Fikir7 Manset Haberler

09 Nisan, 2007

DARBELER






















Bu sayfada, son dönem Türk Tarihi'nin çok önemli bir isminin, Birinci Dünya Savaşı yıllarının Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili olan Enver Paşa'nın 1908 öncesinde Rumeli köylülerini İkinci Abdülhamid'in iktidarına karşı örgütlemesi ile ilgili olarak günlüklerine yazdıklarının bir bölümüyle bazı muhtıra örneklerini günümüzün Türkçesi'ne naklederek veriyorum. Okuyun ve Örnek Paşa'nın darbe günlüğü konusundaki düşüncelerimin doğru olup olmadığına siz karar verin. Tarihimizden zarif muhtıra örnekleri * AHLÂKSIZ, HIRSIZ, ALÇAK!
"...Aramıza fesat ve nifak ekmek, halkı kanlara boyayarak sefih idarenize devam etmek istiyorsunuz. Ahlâkınızı, hırsızlığınızı, alçaklığınızı ve namussuzluğunuzu zaten bütün cihan bilmektedir. Bu hareketinizle meşrutiyete ve milletin saadetine ne derece düşman olduğunuzu isbat ettiğiniz için, çevirmek istediğiniz dolaplar feci bir şekilde başınıza ve ailenize dönecektir. Bundan kesinlikle şüphe etmeyin. Millet zalimlerin ve hainlerin cezasını vermekte artık asla tereddüt etmeyecek, iktidarın başında bulunanları namus ve hamiyyet yoluna çevirecek ve sonra yaşatmayacaktır. Allah izin verirse bu sözümüzün ne kadar doğru olduğunu zat-ı devletleri de tecrübe edeceklerdir. ...Ahlâkınızın ve alçaklığınızın artık düzelmeyecek bir hale geldiğini biliyoruz. Derhal istifa edip o kıymetli makamı kirletmeyiniz. Hayatınızı devam ettirmenizin başka yolu yoktur" (Deniz subaylarının, İkinci Meşrutiyet'ten hemen sonra, 1908 Eylül'ünde Abdülhamid'in Bahriye Nazırı (Denizcilik Bakanı) Hasan Râmi Paşa'ya gönderdikleri tehdit mektubu). * KERHANEDEN YETİŞMİŞ DEYYUS!
"...Başbakanlık makamında bulunan alçağa: Size, bir önceki telgrafımızla yirmi dört saat mühlet vermiştik ama rezil vücudunuzla pislettiğiniz makamlardan çekildiğinize dair henüz bir işaret almadık. Bundan büyük memnunluk duyduk, zira böylelikle tertip edeceğimiz cezayı hak ettiğinizi kendi kendinize göstermiş oldunuz. İhtimal ki orada bulunan bir takım kerhaneci evlâtları ilk telgrafımızı size vermediler. O telgrafı alınız ve okuyunuz. ...Okumadığınız takdirde Allah'ın lâneti ve ananızın donu başınıza geçsin! Okumayanların ve bu telgrafları vermeyenlerin hepsi kerhaneden yetişmiş en büyük deyyuslardır. ...Sizi açlıktan öldürmek de, cezanızı ateş, kurşun ve bıçakla vermek de elimizdedir!" (18. Tümen'den 1908'de Sadrazam Tevfik Paşa'ya çekilen telgraf). "Hainin kanı helâl olsun mu? Olsuuun!" "...ŞİMDİYE kadar, bir çok yerler elimizden gitti. Tuna Vilâyeti, Bosna ne oldu? Oradaki ahâlinin canlarını kurtarmak içün mallarını bırakarak kaçtıklarını bilirsiniz. Bunlar ne oldu? Geldiler, bu yerlere sığındılar. Fakat, çoğu aç, çıplak. İşte, şimdi bizim de başımıza bu belâlar gelecek gibi görünüyor. Hükümetin yolsuzluğu yüzünden, görüyorsunuz, ecnebi subaylar geldi. Yarın, öbür gün buralarını "Biz işimizi göremiyoruz" diye parçalamaya kalkışacaklar. O vakit biz ne olacağız? İSTANBUL'U DÜZELTECEĞİZ!
Artık bizim için gidecek yer yok. Denize döküleceğiz veya düşmanların ayakları altında çiğneneceğiz. Böyle zamanda karı gibi ölmekten ise, işlerimizi düzeltmek içün erkekçe şimdi ölmeyi göze almak daha iyidir, değil mi? Eğer biz böyle çalışırsak başarmış olarak ölürüz, böylece hiç olmazsa kalanlarımız rahat eder, evlâdımız bize rahmet okur. Neyi düzelteceğiz bilir misiniz? İstanbul'daki idareyi... Gayet iyi bilirsiniz ki, İstanbul'da birçok memurlar hiç iş görmedikleri halde binlerce lira alıyorlar. Hafiyelere binlerce lira beyhude veriliyor. Bu yüzden birçok evler kapanıyor. Sizin yalın ayak, başı kabak çalışarak ektiğiniz ekinlerden alınan paralar hep böyle gidiyor. İstanbul'a gidenleriniz bilirler, orada on yaşındaki çocuklara albaylık veriliyor. Tikveşli Hoca 150 lira maaş alıyor, kardeşi okuma-yazma bilmezken, Maarif Meclisi'nde 50 lira alıyor. ...Bu paralar ne olacak? Hani yollarınız? Hani okullarınız? Askere gönderdiğiniz çocuklarınız, kardeşleriniz çırılçıplak dağ başlarında koşuyor, ölüyor. İstanbuldakiler ise zevk ve safâlarında. Mahkemeye giderseniz derdinizle ilgilenen çıkmaz. Bakın Bulgarlar'a, bu kadar ölüyorlar, yine çalışıyorlar. Hükümette memurlar onların işlerini görüyor fakat, size bakan bile yok. O halde biz de çalışalım. İstanbul'daki bu keyfidareyi kaldıralım. KUR'AN'LI VE SİLÂHLI YEMİN
Padişah, Hazret-i Peygamber'den akıllı değil ya! Peygamberimiz efendimiz, etrafına danışmadan birşey yapmazdı. Hep sahabesi ile konuşurdu. Biz bu yoldan ayrıldık. Otuz sene evvel toplanan Meclis'i İstanbul'da dağıttılar. Biz işte yine bu Millet Meclisi'nin toplanmasını isteyelim. Böylece, verdiğimiz paraların nerelere gittiğini soracak vekillerimiz olsun. Bunlara sormadan padişah kendiliğinden, öyle her istediğini yapmasın. Böyle olursa, adalet olur, adalet olan yerde de din, vatan, millet selâmet bulur! ...Anam, babam, kardeşlerim var. Hepsini bıraktım. Ben bu iş için çalışacağım. Siz de benimle beraber ölünceye kadar canınızla, malınızla çalışacağınıza söz veriyor musunuz? Köylüler, bir ağızdan: - Veririz! -Eğer, içinizde sözünü tutmayan veyahut hainlik eden bulunursa, bu gördüğünüz bıçak ve revolverle öldürülürseniz, kanınızı helâl eder misiniz? - Ederiz! - Yemin eder misiniz? - Ederiz!
Köylüler, bunun üzerine sağ ellerini şânı yüce Kur'an'ın, sol ellerini de tabanca ve kasaturanın üzerine koyup Allah'ın ismini zikrederek geçtiler." 34 YAŞINDA ORDULARIN BAŞINA GEÇTİ.... Enver Paşa'nın 1917'de çekilmiş ve bugüne kadar yayınlanmamış sivil bir fotoğrafı. Paşa, 1908'deki İkinci Meşrutiyet'i takip eden yıllarda saraya damat olmuş ve "Başkumandan vekili" yapılmıştı.












(Sabah)

Hiç yorum yok: