlerden hatırlayan varmı şehit annelerinin genelkurmaya yada askeri bir tesise ziyaretini
2 ismi rüşvete ve adam kayırmaya karışmış bir paşa hakkındaki iddiaları yanıtlarken " ben bu memleket için savaştım pkk ile" diyordu
yani pkk terör örgütüne karşı savaşan mehmetçiğin başında rütbeli olmak ona bu lüksü veriyordu.
alırdı satardı istediğini yapardı
işte bu tehlikeli olanı
sokaktaki insanın vatanı sevmesi yada sevmemesi onu ilgilendir. kişisel bir sorundur
ama eğitimi hukuku güvenliği ve yönetimi emanet ettiğimiz insanların düşünceleri ve tarihe olan ilgileri tüm toplumu ilgilendirir.
ve ne yazıkkı bu konuda çok ciddi problemlerimiz var.
Yerleşim : Türkiye / İstanbul Sayfanın Üstü ^

Kenan Kablan
Editör


Toplam 942 yazı

30/01/2005 : 13:07:24 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Alıntı
Yeri geldiği için söylüyorum. Hani bizde pkk lıların anneleri genel kurmaya kabul edilmişler ya, mim in sürekli bahsettiği bir afrika ülkesi var. muz cumhuriyeti mi, tanzanya mı ne... İşte o ülkenin deniz kuvvetlerinde başarılı ve özveri ile çalışan bir askerin orduevindeki nikah törenine annesi ve kızkardeşi girememişti bir zamanlar. ülkenin silahlı deniz kuvvetlerinin şerefli bir üyesi olan oğlunun düğününe başı örtülü olduğu için alınmamıştı. Şimdi bakıyorum da biz o ülkeden ne kadar ileriyiz değil mi ya hu!

Yine bir zamanlar o ülkede yaşanan çok daha komik bir olay var. İçimden hikaye etmek geldi. dinlerseniz anlatayım:

Muz cumhuriyetinin gemi bakım ve onarımlarının yapıldığı birliklerden birine askeriye tarafından sipariş edilen malzemeleri teslim etmesi için tutulan kamyonetli nakliyecinin oldukça uzun bir sakalı vardı. tam kapıda durduruldu:

-yok kardeşim bu sakalla içeri giremezsin.
-kardeşim ben nakliyeciyim. içerde kalacak değilim, malzemeyi bırakıp çıkıcam.
-ben anlamam kesin emir var, sakallı birinin içeri girmesi yasak.
-ee peki ne olacak şimdi
kapıdaki nöbetçi arabada sakallı nakliyecinin yanında oturan 13-14 yaşlarındaki çocuğu işaret ederek:
- bak o girebilir, onun sakalı yok.
nakliyeci şaşkın, o da yanında oturan oğluna dönüp bakar:
-iyi ama o doğru düzgün kullanmayı bilmiyor ki arabayı. zaten henüz ehliyeti de yok.

konuşmaların bu şekilde uzayıp gideceğini ve çözümsüz olduğunu anlayan sakallı nakliyeci istemese de arabayı çocuğa teslim etmek zorunda kalır. sakallının endişeli bakışları ve çocuğun kontrolünde araba bir iki silkelenip kapıdan içeri girer.

Fakat ne yazıkki çok geçmeden çocuk alı alına moru moruna karışmış, koşarak nefes nefese kapıya gelir. Çok korkmuştur. arabayı manevra yapmak isterken ciddi biçimde çarpmış, korkuyla olduğu yerde bırakıp babasına koşmuştur. durumu öğrenen adam tekrar içeri girmek ister. fakat aynı sakal gerekçesiyle yine içeri alınmaz. arabayı onların getirmesini ister. bu da kabul edilmez. nöbetçiye komutanları ile görüşmek istediğini söyler adam. heyhat! aldığı cevap manidardır:

-bu bir karış sakalla görüşemezsin!

O yıllarda o ülkede mobil telefonlar da şimdiki kadar yaygın değil. askeriye yerleşimden uzak olduğu için etrafta ankesörlü telefon değil 1 km yakında ev bile yok. imkan olsa adamcağız sakalsız bir tamirci çağırır sorunu çözerdi.

adam emekli olduktan sonra inancı gereği sakal bırakmış 10 yıldır da bu sakal ile yaşamaktaymış. şimdi; ya sakalını kesecek insan yerine konacak ya da sakalıyla birlikte bir zamanlar siyahların hiç bir yere sokulmadıkları gibi 2.sınıf muamelesi görecek. Eh belki 2.sınıf olmayı bir şekilde idare eder ama yıllardır biriktirdiği paralar ile emekli ikramiyesinin büyük bir kısmını birleştirerek aldığı kamyonetinden (ki başka şehirlerde üniversitede okuyan iki oğlunun masrafları için) ve işinden nasıl vaz geçecek...

Bu ikilem içinde ve kapıdaki nöbetçinin gitgide sertleşen tutumu ile geçen yaklaşık yarım saatlik bir tartışmanın sonunda kapıdan askeri bir ikmal aracı çıkar. adamın aklına bu araçla gidip en yakın yerden bir tamirci veya gerekirse bir kurtarıcı bulup getirmek gelir. bu nöbetçinin de aklına yatar. fakat bu sefer de ikmal aracacının sürücüsü bunu kabul etmez. Zaten onu arabaya almasının yasak olduğunu üstelik sakallı olduğu için bunun daha büyük bir sorun olacağını söyler, çeker gider.

adamın haline acımaya başlayan nöbetçi içeriye telefon ederek kaza yapan kamyonet için tamirci çağrırmalarını ister. baştan belki uğraşmak istememiştir belki de sonradan aklına gelmiştir bilinmez.

bir süre sonra sakalsız bir tamirci gelir, askeriyeden içeri girer 5 dakika geçmeden kaza yapan kamyonetle birlikte geri döner.

arabada ciddi bir hasar yoktur. bir kaç çekiç darbesiyle düzeltilir. fakat sakallı adamın içinde yıkılan güven duygusu ve ezilen tarifsiz bir başka şeylerin tamiri mümkün mü?

Neyse orası muz cumhuriyeti... bakın bizde öylemi? terörist anneleri içeriye alınıyor, genelkurmayda bir süre misafir edildikten sonra taleplerinin kayıtlı olduğu cd yi teslim edebiliyorlar. İşte çağdaşlık, işte şeffaflık, işte demokrasi!

Umarım bu tatil gününde başınızı ağrıtmamışımdır. herkese sevgiler.
KKedi-tor
Yerleşim : Çin / Guang Zhou | Meslek : İthalat / İhracat Sayfanın Üstü ^

true friend
Yazar


Toplam 28 yazı

30/01/2005 : 14:34:45 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Yazara email gönder Email Alıntı
selamlar herkese önce bu vatan zorluklarla kazanıldı ama bunu kıymetini şuandaki nesil anlamamktadır bu vatn için zahmetlere katılanların kemikleri agrıyor
bizim halkımız bu onur ve seref haysiyeti taşıyamdı vatndaş ilk ilk önce vatn millet sevgisi aşılanacak ancak şuandaki durumdan böyle kurtulur bence
insanlar haysiyesiz olmuş bunun için hep beraber çözüm yolları üretmeliyiz burada açıkça taşarak bir çözüm yoluna varmalıyız hepbraber#

mozsarac
Deneyimli Yazar


Toplam 373 yazı

18/05/2006 : 12:36:18 Yazarın bilgilerini göster Bilgilerim Yazara email gönder Email Yazarın websitesini ziyaret et Website Bu yazıdan alıntı yaparak yorum yaz Alıntı
Belirli bir kitleyi hedefleyin. Google AdWords ile reklam verin.


Ondokuz
İnsanoğlu ile sayılar zaman zaman eşleşirler. Bu birbirleriyle özdeşleşen durum hem ilginç hem de tuhaf olabilmektedir. "Hadi canım, daha neler !" dediğimiz sahneler yaşanabilir. "Pes doğrusu, bu kadar da olmaz !" dediğimiz kaç tane tuhaf özdeşleşmeye rastlamışızdır acaba ? Bir tanesi beni, bu anlamlı günlerde beni yeterince etkilemiştir. Sizlerle şiirimsi bir biçimde paylaşmak istedim.

Doğduğunda; ondokuzuncu yüzyılın bitmesine ondokuz yıl kalmış,
Ondokuzuncu yaşına girdiğinde Harp Akademileri onu bağrına almış,
317-8 no'lu sicilini toplayınca yine ondokuz çıktığında bakakalmış,
Bağımsızlık düşünceleri belli ki ondokuzunda filizlenmiş hatta kök salmış,
Bu nedenle; 1904 Aralık'ının ondokuzunda Yıldız Sarayı'ndan çağrı almış,
Çanakkale'de kurduğu ondokuzuncu Fırka'nın ( Tümen ) başında yeralmış,
1915 Mayıs'ının ondokuzunda Albay rütbesi Çanakkale'den nam almış

Tüm bir yaşamı "19" sayısına kilitlenmiş adeta, şaka denilse, değil ..! Devam ediyor...

Bandırma Gemisi ondokuz yolcusuyla Kız Kulesi açıklarından yolalmış,
Mayıs'ın ondokuzunda Samsun'da ondokuz yolcusuyla boşalmış,
Bindokuzyüzondokuz; onun hayatından iki ondokuz yaşını çalmış,
Kasım'ın ondokuzunda Milli Mücadele karara bağlanıp ateş almış,
1920 Mart'ının ondokuzundaki kararla da Osmanlı Devleti tarihe dalmış,
1921 Eylül'ünün ondokuzunda Gazi ünvanıyla birlikte o bir Mareşal'mış,
"Mustafa Kemal Atatürk" adının toplamı ondokuz olunca belki de daralmış

Ondokuzuncu yüzyıla en az bindokuzyüzondokuz kez damgasını vurmuş bu tuhaf eşleşme. Hem de kime ? En büyük Türk'e, varlık nedenimize...

Büyük Nutuk'un sonunda Türk Gençliği'ne Hitabesi ondokuz cümleye mahalmış,
Cenazesi Kasım'ın ondokuzunda Yavuz zırhlısıyla Dolmabahçe'den demir almış,
Ne ondokuz harfden oluşan "İstikbal göklerdedir" deyişi havada kalan bir falmış,
Ne de; "Ne mutlu Türküm diyene" şahaseri ondokuz harfli bir balmış,
Ne geçen ondokuzun katları yıllarda içimizdeki sevgisi zerre kadar ufalmış,
Ne de fikirleri dünyanın bindokuzyüzondokuz düvelinde azalmış,
Tam tersine o; Türkiye'nin kurucusu ve tutunulacak en büyük dalmış...

Şimdi iyice koklamalı etrafı, iyice sindirmeli insan içine kurduğu Türkiye'sine sinsi sinsi kurulan tezgahları. En az ONDOKUZ kez sorgulanmalı "Hadi canım daha neler !" filan demeden, boşvermeden..! BİR değil BİNDOKUZYÜZONDOKUZ kez okunmalı belki de en baştan Nutuk.

Sanma ki; Cumhuriyet düşmanlarınca söylendiği gibi o bir deccal imiş,
Sanma ki; "Yurtta sulh cihanda barış" sözleri sadece bir hayal imiş,
Sanma ki; yaptıkları bugün söylenenler gibi içi boş kuru birer masal imiş,
Bence o ve silah arkadaşları, sevdalısı oldukları bu güzelim ülkeye,
Ben diyeyim ONDOKUZ kez, siz söyleyin BİNDOKUZYÜZONDOKUZ kez,
Analarının ak sütü gibi helal imiş...

cihansumul
Yazar


Toplam 57 yazı

11/11/2004 : 10:22:26 Yazarın bilgilerini göster Bilgilerim Yazara email gönder Email Bu yazıdan alıntı yaparak yorum yaz Alıntı
Belirli bir kitleyi hedefleyin. Google AdWords ile reklam verin.


ÇANAKKALE KAHRAMANLARI

43-ncü Alay 1-nci P. Tb. 1-nci Bölük
1917 YILI YEMEK LİSTESİ

GÜN SABAH ÖĞLE AKŞAM EKMEK

15 HAZİRAN : ÜZÜM HOŞAFI YOK YAĞLI BUĞDAY ÇORBASI TAM

26 HAZİRAN : YOK YOK ÜZÜM HOŞAFI TAM
18 TEMMUZ : ÜZÜM HOŞAFI YOK YOK YARIM

8 AĞUSTOS : YARIM EKMEK YOK ŞEKERSİZ ÜZÜM HOŞAFI -


NOT: 21 TEMMUZ 1917'DEN İTİBAREN BAŞLAYARAK ORDU EMRİYLE EKMEK İSTİHKAKI 500 GRAMA İNDİRİLMİŞTİR. ÇÜNKÜ UN VE EKMEK KALMAMIŞTIR.

BU VATANIN NASIL KAZANILDIĞINI BİLMEYENLERE, ANLAMAYANLARA YA DA ANLAMAK İSTEMEYENLERE LÜTFEN ANLATINIZ YUKARIDAKİ YEMEK LİSTESİ HİÇBİR SÖZE GEREK BIRAKMIYOR.
Yerleşim : Türkiye / İstanbul | Meslek : Bilgisayar-Bilişim
Konu hakkında yapılan yorumlar (Sayfa : 1 / 1)

kadiru61
Yazar


Toplam 7 yazı

11/11/2004 : 12:10:10 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Yazara email gönder Email Alıntı


sizin çanakkale hakındaki düşüncelerinize çokkk katlıyorum ama bunu sonunu yeni egitemi balamak zorundayız çünkü bu günü geçlerini yetişim tarzları çok farklı egitimize dışardan çok karışanlar var tarihimizi bile yabancı ülkelerden ögreniyoruz neden kndi tarihimizi kendimiz araştırmıyoruz vede bu misyonerlik faliyetlerine karşı geçlerimizi bilgilendirmeliyiz geçlerimizin durumlrı şuanda başka ülkenin geçlerine göre iyi durumda ama elersi hakında kesin birşeyler söylemek çok zor tek kelime ile özetlemek istersek GEÇMİŞİNİ BİLEMEYEN GELECEGİNİ BİLEMEZ BİZİM İSE ÇOK ŞEREFLİ GURUDUYACAGİMİZ BİR GEÇMİŞE SAHİBİZ BUNU UNUTMAYALIM LÜTFEN SAYGI VE SEVGİLER.

Yerleşim : Türkiye / kocaeli | Meslek : Öğrenci Sayfanın Üstü ^

cihansumul
Yazar


Toplam 57 yazı

12/11/2004 : 10:40:35 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Yazara email gönder Email Alıntı
Sitenize trafiği arttırın. Google AdWords ile reklam verin.
Sayın mim bu ülkedeki bütün kipları okuduğunu söyleyen siz değilmiydiniz. Pekala çanakkale savaşı hakkında okuduklarınızı neden yazmıyorsunuz.
Eğer sorduğunuz soruların cevabını gerçekten bilmiyorsanız araştırınız eğer araştırıpta bulamazsanız be size tüm samimiyetim ve iyi niyetimle yardımcı olacağım.

Şunu hemen şurada belşrteyim kendimi yazmak zorunda hissettiğimden dolayı yazıyorum yoksa...

Şu VATAN konusunda yazdıklarınızı düzeltmediğiniz sürece sizinle birdaha yazışmayacağım bunun da bir tepki olduğunu anlarsınız herhalde...

sağlıcakla...
Yerleşim : Türkiye / İstanbul | Meslek : Bilgisayar-Bilişim Sayfanın Üstü ^

melih15
Deneyimli Yazar


Toplam 370 yazı

12/11/2004 : 11:48:04 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Yazara email gönder Email Alıntı
Bence de mim birkaç çarpık doğrudan farklı bir sonuca gitmeye çalışıyor.
Bahsetiği konular ve çarpıtılarak dile getimek istediği hususlardan bir yere varmak çok zor. Çanakkalede ordumuzun başında olan Alman paşasından ya da yüzbinlerce yetişmiş(osmanlının en iyi yetişmiş teknik personeli dahil), imanlı insan gücümüzün yok olmasından bir yere varılacağını sanmıyorum.
Bence de konuları başıyla, sonuyla ve doğrusuyla, gerçek kaynağıyla öğrenip doğru sonuçlara varmak faydalı olacak.
Saygılar.
Yerleşim : Türkiye / Ankara | Meslek : Danışmanlık Sayfanın Üstü ^

Kenan Kablan
Editör


Toplam 942 yazı

12/11/2004 : 12:32:05 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Alıntı


Çanakkale Savaşı 1914'te oldu,
Cumhuriyet 1923'te kabul edildi.

Yani Atatürk, Çanakkale Savaşı'nda Cumhurbaşkanı değildi.

İlkokul seviyesinde bilgiler aktarmaya başladık forum sütunlarında.

Dostlar siz yine de sevmeye devam bu ortamı.

Belki bir miktar bilgi edinip bu yazılardan, ilkokul diploması almayı hak edersiniz!
KKedi-tor
Yerleşim : Çin / Guang Zhou | Meslek : İthalat / İhracat Sayfanın Üstü ^

hascence
Editör


Toplam 1094 yazı

12/11/2004 : 13:01:44 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Yazara email gönder Email Yazarın websitesine git Website Alıntı
Savaşta ki askerlerin hepsi 10 yaşından büyüktü herhalde. Cumhurbaşkanı değildi o zaman ordunun başındaydı. Şehit sayımız da şehit olanlar da çok ama bunları tartışmak gerekdiğine inanmıyorum. Önemli olan Türkiye Cumhuriyeti'nin şu an olduğu pozizyondur. İçden ve dıştan parçalamak isteyenlere karşı neler yapılması gerekdiğidir. Kıbrıs meselesidir. Ülkemize şu anda yapılanlar konusunda insanların bilinçlenmeye ihtiyacı var.
http://hascenedair.sitemynet.com
Yerleşim : Kuzey Kıbrıs TC / Güzelyurt | Meslek : Bankacılık-Finans Sayfanın Üstü ^

cihansumul
Yazar


Toplam 57 yazı

13/11/2004 : 10:24:57 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Yazara email gönder Email Alıntı
Arkadaşlar aşağıdaki yazıyı okumak bilgilerimizi pekiştirir aynı zamanda eksik yanlarını tamalar diye düşünüyorum...

Tarih nedir ?

Tarih milletlerin hafızasıdır.Hafızasını kaybeden millet, hafızasını kaybetmiş insan gibi olur... Mazi devamlı dirilebilir endişesiyle Avrupa ve Avrupa’nın uzantıları devamlı Osmanlı’yı kötüleyerek bizi hafızasız bırakmanın peşindedirler...



Beyan: Osmanlı tarihi ile ilgili araştırmalar yaptığınız bu çerçevede kaleme aldığınız, bir çoklarının elinden düşürmediği "Çanakkale Mahşeri" adlı eserinizden biraz bahsedermisiniz?

M. Niyazi: Şimdi ben şunu söyliyeyim, benim tarih anlayışım, tarihi aynen aksettirmektir. Bunun ilmi kitaptan farkı; ilmi kitaplar kuru olurlar 7. tabur şurdan geldi, 5. tabur şuraya gitti. Halbuki orda bir hava teşekkül etmeli, yetişen nesiller o havadan alabileceğini şahsiyetlerine katmalıdırlar. Şimdi "Çanakkale Mahşeri" romanına dikkat ederseniz: Roman ilk, mermi düşmesiyle başlıyor ve savaşın bütün cephelerinde devamını anlatmaya çalışıyor ve savaşla beraber sona eriyor. Şimdi, Dünya da ki bütün savaş romanlarının; adları savaş romanıdır, fakat savaşla ilgili kısımları çok azdır. Benim savaş romanındaki telakkim olduğu gibi savaşı hissettirmektir.



Beyan: Eserin bir çok yerinde gerçek kahramanlarla karşılaşıyoruz. Örneğin Şehit olan Ali gibi;bunların kaynaklarına nasıl ulaştınız?

M. Niyazi: O adam Elazığ'ın Palu ilçesinin bir köyünde Hüseyin’dir, babası Ali, şehit olan Ali.Hüseyin 1970-1980’lere kadar Hariciye Bakanlığı’nda çalışan bir şahıs. Hüseyin’i çok tanıyan var, dinleyen var. Onun için benim orada ki tesbitlerimin hepsinin mutlaka bir kaynağı vardır. Mesela orada Oğuz amca var, Er-zincan’ın Kemah ilçesinin Oğuz köyündendir. Konya’lı Üstteğmen Muallim Naci hatıratında buna dair şeyler bulabilirsiniz.

Çok değişik hatıratlarda alınan yazılar vardır. Çanakkale’de 600'e yakın Alman subayı bulunmuştur. Bu subaylar kendi hatıratlarını yazarken üç beş kelime ile bir adamdan bahsederler, bir Türk'ün cengaverliğinden, fedakarlığından, uğradığı mağduriyetten, işte bunları bir bir topladım ve bir kombinoze yapmaya çalıştım.



Beyan: Çanakkale savaşı Osmanlı tarihinin neresindedir. Milli mücadeleye etkisi nasıl olmuştur?

M. Niyazi: Şimdi eğer, Çanakkale savaşı olmasaydı, bizim kurtuluş savaşı yapmamız mümkün değildi. Çünkü Çanakkale’de düşmanı durduramasaydık 1915'in Mart'ında İstanbul elden çıkardı. Savaşın başladığı gün olan 29 Mayıs 1914'de Avrupalı’lar güç olarak çok üstün ve diriydiler. İstedikleri gibi Viladiv Rostov anlaşmasındaki gibi bizi yenebilirlerdi, paramparça ederlerdi. Fakat Çanakkale’yi geçemedi ler, 1918’de İstanbul'a gelen müttefikler, mütarekeden sonra 1915’de Çanakkale’ye hücum eden müttefikler değildirler. Çanakkale’ de ki müttefiklerin cenazesi İstanbul'a geldi. Onun için biz Milli mücadele yıllarında hiçbir İngiliz’le, Fransız’la doğru dürüst nizami ordumuzla savaş yapmadık. Kahramanmaraş'ta şurda burda halkla çatışmalar olmuştur fakat nizami ordumuz bunlarla harp etmedi. Nizami ordumuz yalnız Yunanistan’la harp etti.

Eğer Çanakkale harbi olmasaydı Türkiye esarete düşşeydi biz ne yapacaktık, bu sefer İngilizler, Fransızlar, gibi dünyanın devleri ile boğuşacaktık. Bu da işimizi çok çok zorlaştıracaktı. Belki de imkansızlaştıracaktı, onun için Milli mücadeledeki başarımızın temelinde Çanakkale savaşı yatmaktadır.



Beyan: Kurtuluş savaşında, nizami ordumuz ile sadece Yunanistan’la savaştığımızı söylüyorsunuz. Topraklarımızı işgal eden milletler Yunanistan’la sınırlı değildi. Fransızlar, İngilizler, İtalyanlar ve Ruslar da işgal kuvvetlerindendi. Bunlar bizimle savaşmadan niçin çekildiler ?

M. Niyazi: Müttefik kuvvetlerin 1915’deki güçleri hem fazla hem de tazeydi.1918’de onların gücü kuvveti kalmamıştı, onların İstanbul'a canlı cenazeleri geldi. Ufak bir karşı koyma, onların cevap verme takadı olmadığı için çekilmek mecburiyetinde kaldılar. Yani İstanbul'da duracak durumları kalmadı. Ayrıca İngiltere’de, Londra'da, Paris'de savaş istemi-yoruz diye, büyük nümayişler yapıldı. Açlık, kıtlık Avrupa’yı kasıp kavurmaya başladı. Avrupa, ülkemiz gibi değildir, ülkemizde dört mevsim bir arada yaşanmaktadır. O zamanlar Avrupa’da yiyecek içecek bulmak zorlaşmıştı.

Bu durumda 1915’de müttefik kuvvetlerin güç ve kuvvetleri bir hayli iyi idi. Bu güçlü düşmana karşı Çanakkale’de verdiğimiz başarılı mücadele, Müttefik kuvvetlerin gücünü zayıflatmakla kalmadı, tamamen bitirdi. 1918'in 30 Ekim'inde, müttefik kuvvetler bu bitmiş vaziyetlerinde geldiler. Biz yenilmiştik amma onlarda tarumar olmuştu. Ufak bir karşı koyma, onları yok edebilirdi, onlarda bunu biliyorlardı.

Hatta Lozan'da bile Lord Çörçil 'in kesin tavrı var, ne yapın yapın Türkler’le barış yapın. İtalya, Fransa, Rusya gelemedi. Komunizm ihtilali, Çanakkale geçilemeyince Rus Çarı’nın boğazına çengel halkası gibi takıldı. Rusya saf dışı kaldı.



Beyan: Yunanistan’ın dışındaki müttefiklerle doğru dürüst savaşmadan geri çekildiklerini söylüyorsunuz. O halde bunca kurtuluş gününü niçin kutluyoruz?

M. Niyazi: Bana sorarsanız bir yerin kurtulması, bir yerin ele geçmesi, bunları artık yavaş yavaş rafdan kaldırmak lazım. Bu kutlamalarla bu topraklara misafir gibi geldiğimiz zannediliyor. Halbuki, bu topraklar çok asırlardan beri, hatta Bizans zamanından önce de buraların Türk olduğu, bütün dünya tarafından biliniyor.

Biz bugün kü insanımıza moral vermek için böyle kurtuluş günleri yaparız, sevdiklerimizi övüyoruz, sevmediklerimizi lüzumsuz zem-mediyoruz, böyle tatmin oluyoruz.



Beyan: Üzerinde çalıştığınız, yaptığınız yeni bir eser var mı?

M. Niyazi: Kısmet olursa şimdi, medeniyetle alakalı bir çalışmam var, bunları ben şeref kabul ediyorum. Medeniyet Millet ve Milliyetçilik diye bir kitabım çıkacak. Esas Çanakkale’den Kudüs'ün güneyine gittiler. İşte Yemen'in Kudüs'ün yani o Arap çöllerini anlatan savaşı, Çanakkale’nin peşinden yazacağım. Allah (Celle Celalühü) sağlık verirse daha sonra da Milli Mücadeleyi yazacağım.



Beyan: Tarihi eserleri yazarken hangi kaynaklardan faydalanıyorsunuz. Bizim arşivlerimizden faydalanabiliyor musunuz ?

M. Niyazi: Resmi tarih perspektifinden değil, gerçeklerin perspektifinden yazacağım. Zaten Milletler tarihi ikiye ayrılır;

1. Tarih yapan milletler,

2. Tarihe konu olan milletler,

Biz 1774 Kartal meydan muharebesiyle süper güç olma hüviyetimizi kaybettik. Bizim tarihimizi yazmak isteyen, 1774’den sonra Londra, Moskova , Paris arşivlerinden faydalanarak bizim tarihimizi yazıyor. Bu arşivler açıktır, bazı zik zaklara mani olmak için, bir iki husus hariç onların dışındaki konularda açıktır. Tarihimizi oralardan yazabiliriz.

Elbette arşivlerimizden faydalanıyorum. Ben bizim arşivimizde can alıcı hususların belirtildiğini zannetmiyorum. 1774’den sonrası için söylüyorum. Çünkü 1774’den önceki durumda biz güçlüydük. O zamanlar, Moskova’dan, Bulgaristan’dan ve değişik yerlerden tarih yazmak isteyen İstanbul'a gelirdi...Çünkü o zaman süper güç bizdik, yani tarih yapan millettik.



Beyan: Başta da bahsettik Ülkemiz’de Osmanlı’ya karşı bir sevimsizlik var. Osmanlı’yı kabullenemeyen bir kesim olmasına rağmen, Osmanlı’nın kurduğu ve günümüzde varlıkları devam eden onlarca kuruluş var. Mesela Polis teşkilatı gibi, yıl dönümlerini kutlarız. Burda bir çelişki yok mu?

M. Niyazi: Çok daha eskiye gidelim, mesela kara kuvvetlerinin kurulmasının 2200. senesi kutlanıyor. Artur Şoroton diye bir İngiliz vardır. O’nun Mimar Sinan biyografisi vardır, orada diyor ki; Osmanlı tarihi yazan bütün Avrupalılar Türk düşmanıdır. Maksat şudur; Osmanlı tarihini Türk düşmanlarının yazmasının sebebi. Osmanlı’yı sevimsiz hale getirmek, bizi tarihimizden koparmak içindir.

Tarih nedir? Tarih Milletlerin hafızasıdır. Hafızasını kaybeden Millet, hafızasını kaybetmiş insan gibi olur. Bir insan düşünün ki, hafızasını kaybetmiştir. O’nun başına gelebilecek felaketleri tasavvur edebilirmisiniz. Hafızasını kaybeden milletler de o şekildedir. Cengiz Aytmatov'un Mankut diye bir romanı vardır. Mankut , Mankut Çinliler esir aldıkları Türklerin başına bir yaş deri geçirirler, bu yaş deri kurudukça beyni sıkar, öyle bir noktaya gelir ki, beyin hafızayı kaybeder. Hafızasını kaybettimi o insan gözünü, Çinli efendisinin dizinin dibinde açtığını zanneder ve çok ideal bir köle olur.

İşte Avrupa, Avrupa'nın içimizde ki, uzantıları, bizi hafızamızdan mahrum edip ideal bir şekilde Avrupa’ya köle yapmanın peşindeler. Mesele budur, bu bir Milli kavgadır. Halbuki Osmanlı bizim tarihimizdir, ecdadımızdır. Cumhuriyet onun karşıtı değil onun devamıdır. Biz 1922’de Dünya şartlarına nizam vermiyorduk, bizim o zaman ki nüfusumuz 10 milyon civarındaydı, eli silah tutan insanımız 100 -150 bin civarında kalmıştı. Millet fakru zaruret içinde idi. Bu şartlarda Dünyaya nizam vermeye kalkmak donkişotluk olurdu. Mümkün değildir, ama Dünyanın nizamı içerisinde 1922’lerde yerimizi almaya çalıştık, bu çok akıllı bir hadisedir. Ama, mazi devamlı dirilebilir endişesiyle Avrupa ve Avrupa’nın uzantıları devamlı Osmanlı’yı kötülüyerek bizi hafızasız birakmanın peşindedirler.



Beyan: Bu ana kadar ki sohbetimizden şu sonucu çıkardım: Bize tarihimiz objektif bir şekilde anlatılmadı. Tarih konusunda bizlere yanlış bigiler verildiğini kabul ediyormusunuz ?

M. Niyazi: Bizim tarihimizde çok enteresan eller dolaşmaktadır. Şimdi, bizler son Nisan yağmurlarıyla yer yüzüne gelmiş bir millet değiliz. Mesela bir örnek vereyim:

Liselerimizde Emin Oktay tarihi okutulmaktadır. Emin Oktay’ın tarihine baktığınız zaman İstanbul'un fethinde Macar Urban'ın döktüğü topların kullanıldığını görmekteyiz.Eğer Macar Urban o topları dökmeseydi, bizim İstanbul'u feth etmemiz hayal olurdu, böyle bir imaj meydana getirilmektedir.

Halbuki gerçeğe baktığımız zaman, Osmanlı’da top döken en ileri seviyede 532 büyük top döküm ustası vardır... Macar Urban işşiz kalmış, Osmanlı’ya baş vurmuş, Osmanlı’da 532 top ustasının yanında bu kişiye görev vermiş, sıradan bir top ustasıdır. İşin garip tarafı Macar Urban dökmüş olduğu kendi topunun ilk patlamasında, top paramparça olmuş ve Macar Urban döktüğü topun başında ölmüştür.

İşte bu gerçeğe rağmen, liselerde anlatılan tarihimiz de; Macar Urban'ın döktüğü topla İstanbul'u feth ettiğimiz söylenir. Çünkü burda işlenmek istenen Türk milleti, mermer kafalıdır, sanayiden, toptan bihaberdir. Onun için bizim mesafe almamız için, bir Avrupa milletinin himayesine girmemiz gerekir, bu imaj sinsice verilmektedir.



Beyan: Türk tarihinin doğrusunu nerden ve nasıl öğreneceğiz, Bu konuda bilgi verir misiniz?

M. Niyazi: Türk tarihi diye birşey yok.Tarih yazmak o kadar kolay değil. Şimdi bugün kü tarihimizin temel istinatgahı, Hammer'in tarihidir. Hammer Osmanlı tarihini 1774'e kadar yazmıştır.

1774’den, 1826’ye kadar Ahmet Cevdet Paşa yazmıştır. Dikkat edin bütün yazılan tarihler, 1822‘ye kadar Hammer artı Cevdet Paşa’nın tarihine biraz uzaktan devam eder. 1826’dan sonra olaylar çok tırmanır. Günlük hayata kağıt ve matbuat girmiştir.

Kağıt ve matbuatla birlikte vesikalar bozulur ve şak diye tarihler biter. Çünkü bir Hammer daha yazmamıştır. Onun için bizim tarihimizdeki bütün problemler Hammer’den kaynaklanır. Şimdi Hammer'in kim olduğuna bir bakalım. Hammer köyü bir Avusturyalı, koyu bir katolik, aşırı bir Germen’dir. Ayrıca Hammer, 1526 senesinde Kanuni Sultan Süleyman Viyana’yı kuşattığı zaman, Viyana’yı Kanuni’ye karşı koruyan Albay Purustalin torununun, torunudur. Hammer, bir defa kafadan Türk düşmanıdır, o kin tohumlarını ekecektir. Türk tarihini sevimsiz hale getirmek isteyecektir.

Tarih iki türlü yazılır, bir yazılmış eserlerden istifade ederek kopya çekerek. İkincisi de kaynaklara inerek yazılır, bizde kaynaklara inmek bir babayiğit işidir. Abdülhamit Han zamanında el değmemiş bir milyon kaynak vardı. Bir milyon zor iştir, bizde zora talip olan kimse yoktur. Benim ömrüm kütüphanelerde geçti, kütüphanelere aklı başında kimseler gelmez. Ya talebe gelir ya da ziyaretçi, birde meczuplar soğuktan sığınmak için gelir. Bu işler, ter ister, onur ister, tarih yazmak o kadar kolay değildir.



Beyan: Tarihi biliyoruz amma, yanlış biliyoruz, bu bilmek bilmemekten daha kötü değil midir ? Gerçek tarihi öğrenme şansımız var mı?

M. Niyazi: Daha kötüdür. Yanlış tarih daha kötüdür. Ben pek ümitli değilim, tarihle uğraşanların ne kadar beleşci olduklarının farkındayım, onun için ben fazla ümitli değilim. Ama Cenab-ı Allah (Celle Celalühü)’ dan da ümit kesmemek lazım.

Şartlara baktığımız zaman, ben geleceğimizi son derece karamsar gören bir insanım. Fakat ben 1960 senesinden beri üniversitenin çevresinde bulunan bir insanım, o günden bu güne talebelerin öğretim üyelerinin ne kadar değiştiğinin şahidiyim. Bu değişimde çok müsbet yönler var. Bu sevindirici bir hadisedir. Ayrıca İbn-i Haldun Mukaddime kitabında "Su nasıl suya benzerse, bir milletin geçmişi de geleceğine öyle benzer" der, bunun için bizim geleceğimizi akılla idrak etmezsek de çok parlak olduğuna inanıyorum. Bak durup dururken koskoca Rusya çöktü. Her şey aslına rücu eder. Hayatın kanunu budur. Geleceğimize ümitle bakıyoruz.
(www.beyan.com.tr adresinden alıntıdır)

Tarihimizi unutmamamız dileği ile mutlulukla...
Yerleşim : Türkiye / İstanbul | Meslek : Bilgisayar-Bilişim Sayfanın Üstü ^

cihansumul
Yazar


Toplam 57 yazı

13/11/2004 : 10:44:02 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Yazara email gönder Email Alıntı
1. Canakkale savasinda 10 ve 10 yasin üzerinde askerlerde görev yapti mi ?
2. Türkiyenin nüfusu kacti o esnada ?
3. Canakkale savaslarinda, ordumuzun basindaki komutan kimdir ?
Cevap: Canakkale Savaslarinin bas komutani, bilfiil Atatürk idi
4. Kac sehid verdik canakkalede ?
5. Karsimizdaki düsmanlar kac kisi kayip verdiler ?

CEVAPLAR

1- ?

2- Türklerin nüfusu 10 milyon kadardı ( beyan dergisi; Tarihci yazar MEHMET NİYAZi ile tarih ve Çanakkale üzerine)

4- Araştırmalarım sonucunda karşılıklı asker sayıları çok farklı veril mektedir zira doğrusunu araştırıyorum 25 bin düşmana karşı 10 bin türk. Bazı kaynakalar ise karşılıklı asker sayılarını 252 bin düşmana karşı 252 bin 300 tük olarak veriyor araştırmaya devam. Kayıplar asla net olarak bilinmemekle birlikte Türkler 300 bin ölü ve yaralı vermiş. yalnızca İngilizler 213 bin 980 kayıp vermişler. araştırmaya devam.

devam edecek...

Yerleşim : Türkiye / İstanbul | Meslek : Bilgisayar-Bilişim Sayfanın Üstü ^

siyahbeyazoykuler
Usta Yazar


Toplam 551 yazı

13/11/2004 : 10:57:37 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Alıntı
merhabalar...
Sevgili Mim,

Elimden geldiğince sorularından bazılarına aşağıda cevap vermeye çalıştım.Bu kadar detayda ne öğrenmek istediğini merak ettim doğrusu;ama tarih bilincinin oturması açısından bu tarz şeylerin önemli olduğunu düşünmekteyim..evet belki bunlar ayrinti ama hayatimizdaki bircok seyi de bu ufak ayrintilari bilmedigimizden dolayı yitirmiyor muyuz??Tarihini bilmeyen geleceğine sahip çıkamaz diye düşünüyorum...bu arada nüfus ile ilgili bildiğim bir şey var ki o dailk nüfus sayımının 1927 yılında yapıldığı...bu konuda yanlış bir bilgiye de sahip olabilirim...ama 1927 sayımına göre nüfus: 13.648.270 ...yıllık nüfus artış hızı ise o yıl ki sayımlarda tespit edilememiş...sanırım savaş esnasındaki nüfusu yalnızca tahmini rakamlarla bulabiliriz...

5 Nisan 1915 Çanakkale Savaşlarının en kanlı muharebeleri başlamıştır. Sabahın erken saatlerinde İngiliz ,Fransız ve ANZAK kara -deniz birlikleri, Seddülbahir ve Arıburnu'na, 70.000 kişi ile 109 harp gemisi, 308 taşıt gemisi desteğinde çıkarma yaptı. Aynı anda Fransız birlikleri Kumkale'ye yanıltıcı küçük bir çıkarma yaptılarsa da tutunamadılar. Arıburnu'na çıkan ve Conkbayırı'na doğru ilerleyen İngiliz birliklerini, Mustafa Kemal'in komuta ettiği 19. Tümen karşıladı. Mayıs, Haziran, Temmuz ayları boyunca gögüs göğüse kanlı çarpışmalar oldu. 9 Ağustos ve 20 Ağustos'taki büyük saldırı ve geri püskürtülmeden sonra Çanakkale'yi karadan da geçemeyeceklerini anlayan İngiliz ve Fransızlar Kasım 1915'ten itibaren savaşı sona erdirmeye karar verdiler ve 9 Ocak 1916'da son düşman kuvvetleri de çekildi. Savaş boyunca 300.000 kadar İtilaf Devletlerinden, 250.000 kadar Türk askerinden kayıp oldu.

1 Şubat 1915 Mustafa Kemal'in Tekirdağ'da Göreve Başlaması

25 ŞUBAT 1915 - MustafA Kemal'in 19. Tümen Komutanlığı'na atanması.

23 Mart 1915 Alman general Liman Vona Sanders 5. Ordu Komutanlığı'na getirildi. Bu ordunun ihtiyatını oluşturacak 19. Tümen’in komutanlığına ise Kurmay Yarbay Mustafa Kemal getirildi

1 Haziran 1915 Mustafa Kemal’in Albaylığa yükseltilmesi.

27 Eylül 1915 Mustafa Kemal'in, 5.Ordu Komutanı Mareşal Liman von Sanders'e Anafartalar Grubu Komutanlığı'ndan affını isteyen yazısı :"...Geçenlerde Ekselansları Başkomutan, Kuzey, Güney ve Asya Gruplarını ziyaretiyle gereği gibi onurlandırmıştır; ancak Anafartalar Grubu'nun varlığını tanımak istememekle, bizi ziyaretinin onurundan mahrum kılmıştır. ...Ekselansları Başkomutan'ın şahsıma karşı beslediği duygular böylece bilinirken, orduda aynı koşullar altında hizmet vermem benim için imkansızdır. Siz Ekselanslarından beni şu andan itibaren Grup Komutanlığı'ndan istifa etmiş sayma ve şahsımla ilgili daha sonraki işlemleri tayin etme lütfunda bulunmanızı rica etmek onurunu taşımaktayım."

30 Eylül 1915 5.Ordu Komutanı Mareşal Liman von Sanders'in Başkomutan Vekili Enver Paşa'ya Mustafa Kemal'in Anafartalar Grubu Komutanlığı'ndan affını isteyen deilekçe vermiş olduğunu, ancak kabul edilmemesini isteyen yazısı :"...Bu dilekçeyi destekleyemem. Çünkü Mustafa Kemal Bey'i vatanın bu büyük savaşta hizmetlerine muhakkak surette muhtaç olduğu, çok müstesna kabiliyetli, yetkili ve cesur bir subay olarak tanıdım ve takdir ettim. ...Şimdilik ilişikte takdim etmediğim ayrılma dilekçesini, Ekselanslarınızın, güvenini belirtmek suretiyle reddetmek lütfunda bulunmalarını rica ediyorum."


26 Ekim 1915 Mustafa Kemal'in, Başkomutanlık Vekaleti'nce 9.,11.ve 12.Tümenlerin birleşmesinden oluşacak 16.Kolordu komutanlığına atanması ve Kolordu Komutanı yetkisiyle "Anafartalar Grubu'nu yönetmekle görevlendirilmesi

1 Şubat 1916 Atatürk'e Anafartalar Grubu Komutanlığı döneminde gösterdiği üstün başarıları nedeniyle "İkinci Rütbe'den Osmani Nişanı" verilmesi

İstanbul'u Dinliyorum Gözlerim Kapalı...

ışık ve sevgiyle kalın.

Yerleşim : Türkiye | Meslek : Diğer Sayfanın Üstü ^

cihansumul
Yazar


Toplam 57 yazı

13/11/2004 : 11:30:11 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Yazara email gönder Email Alıntı
BAYRAMLAR SEVİNÇ DEMEK, MUTLULUK DEMEK, HÜZÜN DEMEK, DOSTLUKLARI PEKİŞTİRMEK DEMEK, BAYRAMLAR NE DEMEK DEĞİLKİ

BURADAN TÜM DOSTLARIN MÜBAREK RAMAZAN BAYRAMINI KUTLARIM. NİCE BAYRAMLARA...
Yerleşim : Türkiye / İstanbul | Meslek : Bilgisayar-Bilişim Sayfanın Üstü ^

melih15
Deneyimli Yazar


Toplam 370 yazı

13/11/2004 : 15:23:01 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Yazara email gönder Email Alıntı
Sevgili mim,
Öncelikle usül hakkında şunu düzeltmek istiyorum. Burası sanal bir forum herkes bildiğini ve doğru düşündüğünü şeyleri söyler. Bilmediğini öğrenir, bildiğini öğretrir, yanlışlarını ise düzeltir.

Sen önce tüm Balkanları kaybetmemize neden olan 31 Mart vakasını incele kimin kimi kullanması ile koca devleti parça parça ederek kaybettik.
Şimdi durum farklı mı Irak'ta.
ABD ye karşı Allah yolunda mücadele ettiğini söyleyenler kime hizmet etmekteler Türk şöförleri öldürerek. Balkanlardan ve Ortadoğudan her şeyimizle kazınışımızın altında ne yatmaktadır ve kimler kullanıulmaktadır.
Ben birkaç defa Iraka gitmiş birisi olarak orada oynanan oyunları çok net gördüm.
Tarihte, Türkçülüğün kurucuları kimlerdir ve ne amaçla türk olmayanlar bu sevdaya soyunmulardı?
Ya da Ümmetçiliğin, Tarikatçılığın peşinde koşanlar kimin öğretileri ve amaçları için kime hizmet etmektedir şu anda?
Çok uzaklara gitme ve şu andaki yaralarımızın cevaplarını ara derim ben öncelikle.

Ayrıca, kimseyi birkaç yanlış yapılmış doğrudan çıkarak senin gibi düşünmeye zorlayamazsın.

İmzanın altındaki şu notu kaldırmadıça ve Kenan bey de forumlara tam olarak katılmadııkça bende artık yazmama kararı aldım.

"Kenan Kablan´in, hangi nick ile olursa, olsun bu konudaki, yazilarima katilimi; -küfürbazligi nedeni ile- tarafimca istenmemektedir. MiM"
Bu sözler ancak Hitler;e, Musolini'ye, hatta 50 milyonun katili Stalin'e yaraşır.
Kahrolsun FAŞİST dayatmalar...

Sevgili Koniks üyeleri, herkesin bayramını en içten duygularımla kutlar, bayram sonrası daha demokratik bir forum bulacağım ümidiyle hepinize saygılarımı sunarım.
Sağlıcakla kalın.

Yerleşim : Türkiye / Ankara | Meslek : Danışmanlık Sayfanın Üstü ^

siyahbeyazoykuler
Usta Yazar


Toplam 551 yazı

13/11/2004 : 23:11:24 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Alıntı
Sevgili Mim,
70.000 uyarısında bulunmuşsun.sanırım sonuca ulaşmak için ikinci bölümden başlamamdan dolayı yanlış anlaşıldı....zaten başlangıç tarihi olan 5 nisan 1915,çanakkale savaşlarının başlangıcı değildir...burda fransız,ingiliz ve anzakların çıkardığı asker sayısı vardır..elbette bu taihten öncesi de var..

"5 Nisan 1915 Çanakkale Savaşlarının en kanlı muharebeleri başlamıştır. Sabahın erken saatlerinde İngiliz ,Fransız ve ANZAK kara -deniz birlikleri, Seddülbahir ve Arıburnu'na, 70.000 kişi ile 109 harp gemisi, 308 taşıt gemisi desteğinde çıkarma yaptı...."

"...Türk ulusu açısından sosyal alanda da etkileri görülmüştür. Çanakkale deniz ve kara muharebelerinde toplam 211.000 insan zayiatı veren Türk ulusu, bu arada binlerce okumuş ve aydınını da kaybetmişti. Kesin olmayan tahmini rakamlara göre, 100.000’den fazla öğretmen mülkiyeli, tıbbiyeli ve Türk ocaklarında yetişmiş okur-yazar yitirildiği sanılmaktadır. Böylece o günün koşullarında ülkenin beyin takımını oluşturan küçümsenemeyecek bir sayıya ulaşan bu kayıpların, olumsuz etkileri, savaş sırasında olduğu kadar, bu savaşı izleyen Türk İstiklal Savaşı’nda da fazlasıyla hissedilmiştir. Nitekim, 1923’te Cumhuriyetin ilanından sonra, Atatürk’ün başlattığı inkılaplar ve bunların paralelinde girişilen reformların kitlelere yaygınlaştırılıp mal edilmesinde, hayli sıkıntılar çekilmiştir..."

bu bilgileri de artı olarak gönderiyorum

..."Ülkeler
1- Silah altındaki ve Yedek Kuvvetler
Ağustos 1914
2- Silah altına alınan Toplam 1914-18

Rusya
5,971,000(1)
12,000,000(2)

Fransa
4,017,000
8,410,000

İngiltere
975,000
8,905,000

Italya
1,251,000
5,615,000

ABD
200,000
4,355,000

Japonya
800,000
800,000

Romanya
290,000
750,000

Sırbistan
200,000
707,000

Belçika
117,000
267,000

Yunanistan
230,000
230,000

Portekiz
40,000
100,000

Karadağ
50,000
50,000

Toplam
14.141.000
42.189.000

Almanya
4,500,000
11,000,000

Avusturya-Macaristan
3,000,000
7,800,000

Türkiye
210,000
2,850,000

Bulgarisitan
280,000
1,200,000

TOPLAM
7.990.000
22.850.000

.........

Türkiye
2,850,000(TOPLAM ASKER SAYISI)
325,000(ÖLÜ)
400,000(YARALI)
250,000(ESİR VE KAYIP)
975,000(TOPLAM ZAİYAT)
34.2(ZAİYAT YÜZDESİ)..."

devam edeceğim


İstanbul'u Dinliyorum Gözlerim Kapalı...

ışık ve sevgiyle kalın.

Yerleşim : Türkiye | Meslek : Diğer Sayfanın Üstü ^

Kenan Kablan
Editör


Toplam 942 yazı

14/11/2004 : 07:10:08 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Alıntı
Sevgili Melih,

Malum şahsın yazılarına eklediği o manasız imzayı ciddiye almaya gerek yok. Hani daha önce bir söz aktarmıştım: "İt kağnı gölgesinde yürür, kendi gölgesi zennedermiş."
Bu söze bir başkasını daha ekleyeceğim. Fakat eklemeden önce o malum şahsın hakkımda sonu "...istenmemektedir..." diye biten imzasını değiştirmeden önce "...katılımı yasaklanmıştır..." şeklinde yazdığını sonra daha medeni(!) olmak için istenmemektedir haline getirdiğini biliyor muydunuz?

"Cin olmadan adam çarpmaya kalkıyor" derler bizim buralarda.

Bak sen, beni "men" ediyormuş.
Bak sen, beni istemiyormuş.

Yazılara katılım göstermiyor olmamın sebebi bu konunun üstünde belirttiğim gibidir. Çanakkale Savaşı gibi tarihimizin en vahim ve en müthiş olayı hakkında zerre bilgisi olmayıp vatan millet sakarya nutukları atan (Çanakkale savaşı sırasında Atatürk'ü Cumhurbaşkanı sanacak kadar fransız!) bir şahsın yazılarına kırmızı mühürlü davetiye gönderseler yine katılmak istemem.

Deniz'in dediği gibi, artık ben de belli kişilerin yazılarını okuyorum hiç bir fikir ve bilgi içermeden diğer yazıların tekrarı ve ipe sapa gelmez sorular olan yazılar hem vakit kaybı hem de göze zarar.

İmza kişiyi tanımlayan bir işrettir.
Her bir yazarın imzasına bakın farkı göreceksiniz zaten.

Tek bir yazımla dahi küfürbazlığımı kanıtlayamayacak olan vatandaş bu imza ile kendisinin ne olduğunu tanımlamıyor mu? Bu yüzden muhatap olmaya değmez. Boşver.
(Hoş zaten burada küfüre ne ben ne de ismail asla izin vermeyiz)

Sevgiler,
KKedi-tor
Yerleşim : Çin / Guang Zhou | Meslek : İthalat / İhracat Sayfanın Üstü ^

Kenan Kablan
Editör


Toplam 942 yazı

14/11/2004 : 07:12:37 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Alıntı
Şu Boğaz Harbi Nedir? Var mı ki dünyada eşi?

En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,

-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya

Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya,

Ne hayasızca tahaşşüd ki ufuklar kapalı!

Nerde-gösterdiği vahşetle “bu: bir Avrupalı”

Dedirir-yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi

Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi!

Eski Dünya, Yeni Dünya bütün akvam-ı beşer

Kaynıyor kum gibi, Mahşer mi, hakikat mahşer.

Yedi iklimi cihanın duruyor karşında,

Osrtralya’yla beraber bakıyorsun ; Kanada!

Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk.

Sade bir hadise var ortada : Vahşetler denk.

Kimi Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne bela...

Hani tauna da zuldür bu rezil istila...

Ah o yirminci asır yok mu, o mahluk-i asil,

Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkiyle sefil,

Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;

Döktü karnındaki esrarı hayasızcasına,

Maske yırtılmasa hala bize affetti o yüz ...

Medeniyet denilen kahbe, hakikat yüzsüz.

Sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbab,

Öyle müthiş ki: Eder her biri bir mülkü harab.

Öteden saikalar parçalıyor afakı;

Beriden zelzeleler kaldırıyor a’makı;

Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;

Sönüyor göğsünün üstünde o aslan neferin.

Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,

Atılan her lağımın yaktığı: Yüzlerce adam.

Ölüm indirmede gökler, ölü püskürtme de yer

O ne müthiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...

Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,

Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.

Saçıyor zırha bürünmüş de namerd eller,

Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller.

Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,

Sürü halinde gezerken sayısız tayyare.

Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...

Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!

Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;

Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman?

Hangi kuvvet onu, başa, edecek kahrına ram?

Çünkü te’sis-i ilahi o metin istihkam.

Sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler,

Beşerin azmini tevkif edemez sun’-i beşer;

Bir göğüslerse Huda’nın edebi serhaddi;

“O benim sun’-i bediim, onu çiğnetme” dedi.

Asım’ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:

İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.

Şuheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...

O, rukü olmasa, dünyaya eğilmez başlar,

Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,

Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!

Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.

Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor Tevhid’i...

Bedr’in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi.

Sana dar gelmeyecek makber’i kimler kazsın?

“Gömelim gel seni tarihe”desem, sığmazsın.

Herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitab...

Seni ancak ebediyetler eder istiab.

“Bu, taşındır” diyerek Ka’be’yi diksem başına;

Ruhumun vayhini duysam da geçirsem taşına;

Sonra gök kubbeyi alsam da, rida namıyle;

Kanayan lahdine çeksem bütün ecramıyle;

Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan;

Yedi kandilli Süreyya’yı uzatsan oradan;

Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına;

Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,

Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;

Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;

Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...

Yine bir şey yapabildim diyemem hatırına.

Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,

Şarkın en sevgili sultanını Salahaddin’i,

Kılıç Arslan gibi iclaline ettin hayran...

Sen ki, İslam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,

O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;

Sen ki, ruhunla beraber gezer ecramı adın;

Sen ki, a’sara gömülsen taşacaksın... Heyhat,

Sana gelmez bu ufukalar, seni almaz bu cihat...

Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,

Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber.

MEHMET AKİF ERSOY
KKedi-tor
Yerleşim : Çin / Guang Zhou | Meslek : İthalat / İhracat Sayfanın Üstü ^

Kenan Kablan
Editör


Toplam 942 yazı

14/11/2004 : 07:27:33 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Alıntı
Arkadaşlar,

Saygıyla ve mümkünse birer Fatiha ile analım şehitlerimizi. Tarihi daha iyi anlayacağız bahanesiyle yazılmış ve onların ruhlarını rencide edecek yazılar hiç bir şey kazandırmaz bizlere.

Başkaları her ne niyetle savaşı başlatmış olursa olsun, ve kimler orada Darwin'in "evrimini tamamlayamamış milletler" diye bahsttiği Türk, Afrikalı, Arap, Avusturalya ve Yeni Zelandalı'ları bir birine kırdırmış olursa olsun unutmayalım ki şehitlerimiz vatanları ve dinleri için canlarını feda ettiler.

Bizim şu an yapabileceğimiz onları saygıyla anmak.

Göstereceğiniz hassasiyete şimdiden teşekkür ederim.
KKedi-tor
Yerleşim : Çin / Guang Zhou | Meslek : İthalat / İhracat Sayfanın Üstü ^

Kenan Kablan
Editör


Toplam 942 yazı

14/11/2004 : 07:32:01 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Alıntı
Bir Çanakkale Gazi'sinin "Eğer o gün ekmeğin yanında ayran da verilmişse hücüma kalkacağımızı anlardık" sözlerini çocuklarıma aktarırken boğazıma bir şeylerin düğümlendiğini, gözlerimin dolup sesimin titrediğini bilmenizi yukarıdaki yazımın en samimi duygularla, içtenlikle yazıldığına inanmanızı isterim.
KKedi-tor
Yerleşim : Çin / Guang Zhou | Meslek : İthalat / İhracat Sayfanın Üstü ^

Kenan Kablan
Editör


Toplam 942 yazı

16/11/2004 : 17:58:33 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Alıntı
YÜZYILLARDIR TÜRK TOPRAĞI OLAN VE OLMAYA DEVAM EDECEK ÇANAKKALE'NİN YER İSİMLERİNİ İŞGALCİ GÜÇLERİN HAYALİNİ SANAL ORTAMDA GERÇEKLEŞTİRİRCESİNE BİR GAYRETLE VE ISRARLA İNGİLİZCE OLARAK ALINTILAYAN MİM'İ ESEFLE KINIYORUM. BU NE AYMAZLIK, BU NE GAFLETTİR!

AHMET BEY AHMET BEY KENDİNİZE GELİN! İNGİLİZLER İŞGAL EDEMEDİ O TOPRAKLARIMIZI VE ORALARIN İSMİ DEĞİŞTİRİLMEDİ HENÜZ! SEDDÜLBAHİR HALA SEDDÜLBAHİR, HELLES DEĞİL VE ASLA OLMAYACAK!

BAŞKALARININ HAYALLERİNE VE İDEALLERİNE BU TİP YAZILARINIZLA UŞAKLIK EDECEĞİNİZE TÜRK'ÜN VE TÜRKLÜĞÜN TARİHİNİ ÖĞRENİN. KENDİNİZİ BİLİN.
TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN KURULUŞ TARİHİNDEN BİLE HABERSİZ (23 NİSAN SANIYOR!) BİR İNSANDAN DA ANCAK BU BEKLENİR.

KKedi-tor
Yerleşim : Çin / Guang Zhou | Meslek : İthalat / İhracat Sayfanın Üstü ^

hascence
Editör


Toplam 1094 yazı

18/11/2004 : 21:32:55 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Yazara email gönder Email Yazarın websitesine git Website Alıntı
TBMM 23 nisan 1920'de kuruldu.
Türkiye Cumhuriyeti ise 29 ekim 1923'de kuruldu.

Yapma mim önce bunları öğren. Ayrıca bu kadar uzun yazıları kimse kolay kolay okuyamaz. Neden tercüme yapıyorsun ki. Bir sürü Türkçe kaynak var oradan yaz. Türkün tarihini Türk den iyi kimse yazamaz, tarafsız olamaz.
http://hascenedair.sitemynet.com
Yerleşim : Kuzey Kıbrıs TC / Güzelyurt | Meslek : Bankacılık-Finans Sayfanın Üstü ^

Levent
Deneyimli Yazar


Toplam 488 yazı

19/11/2004 : 18:59:56 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Yazara email gönder Email Alıntı

Merhaba

Cumhuriyetin ne zaman ilan edildiğini, gün, ay, dakika ve saniyesi de önemli olsa da, konudan uzaklaşıyorsunuz gibime geldi. Bu arada cumhuriyetin ne zaman ilan edildiğinden daha çok onun içeriği daha önemlidir gibime geliyor. Umarım bunlarda bir ara tartışılır.
Gelelim Çanakkale Savaşına. 250.000 insanımızın öldüğü bir savaştan söz ediyoruz. 250.000 kişi az mı? Bir de sakat kalanlar, sürünenler filan da var.
Bu savaşa niçin girdik ve sonunda ne oldu? 250.000 kişi öldü fakat sonunda Birinci Dünya Savaşını kaybettik.
Bundan dolayı Çanakkale filan dediklerimde tüylerim diken diken oluyor. Sarıkamışta, Çanakkale'de ölen insanlarımızın akıttıkları kanın hesabını hala soramadık. Çok bilmiş Osmanlı subayları, asker milletiz doldurmaları ve akan kanlar. Bu yüzden iki de bir Çanakkale, Sarıkamış, Yemen denince, kaybettiğimiz askerlerimizi hatırladıkça ve onların kanı yerde durdukça hoşnut olamıyorum.
Her türlü mandacılığa karşıyım. Egemenlik milletindir. Egemenlik, A.B'ye, orduya ve IMF'ye devredilemez. Demokrasi mandacılığa karşı olmaktır.
Yerleşim : Türkiye / Ankara | Meslek : Danışmanlık Sayfanın Üstü ^

relax
Yazar


Toplam 11 yazı

02/01/2005 : 14:53:45 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Alıntı
Tsunami ve Atatürk

“Mu’dan batıya giden birkaç önemli kolonileştirme hattı mevcuttur... [Bunlardan biri] Mu’dan Burma’ya, Burma’dan Hindistan’a ve Hindistan’dan da Babil ve Yukarı Mısır’a (Nübye) ve Beyaz ve Mavi Nil’e uzanan hatlardı. İkinci hat, Mu’dan Malay Adalarına oradan Dravida adını verdikleri Güney Hindistan’a ve Hindistan’dan da Afrika’ya uzanıyordu... Hiç kuşkusuz, Mu’dan başlayan en önemli batı hattı, kuzey esas hattıydı ve Uygurlar adı verilen Arî ırkların ataları olan halk tarafından yönetiliyordu. Uygur İmparatorluğu olasılıkla Mu’ya ait koloni imparatorluklarından ilkiydi. Şüphe yok ki, en büyüğü ve en önemlisi ve en güçlüsüydü. (s: 176 ve s: 177’deki harita) Maha Bhatara en büyük Hindu destanıdır, MÖ 1000 yıllarında yazıldığı sanılmaktadır (s: 202) [bilenler bilir, Tuncel Kurtiz oynamıştı.]. (James Churchward, Batık Kıta Mu’nun Çocukları, Kayıp Kıta Mu, 3 cilt, Ege Meta Yayınları, İzmir, 5. baskı, 2003)

İstanbul Üniversitesi’nin Merkez Binası’ndaki, yani eski Enver Paşa’nın Harbiye Nezareti’nin (şimdiki Rektörlük binası ve Bilim ve Kültür Merkezi olan binanın) ikinci katındaki Abdülhamit’in Yıldız Sarayı Kitaplığı Müzesi’ndeki orta salonda, Atatürk’ün Okuduğu Eserler külliyatını içeren kitap masasının başına oturursanız yukarıdaki “”Uygur kelimelerinin altının benim tarafımdan değil; Atatürk tarafından çizildiğini anlar ve Atatürk’ün o zamanlar (1930’larda) akademik kabul edilmeyen ve meczup diye nitelenen bir İngiliz istihbarat albayının yazdığı bu dev kitabı, ilk yayınlandığı tarihte özel olarak Türkçeye cevirtip bizzat çalışarak okuduğunu görerek hayrete düşersiniz. Ya da, Gürbüz Tüfekçi’nin, Özel İşaretleri, Uyarıları ve Düştüğü Notlarla Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar’ı (İş Bankası Yayınları, Ankara, 1983) karıştırırsanız yine aynı duyguyu tadarsınız. Ancak her iki durumda da kayıp Mu Kıtası ile ilgili Churchward’ın kitabının tümü için Atatürk’ün ne düşündüğünü anlamazsınız. Çünkü, her iki külliyatta da, Churchward’ın Türkçeye çevrilen (1937?) kitabının sadece belli bazı sayfalarının fotokopileri yer almaktadır, tamamı ise gizli olarak Anıtkabir’deki Atatürk’ün okuduğu kitaplar seksiyonunda 1482-85 numaralı kayıtlardadır. Bunları da zor ele geçirirsiniz. 1939’dan sonra Türk-İslam sentezcilerin idaresi altına giren Türk devleti tarafından 65 yıldır sansüre uğratılmaktadır.

Mu da, Atlantis gibi kadim sır uygarlıklardan biridir. Hâttâ, Churchward’a göre yeryüzünün ilk uygarlığıdır. Atlantis, Mu’nun batışının ardından ya da eş zamanlı olarak türeyen ve 50 bin yıl kadar önce oluşan bir uygarlıktır. Platon’un (Eflatun) Kiritias ve Timaios dialogları Atlantis üzerinedir. Yalçın İlter’in özetlemesiyle (Kayıp Tarih, Aykırı Yayınları, İstanbul, 2004, s: 275), Churchward’un, jeolog William Niven’in Maksika’da Maya uygarlıklarını araştırırken bulduğu Tibet Naakal tabletleri üzerinden giderek oluşturduğu bu kuramsal tarih şöyledir: Yeryüzünün ilk uygarlığı Mu’dur. Pasifik Okyanusu içinde çok büyük bir kara parçası üzerinde ortaya çıkmıştır. Uzantıları, bugünkü Avustralya va Hind Okyanusu’na uzanmaktadır. Mu doğal bir felaket (gaz patlamaları, dev tsunamiler ve 12 büyüklüğündeki depremlerle) Pasifik ve Hint Okyanusu’na gömülmüştür. Buralardan kaçabilenler, Hindistan, Güney Amerika ve Atlantis’de yeni uygarlıklar (İndu, Maya, Babil ve Kadim Mısır’ı) yaratmışlardır. İçlerinden en gelişkini Atlantis’tir. Edgar Cayce’e göre (ki, ezotorik-medyum bir Hıristiyandır) Atlantis’de lazer teknolojisi ve havadan ulaşım olanakları vardır. Yeni bir felaket bu kez (MÖ 12 binde) Atlantis’i yokeder. Platon’un Akdeniz’i işaret ederek Solon’un Mısırlı rahiplerden duyduğunu Kritias vasıtasıyla aktardığı Atlantis bu Atlantis’tir ve Sarmart da Kıbrıs civarında denizaltı arkeolojisi yaparak bu kayıp uygarlığı aramaktadır (1999-2004). Kurtulan Atlantis’liler bu kez de Orta Amerika ve Mezapotamya uygarlıklarını yaratmışlardır. Maya’ların incelenmesi için Atatürk tarafından Meksika’ya gönderilen Hasan Tahsin Mayatepek de işte bu izleri sürmek için görevlendirilmiştir. Atatürk’e yazdığı raporlar hâlâ gizli bir biçimde devlet arşivlerinde mevcuttur.

MÖ 91 binde, yer kabuğu kayması sonucunda, Kuzey Kutbu, Kanada’dan Norveç’e doğru ilerler. Hemen ardından Wisconsin (ABD) buzlanması başlar. MÖ 78 binde, ılıman kuşakta, Pasifik ortasındaki anakarada Mu kurulur. MÖ 70 binde Avrupa’da Wurm buzlanması başlar. MÖ 55 binde yeni bir yer kabuğu kayması ile Kuzey Kutbu Hudson Körfezi’ne geçer. MÖ 26 binde büyük Tsunamiler ve depremler ve gaz patlamalarıyla Mu yokolur. MÖ 20 binde Atlantis’de Yedi Tanrı dönemi (Ptah-Ra-Su-Geb-Osiris-Set ve Horus) başlar. MÖ 17 binde buzlanma erimeye dönüşür. Platon’a göre MÖ 9600’de Atlantis (Girit) Tera Depremi ile yokolur. Aynı zamanda Kuzey Kutbu bugünkü yerine gelir. MÖ 8500’de 12 Tanrı dönemi başlar-Tot, Maat, Hor. MÖ 7000’de Şems-Hor Yarı Tanrı (30 Kral) dönemi gelir. MÖ 3000’de Meneş ile Eski Mısır Hanedanları başlar. Nuh Tufanı MÖ 7500 civarında olan bir olaydır. (Bu kronolojiyi, William Ryan ve Walt Pitman’ın Nuh Tufanı, (Çev: Dursun Bayrak) Arkadaş Yayınları, Ankara 2003 ile krş.: “Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile (1990) Ryan ve Pitman, Türk araştırmacıların yanısıra Bulgar ve Rus araştırmacılarla Karadeniz’i araştırdılar. Gelişmiş tarihlendirme yöntemleri yükselen denizlerin 7600 yıl önce Boğaziçi Vadisinden akarak Akdenizle birleştiğini saptadılar. Su büyük bir hızla akarak, önüne çıkan tüm yaşam biçimlerini sürükleyip yok ederek, akıl almaz bir güçle boşalmıştı. Yarı çöl durumundaki uçsuz bucaksız bu bölgede, çiftlikler ve köyler içinde eşşsiz bir vaha, bir Cennet olan Karadeniz kıyıları bir ölüm denizi oluverdi. İnsanlar bir daha geri gelmemek üzere buralardan kaçtılar, dilleri, genleri ve bellekleri yeryüzünün dörtbir yanına dağıldılar.”)

Yabancı televizyonlardan (BBC ve CNN) acıyla seyrettiğimiz, Sri Lanka (Mu’nu batı kolu, Puket adası, Maldiv, Lakadiv, Seylan adaları) açıklarında 9 büyüklüğündeki depremin yarattığı tsunami faciası artık sizlere, Türk televizyonlarında seyrettiğimiz Halil Bezmen’in eski karısı, futbolcu Emre ve sevgilisi, vd.’den başka şeyler de hatırlatlamaya başlamıştır umarım. “Hatırlatma” sözcüğünü nezaketen kullandığımın da farkındasınızdır. Nereden hatırlayacaksınız, okumadınız ki, farkında bile değilsiniz. Apoletli, NATO’cu, AB’ci, Almancı, Slav ve Kuzey Türkologlarının memleketlisi, intihalci profesör Atatürkçüler, Mustafa Kemal Atatürk’ü 1939 yılında gömdüler. 1939-46 arasındaki geçiş devresinde, Prof. Dr. Şemsettin Günaltay gibi Başbakanların nerelere uzandıklarını Zaptiye Murat (Bardakçı) zapt etti. Bilmem anlayabildiniz mi?

Neredesiniz Zecharia’cı Mardukçular? Serdat Küçük Turgut ve Burak Eldem ve .... şürekâsı; felaket tellâllığı yapacağınıza, tarihin doğru yazılmasına ön ayak olsanıza... Hadi Atlantis ve Mu çok fantazmografik; Atatürk’ün yaşadığı ve altını kalemle çizdiği uygur’ların tarihine, bir de Slav ve Kuzey Avrupasantrik bakış yerine, alay ettiğiniz Anadolu-Karadeniz-Doğu Akdeniz çerçevesinden baksanıza.

Türkçülüğe ve tarihin küçük bir evresine sıkışmış olan dinsel-ideolojik kimliklere hapsolacağınıza ya da Nurihan Fattah’ın “Türkçe bir Atlantis dilidir” önermesi (Tanrıların ve Firavunların Dili, Selenge Yayınları, İstanbul, 2003) size fazla gelmişse, “Türkçe” adını verdiğimiz dilimizin kökenlerine, Mirşan, Polat, Diker, C. Batmaz, Çığ gibi yaklaşsanıza.

Sarıkamış ve Çanakkale ile ilgili “Tıpçı Palavra Tarihçiliği” yapacağınıza [Yetkin (İşcen) yeterince yeter onlara], o savaşsal gazetecilik olaylarının altında yatan Bismarkçı Alman sömürgeciliğinin ve Weberci meslek üniversitesinin (Weber, “Science as Vocation”) yarattığı Alman ve Slav türkologlarınca kışkırtılmış ve kaşınmış; Osmanlıda görevli Alman genel kurmay başkanlıklarınca pişirilmiş, Enver ve şürekâsı tarafından servise sokulmuş ve Köprülü-Togan-Günaltay eksenli çarpıtmaları deşifre eden art (ön)-tarihlere eğilsenize.

Sri-Lanka tsunamisi eğer bunları hatırlatmayacaksa, ve cahil yetiştiren Türk medyasında (MEME), “insanlık trajedisi” diye sosyete-futbolcu bülbüllerini görecek ve dinleyeceksek, size Anadolu tsunamileri bile az.

İnsanlık dramları hep yeni oluşumlara gebedir; yeni tarihler başlatır.

100 bine yakın kişinin öldüğü, iki milyondan fazla insanın evsiz kaldığı, adaların coğrafi konumlarının değiştiği Sri-Lanka tsunamisi (MS 2004) de, bundan böyle artık size büyük bir tsunami ile yıkılan Mu uygarlığını (MÖ 26000) hatırlatabilir. Bu, sadece Mu’yu hatırlamak da değildir. 1919-1939 arasında neler oldu bu memlekette (Türkiye’de), onun da hatırlanması; hatırlamakla kalmayıp, bilinmeye başlanmasının tsunami dalgasıdır belki!

Kimbilir?

Kim bilirse, kim bilir... Boşverin yahu... Siz, Emre ve sevgilisinin “insanlık daramı” ile, biz de, 1971’den sonra, Humboltçu mu, Weberci mi olacağına karar verememiş olan İstanbul Üniversitesi’ne hangi “Atatürkçü rektörü” seçeceğimizle uğraşalım. Başka işimiz yok nasıl olsa...

Veysel Batmaz
Yerleşim : Türkiye / Samsun,Bursa | Meslek : Bilgisayar-Bilişim Sayfanın Üstü ^

enginvarolturk
Yazar


Toplam 7 yazı

04/01/2005 : 20:46:47 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Yazara email gönder Email Alıntı
Tsunami faciasında yaklaşık 150.000 insan öldü.
Coğrafyayı düşünün koskoca güney asya.
Oysa Çanakkale de 250.000 EĞİTİMLİ insanımız şehit oldu.
Düşünün birkaç bin kilometre karelik gelibolu yarım adasında.
Eskilerin bir sözü vardır:
Bu millet daha II. Abdülhamite yaptıklarını daha çekmemiştir.

Tarih... Tarih... Tarih...
Yerleşim : Türkiye / İstanbul | Meslek : Muhasebe Sayfanın Üstü ^

relax
Yazar


Toplam 11 yazı

04/01/2005 : 23:00:13 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Alıntı
mim´in yaptigi arastirmalari ´canakkale belgeselini´okudugunda, II.Abdulhamidin degilde,enver pasanin bizi 1.dünya harbine soktugunu,düsmanimiz yokken,düsman basimiza bela ettigini,canakkale´ye neden düsmanlarin saldirtildigini iyice ögrenmis olursun. sehit sayisininda 250.000 degilde 2,5 milyon oldugunu tespit edersin.enver pasa deyipte gecmeyin.enver pasa osmanliyi icerden teslim alan,II.Abdulhamidi kukla olarak kullanan ittihakki terakki cemiyetinin basiydi. M.Kemal Pasada bu cemiyettendi.
Tarih....gercek tarih bu !!!!
Yerleşim : Türkiye / Samsun,Bursa | Meslek : Bilgisayar-Bilişim Sayfanın Üstü ^

Kenan Kablan
Editör


Toplam 942 yazı

05/01/2005 : 12:47:54 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Alıntı
koniks.com çok komiks.com oldu ya. Kişilik bölünmeleri, kendi kendine atıflar... İzliyoruz bakalım nereye kadar gidecek.
KKedi-tor
Yerleşim : Çin / Guang Zhou | Meslek : İthalat / İhracat Sayfanın Üstü ^

melih15
Deneyimli Yazar


Toplam 370 yazı

05/01/2005 : 14:40:29 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Yazara email gönder Email Alıntı
Kenan Abi bana dokunma. Ben simit satmakla meşgulüm.

KARANLIK OLDUKTAN SONRA BÜTÜN KEDİLER LEOPARDIR.

Ne mutlu düşünce karanlığına ışık tutanlara!

Sağlıklar diliyorum.
Yerleşim : Türkiye / Ankara | Meslek : Danışmanlık Sayfanın Üstü ^

Ismail KIRTILLI
Yazar


Toplam 709 yazı

05/01/2005 : 17:19:36 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Yazara email gönder Email Yazarın websitesine git Website Alıntı
http://www.kulturturizm.gov.tr/portal/canakkalektp/2-resim/index.htm

http://www.kultur.gov.tr/canakkale.asp?belgeno=52462
Yerleşim : Türkiye / İstanbul | Meslek : Bilgisayar-Bilişim Sayfanın Üstü ^

ibrahimonur
İyi Yazar


Toplam 102 yazı

05/01/2005 : 21:02:55 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Alıntı
enver pasa deyipte gecmeyin.enver pasa osmanliyi icerden teslim alan,II.Abdulhamidi kukla olarak kullanan ittihakki terakki cemiyetinin basiydi. M.Kemal Pasada bu cemiyettendi.
RELAX yukarıdaki cümlenin sonunun manası ne?
Bu saatten sonra Abdülhamit in haklılığını savunmak ya da savunmamak hiçbirşey ifade etmez. Siyasette adam kullanılır Abdülhamit in bir piyon olduğu tabiki malum tıpkı yeni dünya düzenindeki BİRÇOK DEVLET BAŞKANI gibi
dukak
Yerleşim : Türkiye | Meslek : Öğrenci Sayfanın Üstü ^

relax
Yazar


Toplam 11 yazı

06/01/2005 : 01:26:06 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Alıntı
II.Abdulhamit, babiali darbesinin kuklalastirigi bir oyuncak, Darbeyi yapip Abdulhamidi kontroluna geciren enver pasa. Enver Pasa,30.000 altina osmanliyi(Almanlarla 1.Dünya Harbinde mütefiklik icin) almanlara satan bir ispiyon.çanakkale savasini çikartan (kimse gelip kendiliginden saldirmadi sebepsizce çanakkaleye), Rus gemilerine ve rus limanlarina saldiran ve ruslari,bize saldirmak için kiskirtanda yine enver pasadir.çanakkalede ve sarikamista verilen sehitlerin bas sorumlusu da bu enver pasadir. sezarin hakki sezara.....
Yerleşim : Türkiye / Samsun,Bursa | Meslek : Bilgisayar-Bilişim Sayfanın Üstü ^

sadem44
Yazar


Toplam 1 yazı

30/01/2005 : 10:05:37 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Yazara email gönder Email Alıntı
bu vatanın nasıl kazanıldığını
ben anlamayabilirm ben herhangi bir insanım
simitçi olabilirim
temizlikçi olabilirm vesaire
iki olay aklıma geldi
1 geçen haftalarda genel kurmay başkanlığına ölen pkk lıların anneleri gitti
brifing salonunda ağırlandılar
barış marış veaire derken cd kitapçık vb dökümanları verdiler
hafızam beni yanıltmıyorsa eğer şehit anneleri yıllar önce kapıdan içeri alınmamaıştı bırakın brifing salonunu kapıdan içeri alınmadılar
sizlerden hatırlayan varmı şehit annelerinin genelkurmaya yada askeri bir tesise ziyaretini
2 ismi rüşvete ve adam kayırmaya karışmış bir paşa hakkındaki iddiaları yanıtlarken " ben bu memleket için savaştım pkk ile" diyordu
yani pkk terör örgütüne karşı savaşan mehmetçiğin başında rütbeli olmak ona bu lüksü veriyordu.
alırdı satardı istediğini yapardı
işte bu tehlikeli olanı
sokaktaki insanın vatanı sevmesi yada sevmemesi onu ilgilendir. kişisel bir sorundur
ama eğitimi hukuku güvenliği ve yönetimi emanet ettiğimiz insanların düşünceleri ve tarihe olan ilgileri tüm toplumu ilgilendirir.
ve ne yazıkkı bu konuda çok ciddi problemlerimiz var.
Yerleşim : Türkiye / İstanbul Sayfanın Üstü ^

Kenan Kablan
Editör


Toplam 942 yazı

30/01/2005 : 13:07:24 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Alıntı
Yeri geldiği için söylüyorum. Hani bizde pkk lıların anneleri genel kurmaya kabul edilmişler ya, mim in sürekli bahsettiği bir afrika ülkesi var. muz cumhuriyeti mi, tanzanya mı ne... İşte o ülkenin deniz kuvvetlerinde başarılı ve özveri ile çalışan bir askerin orduevindeki nikah törenine annesi ve kızkardeşi girememişti bir zamanlar. ülkenin silahlı deniz kuvvetlerinin şerefli bir üyesi olan oğlunun düğününe başı örtülü olduğu için alınmamıştı. Şimdi bakıyorum da biz o ülkeden ne kadar ileriyiz değil mi ya hu!

Yine bir zamanlar o ülkede yaşanan çok daha komik bir olay var. İçimden hikaye etmek geldi. dinlerseniz anlatayım:

Muz cumhuriyetinin gemi bakım ve onarımlarının yapıldığı birliklerden birine askeriye tarafından sipariş edilen malzemeleri teslim etmesi için tutulan kamyonetli nakliyecinin oldukça uzun bir sakalı vardı. tam kapıda durduruldu:

-yok kardeşim bu sakalla içeri giremezsin.
-kardeşim ben nakliyeciyim. içerde kalacak değilim, malzemeyi bırakıp çıkıcam.
-ben anlamam kesin emir var, sakallı birinin içeri girmesi yasak.
-ee peki ne olacak şimdi
kapıdaki nöbetçi arabada sakallı nakliyecinin yanında oturan 13-14 yaşlarındaki çocuğu işaret ederek:
- bak o girebilir, onun sakalı yok.
nakliyeci şaşkın, o da yanında oturan oğluna dönüp bakar:
-iyi ama o doğru düzgün kullanmayı bilmiyor ki arabayı. zaten henüz ehliyeti de yok.

konuşmaların bu şekilde uzayıp gideceğini ve çözümsüz olduğunu anlayan sakallı nakliyeci istemese de arabayı çocuğa teslim etmek zorunda kalır. sakallının endişeli bakışları ve çocuğun kontrolünde araba bir iki silkelenip kapıdan içeri girer.

Fakat ne yazıkki çok geçmeden çocuk alı alına moru moruna karışmış, koşarak nefes nefese kapıya gelir. Çok korkmuştur. arabayı manevra yapmak isterken ciddi biçimde çarpmış, korkuyla olduğu yerde bırakıp babasına koşmuştur. durumu öğrenen adam tekrar içeri girmek ister. fakat aynı sakal gerekçesiyle yine içeri alınmaz. arabayı onların getirmesini ister. bu da kabul edilmez. nöbetçiye komutanları ile görüşmek istediğini söyler adam. heyhat! aldığı cevap manidardır:

-bu bir karış sakalla görüşemezsin!

O yıllarda o ülkede mobil telefonlar da şimdiki kadar yaygın değil. askeriye yerleşimden uzak olduğu için etrafta ankesörlü telefon değil 1 km yakında ev bile yok. imkan olsa adamcağız sakalsız bir tamirci çağırır sorunu çözerdi.

adam emekli olduktan sonra inancı gereği sakal bırakmış 10 yıldır da bu sakal ile yaşamaktaymış. şimdi; ya sakalını kesecek insan yerine konacak ya da sakalıyla birlikte bir zamanlar siyahların hiç bir yere sokulmadıkları gibi 2.sınıf muamelesi görecek. Eh belki 2.sınıf olmayı bir şekilde idare eder ama yıllardır biriktirdiği paralar ile emekli ikramiyesinin büyük bir kısmını birleştirerek aldığı kamyonetinden (ki başka şehirlerde üniversitede okuyan iki oğlunun masrafları için) ve işinden nasıl vaz geçecek...

Bu ikilem içinde ve kapıdaki nöbetçinin gitgide sertleşen tutumu ile geçen yaklaşık yarım saatlik bir tartışmanın sonunda kapıdan askeri bir ikmal aracı çıkar. adamın aklına bu araçla gidip en yakın yerden bir tamirci veya gerekirse bir kurtarıcı bulup getirmek gelir. bu nöbetçinin de aklına yatar. fakat bu sefer de ikmal aracacının sürücüsü bunu kabul etmez. Zaten onu arabaya almasının yasak olduğunu üstelik sakallı olduğu için bunun daha büyük bir sorun olacağını söyler, çeker gider.

adamın haline acımaya başlayan nöbetçi içeriye telefon ederek kaza yapan kamyonet için tamirci çağrırmalarını ister. baştan belki uğraşmak istememiştir belki de sonradan aklına gelmiştir bilinmez.

bir süre sonra sakalsız bir tamirci gelir, askeriyeden içeri girer 5 dakika geçmeden kaza yapan kamyonetle birlikte geri döner.

arabada ciddi bir hasar yoktur. bir kaç çekiç darbesiyle düzeltilir. fakat sakallı adamın içinde yıkılan güven duygusu ve ezilen tarifsiz bir başka şeylerin tamiri mümkün mü?

Neyse orası muz cumhuriyeti... bakın bizde öylemi? terörist anneleri içeriye alınıyor, genelkurmayda bir süre misafir edildikten sonra taleplerinin kayıtlı olduğu cd yi teslim edebiliyorlar. İşte çağdaşlık, işte şeffaflık, işte demokrasi!

Umarım bu tatil gününde başınızı ağrıtmamışımdır. herkese sevgiler.
KKedi-tor
Yerleşim : Çin / Guang Zhou | Meslek : İthalat / İhracat Sayfanın Üstü ^
leventiscan
Üye


Toplam 64 yazı

15/09/2005 : 13:29:31 Yazarın bilgilerini göster Bilgilerim Yazara email gönder Email Bu yazıdan alıntı yaparak yorum yaz Alıntı
Belirli bir kitleyi hedefleyin. Google AdWords ile reklam verin.


“ Karşılıklı siperler arasındaki mesafe 8 metre yani ölüm muhakkak birinci siperdekiler hiçbiri kurtulmamacasına düşüyor. İkincidekiler onların yerine giriyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor; üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, en ufak bir duraksama bile göstermiyor, sarsılmak yok. Okuma bilenler ellerinde kuranı kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler kelimeyi şahadet getirerek yürüyorlar.
Mustafa Kemal’ in bu sözleri bile Çanakkale de yazılan destanı anlatmaya yeter. Ancak 3000 kişilik düşman kuvvetini takımı ile durduran Yahya Çavuşu, iki yüz onbeş okkalık ( 275 Kg ) top mermisini kucaklayıp omzuna alan Seyit onbaşı, tüfeğinin mekanizmasının işlememesi üzerine taşla düşmana saldıran Mehmet Çavuşu, son erine kadar şehit olan 57 nci Alayı, düşman zırhlılarını boğazın serin suyuna gömen Nusret Mayın gemisini nasıl unutabiliriz.
Çanakkale destanı Yahya Çavuş, Seyit Onbaşının destanıdır. Çanakkale destanı Mehmetçiğin destanıdır. Çanakkale destanı Mustafa Kemal’ in destanıdır. Çanakkale destanı Türkün Destanıdır.
Birinci dünya savaşının başlamasının üzerinden bir yıl geçmeden İngiliz ve Fransızlar, Almanya’ nın yanında savaşa katılan Osmanlı Devletini etkisiz hale getirmek ve müttefikleri Rusya ile bağlantı kurabilmek için İstanbul’ u ele geçirmeye karar verdiler. Hazırlamış oldukları birleşik donanma ile Çanakkale Boğazını ele geçirmek üzere 18 MART 1915 tarihinde harekete geçtiler. Müttefiklerin muhteşem savaş gemileri ile sayıca yetersiz Türk bataryaları arasında benzeri görülmeyen bir savaş başladı. Büyük kayıplar veren ve deniz yoluyla boğazını geçemeyeceğini anlayan Birleşik Donanma geri çekilmek zorunda kaldı.
Onbaşı Seyit’ in 215 okkalık mermisi, Yüzbaşı Tophaneli Hakkı Bey komutasındaki Nusret Mayın gemisinin döktüğü mayınlar, Mehmetçiğin ve komutanlarımızın inanç ve azmi sayesinde kazanıldı Çanakkale Deniz Muharebeleri.
Bakınız dönemin İngiliz Donanma Bakanı Winston Churchill bu konuda ne diyor : “ ne batı cephesindeki Alman topu, zehirli gazı nede onların dâhiyane planları bize o kadar tesir etmedi. Nispetine göre en etkili şey neydi bilirimsiniz. Türklerin Çanakkale boğazına attıkları ve demir bir tel üzerinde sallanan 20 adet mayın. Bu bize yüz binlere mal oldu. ”
Çanakkale’ yi denizden geçemeyeceğini anlayan İngiliz ve Fransızlar, büyük bir yanılgıya daha düşerek, kara ve deniz kuvvetlerini birlikte kullanarak, şanslarını bir kez daha denemeye karar verdiler.
25 NİSAN 1915 sabahı, sekiz buçuk ay sürecek olan kara muharebesi başladı.
Türk boğazlarını korumakla görevli Ordu Komutanı Alman Mareşal Liman Van Sanders düşmanı, asıl kuvvetiyle kuzeyde, Saroz körfezinde beklemiş ve tertiplenmesini de ona göre yapmıştı. Oysa düşman Kolordu komutanı Esat Paşa’ nın ve 19 uncu Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal’ in tahmin ettiği yerden, yarım adanın güneyinden, Seddülbahir, Arı burnu bölgesinden çıkarma yapmaya başladı.
Mustafa Kemal çıkarmanın başladığını fark edince, kendi bölgesi olmamasına rağmen, inisiyatifini kullanarak, emrindeki ünlü 57 nci alayı koca çimen tepeye ardından Conkbayırı bölgesine sevk etti. Yetişen 19’ncu Tümenin diğer birliklerini de hücuma geçirdi ve Anzak ordusunu durdurdu, kıyıya kadar püskürttü. Böylece Çanakkale savunmasının temeli atılmış oldu ve siper savaşları dönemi başladı.
Yazar Alan Moorhead’ in olayla ilgili olarak neler yazdığına bir bakalım; “ İttifak devletleri adına harekâtın en kötü rastlantılarından biri bu deha sahibi küçük rütbeli Türk komutanın tam o anda o noktada bulunmasıydı. Çünkü aksi takdirde Anzaklar pekâlâ o sabah Conkbayır’ını ele geçirebilirler ve savaşın kaderi orada o anda belli olurdu. Oysa Mustafa Kemal o gün tam bir çılgınlıkla savaştı. Bir önsezi, talihinin doğmakta olduğunu ona hissettirmiş olmalıdır. Ya burada ölüp gidecek ya da kendisini gösterecekti. Devamlı olarak en ön siperlerde çarpışmaktaydı. Topları mevziiye sokarken erlerine yardım ediyor, mermiler arasından kalkıp, düşmanı kolluyor, askerlerini en ufak bir kurtuluş umudu olmayan hücumlara kaldırıyordu. “
Türk askerleri aynı özveriyi ve savaş yeteneğini diğer bölgelerde gösterdiler ve Gelibolu yarımadasında karşılıklı yüz binlerce asker aylar boyunca savaştı. Müttefiklerin taarruzları sonuç vermedi.
Müttefik Kuvvetleri Başkomutanı olan Hamilton 6 Ağustos günü Conkbayırı bölgesini ele geçirmek için büyük bir kuvvetle taarruz etmeye karar verdi. Taarruz neticesinde Conkbayırı düşman eline geçti. Türk komuta kademesi, hayati öneme sahip Conkbayırı’ nın ele geçirilmesi üzerine, darmadağın olmuş, tam bir şaşkınlık içindeydi. Ordu komutanı Liman Van Sanders Kurmay başkanı vasıtasıyla Albaylığa terfi etmiş olan Mustafa Kemal’ i aradı ve görüşünü sordu. Mustafa Kemal tereddütsüz yanıtladı.
“ Tek çare. Bütün birlikleri benim emrime vermenizdir. “
Karşıdan “ Çok gelmez mi? “ diye sordular.
Mustafa Kemal “ az gelir “ diye yanıtladı.
Ve o gün Anafartalar Cephe komutanlığına atandı.
Ve Conkbayırı geri kazanıldı.
Çarpışmalar aylar boyunca devam etti. Müttefikler bir neticeye varamayacaklarını ve Çanakkale’yi geçemeyeceklerini anlayınca 1915’in Aralık ayında gizlice çekip gittiler.
Birinci Dünya Savaşının en kanlı muharebelerinden olan Çanakkale Muharebelerinde savaşan taraflar zaman zaman insan olduklarını hatırladılar. Zaman zaman siperler arasında alışverişler bile yapıldı. Türk askeri müttefik askerlerine sigara, onlarda Mehmetçiğe konserve attılar.
Saka eri Hüseyin’in başına gelenler ise Türk askerinin mertliği kadar uyanıklığını gözler önüne seriyor.
“Ben siperdeki arkadaşlara su taşımakla görevliydim. O akşam yine katıra suları yükleyip yola koyulmuştum. Ama gözlerim tavukkarası olduğundan yolu kaybettim. Düşmanın eline düştüm. Süngü sırtıma dayanınca aklıma bir kurnazlık geldi. Katırın sırtındaki fıçıları gösterip, ‘Kumandan’ diye işaret ettim. Bunları bizim kumandanın, onların yaralılarına hediye olarak gönderdiğini anlattım, Türkçe olarak. Anladılar, özür dilediler benden. Sabaha kadar yanlarında kaldım. Bana konserve, çikolata, bisküvi ve sarma tütün verdiler. Sabah Türk siperine dönünce anlattıklarıma kimse inanmadı. Ama hediyeleri çıkarınca anladılar.’Kardaşlar’ dedim, ‘suyu düşmana kaptırdım ama eli boş da gelmedim.’
Ayrıca bu savaşta Albay Mustafa Kemal’in göğsüne bir şarapnel isabet etmiş, göğsündeki altın saat onu kurtarmış ve tanrı onu Türk milletine bağışlamıştır. O gün göğsündeki altın saat tarafından kurtulan Mustafa Kemal gün gelecek Türk yurdunu, Türk milletini kurtaracaktır.
Çanakkale savaşı, Mustafa Kemal’in gelecekteki hayatı açısından en önemli dönüm noktalarından biri olmuştur. Gerek imparatorluk içinde gerekse dışında ilk yaygın üne, bu savaşta elde ettiği başarı sayesinde erişmiştir. Anadolu’ya geçtikten sonra, halktan gördüğü destekte “Anafartalar kahramanı” olmasının payı çok büyüktür.
Mehmetçiğin adını tarihe altın harflerle yazdırdığı savaşta her iki taraf da yaklaşık olarak iki yüz ellişer bin zayiat vermişlerdir.
Ayrıca bu savaş ile 1. Dünya Savaşının seyri değişmiş, savaş en az iki yıl daha uzamıştır. Müttefikler Ruslarla buluşamamış, Çarlık yıkılmış ve Rusya yeni bir rejime kavuşmuştur. İngiliz Donanma Bakanı Winston Churchill 2. Dünya savaşına kadar siyasetten uzaklaşmıştır.
İngilizler bu mağlubiyeti unutamamışlar ve Dünya Savaş’ı “18 Mart’ın” anısına Osmanlılarla mütarekeyi Çanakkale’yi geçemeyen Agemennon zırhlısında imzalanmıştır.
Müttefik askerleri çekilirken geride sadece üzerinde “Türk, bunlar zehirli değildir, afiyetle ye” yazılı konserve kutuları bırakmışlardır.
Bakınız M. Kemal yıllar sonra müttefik askerleri için ne diyor:
“ Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar!
Burada dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız.
Uzak diyarlardan, evlatlarını harbe gönderen analar!
Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır, huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.”
Kaynaklar:

1.Mustafa Kemal ile Mülakat Ruşen Eşref ÜNAYDIN
2.Yaşayan Çanakkaleli Muharipler Önder CAHİT
3.Çanakkale Geçilmez (Gallipoli)Alan MOOREHEAD
4.Gölgedekiler Can DÜNDAR

true friend
Yazar


Toplam 28 yazı

30/01/2005 : 14:34:45 Yazarla ilgili bilgileri göster Bilgilerim Yazara email gönder Email Alıntı
selamlar herkese önce bu vatan zorluklarla kazanıldı ama bunu kıymetini şuandaki nesil anlamamktadır bu vatn için zahmetlere katılanların kemikleri agrıyor
bizim halkımız bu onur ve seref haysiyeti taşıyamdı vatndaş ilk ilk önce vatn millet sevgisi aşılanacak ancak şuandaki durumdan böyle kurtulur bence
insanlar haysiyesiz olmuş bunun için hep beraber çözüm yolları üretmeliyiz burada açıkça taşarak bir çözüm yoluna varmalıyız hepbraber