Fikir7 Manset Haberler

10 Ağustos, 2007

Le Sevr -- Osmanli Imparatorlugu nasil satildi ?

Sevr’i imzalayan kaleme ne oldu?
* Osman Özsoy
yazaramesaj@gmail.com
Bugün 10 Ağustos 2007

(MiM´den Not: Kararlarin altina atilan imzayi atan kalem´in nerede oldugu, o kalemin asil sahibini, sahiplerinide gösterir.)

Her ne kadar hiçbir zaman yürürlüğe girmemiş olsa da, tarihe Türk’ün ölüm fermanı olarak geçen 10 Ağustos 1920 tarihli Sevr Anlaşması’nın 87. yıldönümü bugün.

(MiM: 1.Dünya Savasini kaybeden, daha dogrusu icerisindeki Vatan Haini Enver Pasa ve onun yandaslarinin Osmanli Sarayini devre disi birakarak -bilincli ve kasitli olarak- kaybettirdikleri
1. Dünya savasinin akabinde, Osmanliya dikte edilen Sevr anlasmasindan bahsedilmektedir burada. Bu esnada Osmanli Imparatorlugu, Istanbul tamamen isgal altindadir. Bu anlasmayi imzalamaktan baska cikar yolda birakilmamisti. Aslinda Osmanliyi savasta kaybettirtenlerle, Osmanli Sarayini isgal ettirtenlerde, Osmanli´yi caresiz birakanlarda ayni vatan hainleri idiler. Yine bu vatan hainlikteki basarilarini bir anlasma ile belgeleyenlerde ayni vatan hainleri idiler.)


Bu anlaşmayı imzada kullanılan kalemin kim tarafından nereye hediye edildiğinden bahsedeceğim. Ali Kemal hakkında doktora tezimi hazırlarken karşıma çıkan bu bilgi karşısında o günlerde hayretimi gizleyememiştim. Kim bilir okuyunca belki de siz de şaşıracaksınız. Ama önce, o günlerde tam olarak ne olup bitmişti ona bir göz atalım.

Sevr öyle bir anlaşmaydı ki, anlaşmayı imzalamak üzere Paris'e gelen Türk Heyeti’nin başkanı olan eski Sadrazam Ahmet Tevfik Paşa'ya anlaşma şartları ilk sunulduğunda: "Bu barış şartları bağımsız bir devlet kavramı ile kesinlikle bağdaşmaz!" diyerek Paris’i hemen terk etmişti.

(MiM: Ahmet TevfikPasa etrafinda olup, bitenlerden, isgallerden, ic ihanetten bihaberdir. Kendisine söylenilenler, savasin kaybedildigi, bunun bir kapitülasyon anlasmasi oldugu degildir. Hayrete düsmeside bundandir.)

Ahmet Tevfik Paşa'nın geri dönmesi üzerine İstanbul Hükümeti, Damat Ferit Paşa başkanlığında ikinci bir heyet gönderdi.

(MiM: Olayi bugün tecelli ediyor gibi düsünün. Bu devleti yöneten bir Osmanli Devleti var ama Devlet yönetimi Istanbul Hükumeti tarafindan elinden alinmis. 2 Basli bir sistem yani. Saray sembolik, Hükumet ise iktidar gücü. Iktidari elde tutanlar ise, milletin sectikleri degil, darbelerle basa gecmis insanlar. Sevr anlasmasini imzaya hic kimse yanasmaz. Fakat bu ülkleyi satan Derin devletin adamlarida yok degil.)

Eski Maarif Nazırı (Milli Eğitim Bakanı) Hadi Paşa, Şura-yı Devlet (Danıştay) eski reisi Filozof Rıza Tevfik, Bern Sefiri (elçisi) Reşat Halis'ten meydana gelen bu heyet Paris'e giderek, 10 Ağustos 1920'de Sevr Antlaşması'nı imzaladı.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti bu antlaşmayı tanımadı.

Meclis "Misak-ı Millî"ye yemin ederek, Türk topraklarının parçalanmasına müsaade etmeyeceğini tüm dünyaya ilân etti.

Sevr’i imzada kullanılan kalemin akıbetiyle ilgili acı gerçek yıllar sonra bir başka vesileyle ortaya çıktı. Sevr Anlaşması’na imza atanlardan olan Rıza Tevfik, 29 Mart 1922’de Darülfünun (şimdiki adıyla İstanbul Üniversitesi) Konferans salonunda bir konferans verir.

Rıza Tevfik konuşmasında,

- Siz Türkler bugün halâ İstanbul’da oturabiliyorsanız, bunu Düvel-i Muazzamanın âlemi İslâma olan hürmetine borçlusunuz. ifadelerine de yer verir.

Öğrenciler bu sözler üzerine hep birden ayaklanırlar ve sıra kapaklarına vurmaya başlarlar.
- “Sus, namussuz herif” diye bağıranlar olur. Rıza Tevfik’i sustururlar.

Kalemi nereye hediye etmiş?

Başta İstanbul olmak üzere ülkenin büyük bölümü işgal altında olduğundan vatanperver gençler zaten oldukça gergindir.

Öğrenciler ertesi günü, yani 30 Mart 1922’de bir toplantı yaparlar. Türk milletini aşağıladıkları gerekçesiyle hocalardan Rıza Tevfik, Ali Kemal, Cenap Şehabettin, Hüseyin Daniş ve Barsayam Efendi’yi istifaya davet ederler.

Bu konudaki taleplerini de Edebiyat Şubesi Reisi İsmail Hakkı Bey’e iletirler.
- “Gereği yapılmazsa derslere girmeyeceğiz” derler.

Olaylar büyür ve kamuoyuna yansır. Edebiyat Şubesi Reisi İsmail Hakkı Bey 3 Nisan’da gazetelerde yayınlanan konuyla ilgili açıklamasında, ortada millî hisleri rencide eden bir durum varsa bunun belgelenmesini ister.

(MiM: Sanki bihaberdir bu konusmadan, beyanattan !!!)

Öğrenciler 3 Nisan akşamı sabaha kadar uyumazlar. Hazırladıkları yeni iddianameyi 4 Nisan’da ilgili makamlara verirler. Verdikleri listede her ismin karşısına bulabildikleri suç unsurlarını da ilave ederler. Adı geçen zevatın milli hisleri rencide eden söz ve fiillerine örnekler verilir.

Bu suçlamalardan en ilginci, Rıza Tevfik’in Sevr’i imzalamış olması ve imza sırasında kullandığı kalemi Robert Koleji’ne hediye ettiği iddiasıdır. Bu iddiadan sonra olayların daha da büyümesi üzerine Rıza Tevfik görevinden istifa eder.

Turan ve Türk dünyasının büyük fikir adamlarından Nihal Atsız’ın kamuoyunda "Irkçılık-Turancılık Dâvâsı" diye bilinen 1944 Türkçülük dâvâlarında mahkeme heyetine karşı yaptığı savunmada, Rıza Tevfik’in Sevr’i imzada kullandığı kalemi Amerikan Koleji'ne hediye ettiği bilgisine de yer verir.

(MiM: Robert Kolejlerinin ne amaca hizmet ettikleri bilindiginde, bu kalemin neden ? Ne icin Robert Koleje hediye dildigide anlasilmis olacaktir.

Robert Kolej´in misyonu nedir ?

ABD Başkanının öfkesi…
Yazı sonunda linkine yer vereceğim makalede, Osmanlı topraklarında açılan misyoner okullarının ne tür faaliyetler içinde olduğu hakkında kısa ve öz bilgi alacağınızı ummakla birlikte, vakti olmayanlar için aynı makalenin içinden aldığım iki paragrafı konu bütünlüğü açısından dikkatinize sunmak istiyorum.

Gerek Amerikan okullarında ve gerekse Amerikan konsolosluklarında görev yapan ve siyasetle iç içe olan misyonerler Türk-Amerikan diplomasisinin ve ikili ilişkilerin şekillenmesinde önemli bir rol oynamışlardır. Robert Koleji’nin kurucusu ve ilk müdürü Cyrus Hamlin (1811–1900)’in iki defa Amerika’ya başbakanlık etmiş olan Grover Cleveland (1837–1908)’a Osmanlı karasularına Amerikan donanmasının gönderilmesi tavsiyesinde bulunmuştur.

Biraz da böyle bir yapının etkisi ve neticesi dolayısıyladır ki, 1901’de Amerika Birleşik Devletleri’nin idaresi kendisine teslim edilecek olan ve her ne hikmetse 1906 yılında Nobel Barış Ödülü’ne layık görülmüş bulunan 26. Amerikan başbakanı Theodore Roosevelt (1858–1919), dünyada öncelikle ve herkesten evvel ezmek istediği iki ülkeden birisinin Osmanlı Devleti olduğunu açıkça beyan etmiştir.

Neden orayı tercih etti?

Son sözümüz şu olsun. Bu yazıdan amaç yabancı okul düşmanlığı yapmak ve nefret körüklemek değildir. Tarih, dünden ibret alınsın diye okunur.

Ülkemizde açılan misyoner okullarının Osmanlı Devleti’nin bölünüp parçalanmasında oynadığı tartışmasız rol göz önünde tutulursa, bu okulların en bilineni ve bir bakıma sembolü olan Robert Koleji’ne Rıza Tevfik tarafından bu kalemin hangi amaçla hediye edildiği de doğrusu merak konusudur. Rıza Tevfik keşke, kendisini bu yöndeki iddialarla protesto eden öğrencilere gerçek nedeni açıklasaydı.

(MiM. Amerikan kolejlerini bu ülkede kuranlar, Galatasaray Lisesini kuranlardan baska bir kulvarin insanlari degil idiler. Ittihadd-i terakki Cemiyetinin üyeleri idiler.
Ittihadd-i Terakki Cemiyeti Üyelerinin hepsi sanki yemin icmistirler, bu ülkeyi bu milleti yabanci batililara satmak icin)

Bu vatana kolay sahip olmadık. Kıymetini bilelim. Son zamanlarda yaşadığımız sıkıntıları gördükçe, meseleyi kavramamız daha da kolaylaşıyor.
Rıza Tevfik bu davranışıyla nasıl bir mesaj vermek istedi dersiniz?
………………………

Notlar:
1- Doktora tezimin hazırlığı sırasında bahsi geçen konuyla ilk karşılaştığımda, bu kalemin Robert Koleji’nde bulunup bulunmadığı bilgisini teyit için okulu aradım. Fakat konu hakkında bilgi sahibi olan çıkmadı. Konu hakkında ayrıntılı bilgi için Gazetecinin İnfazı (Timaş, 1997) adlı kitabıma bakılabilir.
2- Misyonerlerin Osmanlı Devleti’nin bölünüp parçalanmasındaki rolü için
Prof. Dr. M. Metin HÜLAGÜ’nun ekteki makalesine göz atmanızı öneririm.
Bu yazı alinti tarihine kadar 1731 defa okunmuştur.

Hiç yorum yok: