Fikir7 Manset Haberler

23 Eylül, 2007

ATATURK - VATANI SATMIS

ATATURK - VATANI SATMIS

(HABER SITEMIZI BAGLAMAZ , ALINTIDIR. HABERIN KAYNAGI ACIKLANMISTIR,

AYRICA SATMISSA OZAMAN TURKIYEYI NIYE KURMUS?)



VATAN SATMAYA ÇALISAN USAK RUHLU BiR ALÇAK :

Kasim 1938 Türkiye'nin sefi Kemal Atatürk'ün öldügü tarihtir. O, 15 yillik kati diktatörlügü döneminde Türkiye'yi, halki istemedigi halde zorla bati medeniyetine götürmeye çalismisti. O, sarik ve çarsafi yasaklamis, Islamin kuvvet ve kudretini kirip, hatta latin alfabesini bile kabul ettirmisti.

Atatürk'ün ölüm döseginde, üzerinde en fazla düsündügü mesele; kendisinden sonra programini uygulayabilecek birisini bulup yerine geçirip geçiremeyecegi hususuydu.

Bunun için zamanin Ingiliz büyükelçisi Sir Perey Loraine'i Istanbul'daki Dolmabahçe Sarayi'na çagirdi.

Ikisi arasinda geçen konusmalar yaklasik olarak otuz (30) sene gizli kaldi. Gizli konusmalar ilk olarak Piers Dixon'un babasi (Sir Perey Loraine) hakkinda hazirladigi "Double Diplomat" (Çifte Diplomat) isimli kitabinda yer aldi ve daha sonra da "Hute-Hisson Yayinevi" tarafindan yayinlandi.

Piers Dixon'un dökümanlari arasinda; Sir Perey Loraine tarafindan zamanin Ingiliz Disisleri Bakani Lord Halifax'a gönderilmis bir telgraf da vardi. Telgraf, Ingiliz tarihinin en önemli belgelerinden birisi idi. Loraine, ölüm döseginde olan diktatörle yaptigi bu mülâkati çok enteresan olarak nitelendiriyordu. Bu belgede Loraine, Lord Halifax'a sunlari yaziyordu:

"... Huzuruna vardigimda ekselanslarini yastiklara yaslanmis vaziyette, iki doktorla, hemsirenin tedavisi altinda gördüm. Ben girdigimde, Baskan, hizmetinde bulunanlarin ve hemsirelerin disari çikmalarini istedi ve ihtiyaç aninda kendilerini çagirabilecegini söyledi.

Ondan sonra, ekselanslari benimle yavas-yavas, fakat dikkatlice konusmaya basladi. Beni, hiç bir zaman bana layik olmayan makamda görmek istemedigini, "Beni daima en layik makamlarda görmek istedigini" ve beni buraya onun için çagirdigini söyledi. Hakkimda arzuladiklarini gerçeklestirmem için çok ricada bulundu. Kendisine müsbet bir cevap vermemi istiyordu.

Süphesiz ben geçmiste onunla bir arada çok bulundum ve çok mulâkatlar yaptim. Ama bu, son mulâkatim olabilirdi. O uzun ve mâcerali hayati boyunca beraber çalistigi arkadaslarindan bir çogunu (kendinden uzaklastirarak) kaybetmis ve yapilan tavsiyelerin bir çogunu da reddetmisti. Sadece benim dostluguma ve nasihatlarima güveniyor ve bu dostlugun pekismesine ehemmiyet veriyordu.

Ben sanki "Türkiye'nin basbakaniymisim" gibi benimle, çok sade ve serbest bir sekilde mesveret ediyordu.

Onun bir baskan olarak ölümünden önce, kendi makami için birisini takdim etme selahiyeti vardi. Onun en büyük arzusu kendisinden sonra "Türkiye'nin Baskani" olarak onun vazifesini üzerime almam idi. Teklifi karsisinda benim nasil bir cevap verecegimi bir an önce ögrenmeyi istiyordu.

Düsünceli bir sessizlikle geçen bir anlik bekleyisten sonra ekselanslarina; "Bütün istek ve duygularimi kelimelerle anlatmaya yetkili degilim!" seklinde cevap verdim. Gerçekten o anda çok sasirmis bir sekilde düsünüyordum. Hatirladigim kadariyla yapmis oldugum mulâkatlarin hiç birisinde bu kadar derin düsünecek derecede bir mülâkatla karsilasmamistim.

Ekselanslari yaptigi bu teklif ile sadece benzeri görülmemis bir ikramda bulunmakla kalmiyor, ayni zamanda majestelerinin (Ingiliz Krali'nin) hükümetine olan bagliligini da izhar ediyordu.

Ekselanslari benim ömrümün büyük bir kismini majestenin hükümetinin hizmetinde geçirmis oldugumu biliyordu. Ben halihazirdaki isimde bir kaç sene daha çalismayi ümit ediyordum. Ekselanslari ise, simdi benden kesin bir cevap istemekteydi. Kendilerine su cevabi verdim: "Idarî isleri iyi yapip yapamayacagimdan süphe ediyorum. Türkiye'nin Cumhurbaskanligi'ni yüklenmek mesuliyeti ile Ingiltere Büyükelçiligi arasinda çok büyük fark vardir. Tecrübe ve kabiliyetlerimin, ancak elimdeki isi yürütmek için aranan imtiyazlar oldugunu biliyor; bunun için kesin bir sekilde ve üzülerek teklifinizi kabul edemedigimi bildiriyorum!"

Ben konusmami bitirdikten sonra ekselanslari çok heyecanlandi ve yatagina tekrar gömüldü, hizmetinde bulunan hemsireleri çagirdi (ve derin bir uykuya daldi).

Ekselanslari ikinci defa konusmaya baslayabildiginde kendisine bildirdigim kararda etkili olan hususlari idrak ettigini söyledi. Durumu henüz verdigim cevaptan çok üzüldügünü söyleyebilecek kadar iyi idi. Benden baska bir cevap alamayacagini anlayinca "Baskanlik" için Ismet Inönü'yü tavsiye etti.

Atatürk sonra dirseklerine dayanarak dogrulmaya çalisti ve ellerimi sikti, gelecekte de Britanya ve Türkiye iliskilerinde faal roller oynayacagimi belirterek tesekkür etti ve kendinden tekrar geçti.

Bu teklifi reddedisimin isabetli bir karar oldugunu düsünüyorum.

Eger yapmis oldugum teşebbüslere dair ekselanslarindan tevidli bir mesaj alabilirsem çok mütesekkir ve mesrur olurum.

Lütfen Kral'a da bildiriniz!.."

Martin Gilbert

KIÇI SIKIŞINCA ÇARŞAFA BÜRÜNEREK KAÇAN EFEMİNE "KAHRAMAN" :

Atatürk’ün çarşaf giydiği gün !

Çankaya Köşkü’nü kim kuşattı? Atatürk çarşaf giyerek nasıl dışarı çıktı? İçeride Atatürk kılığına giren kişi kimdi?

Bilinmeyen tarihi Sabah gazetesinden Mehmet Altan bugünkü köşesinde kaleme aldı:

Atatürk'ün Kuşatıldığı Gece

“Resmi tarih ne işe yarar?” diye sorsalar, cevabım hazır:

- İnsani zaafları tıraşlamaya...

Biz çok genç bir nüfusa sahibiz. Her genç kendi doğum tarihini 'milat' kabul ediyor ve geriye dönüp bakmıyor. Geçen hafta Hürriyet Pazar ilavesinde, İpek Çalışlar'ın bu hafta sonu piyasaya çıkan Latife Hanım adlı belgesel kitabını tanıtan geniş bir yazı yayınlanıncaya kadar, tarihin pek çok kayıp halkasının birinden haberdar değildim. Ama 'o halkanın' ne olduğunu anlatabilmek için kısa bir özet yapmak gerekiyor.

Türkiye, Cumhuriyet tarihini resmi ders kitaplarından okudu. Her şeyi resmi ağızların söylediği kadar bilip öğrendi. İlk Meclis'teki muhalif İkinci Grup hakkında pek bilgi sahibi olamadı. Olan bitenleri de merak etmedi. Halbuki çok ilginç bir dönemdi o... Birinci Meclis'teki muhalif İkinci Grup'un önderlerinden biri de eski bir asker olan Ali Şükrü Bey'di. Birçok muhalif milletvekili gibi Ali Şükrü Bey de Lozan Antlaşması'nın bizi kayba uğrattığına inanıyor ve bu antlaşmanın imzalanmasına muhalefet ediyordu. Bu nedenle de Mustafa Kemal'e ağır eleştiriler yöneltiyordu.

Ana Britannica Ansiklopedisi'ne göre Muhafız Alay Komutanı Topal Osman “Ali Şükrü Bey'i Mustafa Kemal'e karşı sert muhalefet izlediği gerekçesiyle 27 Mart 1923'te öldürdü.”

Sonra ne oldu? Tarihler sonrasını kısa keser. Özet anlatım şöyledir: “Güvenlik güçlerine teslim olmayan Osman Ağa, Ankara'da Ayrancı Bağları'ndaki evinde girdiği çatışmada yaralı olarak ele geçirildi; kısa süre sonra da öldü.” Ölümünün hemen ardından, başı kesik vücudu Meclis'in önünde asılarak teşhir edildi. Bu Meclis'in oy birliğiyle kabul ettiği bir önergeydi. Ali Şükrü Bey cinayeti, Birinci Meclis'in de sonu oldu. Yeni bir genel seçime gidildi ve tüm muhalefet tasfiye edildi.

Ancak arada atlanan kısa bir paragraf var: Topal Osman'ın teslim olmadan evvel yaptıkları... O atlanan 'kareyi', İpek Çalışlar, Latife Hanım'ın kız kardeşi Vecihe İlmen'e atfen şöyle anlatıyor: “Beklenen oldu. Topal Osman çetesi Çankaya'yı kuşattı. Latife'nin kız kardeşi Vecihe de oradaydı. Vecihe İlmen yıllar sonra bir dost meclisinde o gün yaşadıklarını anlatmıştı. Bu anlatım Topal Osman olayının bilinmeyen bir yönünü gün ışığına çıkartıyor: Milli Mücadele'nin lideri tehdit altındaydı. Kısa bir tartışma yaşandı. Önemli olan Mustafa Kemal Paşa'nın yaşamıydı. Ona bir şey olursa zaten hiçbiri hayatta kalamazdı.

Dışardakilerle pazarlık başladı. Adet olduğu üzere, 'Kadınlar ve çocuklar önden çıksın,' dediler. Plan şuydu: Mustafa Kemal Paşa, kılık değiştirerek kadınlar ve çocuklarla birlikte dışarı çıkacaktı. Fakat evin içinde de birilerinin kalması gerekiyordu. Latife muhafızlarla birlikte evde kalmaktan yanaydı. 'Ben onları oyalarım,' diyordu. Mustafa Kemal Paşa önce şiddetle itiraz etti. Ancak Latife'nin inadını bilirdi. Vecihe bir çarşaf buldu, getirdi. Mustafa Kemal çarşafı giydi, baldızı Vecihe ve hizmetkâr kadınlarla dışarı çıktı.

Latife de bu arada onun kalpağını kafasına takmıştı. Erlerden birine, 'Mutfaktaki portakal sandıklarını getir,' dedi. Sandıkları pencerelerin önüne dizdiler. Evde ışıklar yanıyor ve bahçeden bakıldığında içerdekiler fark ediliyordu. Boyunun kısalığı dışarıdan fark edilmemeliydi. Latife, portakal sandıkları üzerinde bir ileri bir geri yürüyor, dışarıdan gelen habercilerle iletilen mesajları evde Mustafa Kemal varmış gibi alıp cevap veriyordu. Ölüm tehdidi altında çeteyi oyalamayı sürdürüyordu. O sırada Mustafa Kemal, Topal Osman'a karşı yürütülecek harekâtı planlıyordu.

Sonunda Topal Osman'ın adamları eve kurşun yağdırmaya başladı. Ardından eve girdiler. Mustafa Kemal'in gittiğini anlayınca çılgına dönüp ne buldularsa parçaladılar. Onların aradığı Mustafa Kemal'di. Ama ellerinden kaçırmışlardı. O sırada Topal Osman çetesi muhafız taburu tarafından sarıldı. Latife'ye zarar vermeye zamanları kalmamıştı.” Topal Osman'dan söz ederken Ana Britannica 'Muhafız Alayı Komutanı' diyor. Vecihe Hanım'ın anılarından söz edilirken de 'Topal Osman Çetesi' deniyor. 'Muhafız Alayı' ve 'çete' sözcükleri nasıl oluyor da aynı adamın kimliğinde bir araya geliyor? Bunun sırrını çözmeden ne yakın tarihi ne de bugünü anlamak pek mümkün olmayacak galiba.

(Mehmet Altan, Sabah Gazetesi, 11 Haziran 2006)



NOT: Elbirligide bu haberlere yanit olarak bir yazi yayinladi linki -> http://www.elbirligidernegi.org.tr/yayinlar/Ata.pdf PDF oldugundan copy paste yapamadik.

Hiç yorum yok: