Fikir7 Manset Haberler

03 Ekim, 2005

TSK zorlu dönemecte

TSK zorlu dönemeçte
Radikal, 11.6.2003 Avni ÖZGÜREL

Orta Asya’dan baslayarak Anadolu’ya kadar tarihe baktigimizda karsimiza Türk kavimlerinin aslinda ordulardan ibaret oldugu gerçegi çikar. Askerler; yasli, emekli, sakat askerler; askerlerin karilari, çocuklari; görevleri askerlere silah yapmak olan zanaatkârlar; askerleri eglendiren, onlarin kahramanliklarini destanlastiran ozanlar... Türk bu!.. Anadolu’ya gelip yerlesene kadar, çiftçi Türk, sanatkâr Türk, tüccar Türk v.s. yok!.. Bu açidan bakildiginda Türk için ‘ordu-millet’ nitelemesi, gerçegin ifadesi sayilabilir. Avrupa’da ve Amerika’da devlet de ordu da aristokrasiyle burjuvazinin eseri. Bizde ise tablo tersine. ‘Ordu’ya yurt gerektiginde seçmis, almis; devlet lazim oldugunda kurmus! Atatürk’ün, “Zaferleri ve mazisi insanlik tarihiyle baslayan” diye tanimladigi, “kahramanlar yaratan bir irkin ahfadiyiz” söylemiyle yetisen askere simdi, ‘Çagin geregi sivil toplum, sen geri çekil’ diyoruz ve o bunu söyleyenlere düsman görmüs gibi bakiyor. Iki sikinti kaynagi Yaklasik birbuçuk asirdir, modernlesmeyi ‘Batililasma’ olarak algilamis ve sunmus, siyaseti bu ölçüyle degerlendirip tavir almis asker, anlasiliyor ki gelinen noktada hayli sikintida. Ne, onca zaman ülkeye tek hedef olarak gösterdigi Bati dünyasiyla bütünlesmeye açiktan itiraz edebiliyor; ne de buna ‘Evet’ demenin sonuçlarina katlanmayi göze alabiliyor. Ordunun biribirine bagli iki sebepten endise içinde oldugu da son derece açik: Ilki ve en önemlisi, askerin, sivil siyasi kadrolara ülkenin gelecegini emanet edecek kadar güvenmiyor olmasi. Mevcut ortama bakildiginda, askerler bu yargilarinda çok haksiz sayilmayabilir. Ama, on yilda bir gerçeklestirdikleri ihtilallerle, bizzat kendilerinin siyaseti cilizlastirdigina ve yeteneksizligi ödüllendirdigine de hiçbir süphe bulunmuyor. Ordu, hassas oldugu ‘Atatürkçülük’ konusunda yasanan sigligin dahi baslica sorumlusunun kendisi oldugunun hâlâ farkinda degil. Ikinci sebep, ordunun geri plana itilme ve etkisizlestirme isteklerinden duydugu rahatsizlik. 1950’den sonra mevki kaybetmeye sessiz kalmanin sonucu olarak pek çok subayin gecekonduda yasar duruma düsüsünün, Menderes’in kullanmadigini ifade ettigi ama ona atfedilen, “Gerekirse orduyu yedek subaylarla idare ederim” sözünün etkileri hâlâ hafizalardan silinmis degil. Sancili dönem Türkiye, imparatorluk asirlarinda da, Cumhuriyet döneminde de güçler koalisyonu eliyle ve esas olarak düzeni koruma kaygisiyla yönetildi. Osmanli’nin ‘Nizam-i Âlem’ kavgasinin altinda yatan; Cumhuriyeti ‘müesses nizami yikmaya yönelik fiiller’i suç kapsamina almaya iten sebep hep ayniydi. Surasi son derece açik ki tarihinin hiçbir döneminde hükmetme yetkisini elinden birakmamis, yarim asir önce, sartlar öyle olmasini gerektirdigi için erki halkla paylastigi görüntüsüne razi olmus ‘devlet çekirdegi’ artik bir karar noktasina dogru ilerliyor. Kestirilemeyen husus ‘çekirdegin’ simdiye kadar gönlünce kullanageldigi gücün sinirlanmasini kabul edip etmeyecegi... Kabul ederse gri alandan beyaz bölgeye geçecegiz, etmezse yerimizde kalacagiz. Açik söylemek gerekirse, bu kararin verilmesinde ne siyasetin ne sivil toplumun fazla bir etkisi olmayacak. Yapilabilecek tek sey, göstermelik oldugunun farkinda degilmiscesine, ona geçmisten bugüne dillendirdigi söylemi hatirlatip kendisini tanik göstermek! Ve karar sürecinde sabuklamasina tahammül edip, sonuçta ‘siyasetin degil onun dediginin yapildigi’ hissini yasayacagi bir üslup gelistirmek. Sayet aksi olur da onun ‘bileginin büküldügü’ duygusuna kapilacagi bir tablo olusursa, daha önce hangi karar alinmis, ne mesafe kat edilmis olursa olsun çarklarin en radikal sekilde geriye dönecegine süphe yok. Darbeler ve sonuçlari Türk halki kuskusuz ordusunu seviyor. Bunun en açik göstergesi gündelik hayat. Erkek çocuklari ‘pasa’ hitabiyla sevilip, büyütülüyor; çoguna sünnet kiyafeti olarak üniforma giydiriliyor; asker ugurlamalarinin hepsi senlik havasinda, anketlerde ordu ‘en güvenilir kurumlar’ siralamasinda önde. Halk ordusunu seviyor ama onun siyasetle ugrasmasini da kesinlikle istemiyor. Hatta siyaset alanina her girisinde yanlis yaptigi ve yara aldigi kanisinda. Bu kanaat simdi ortaya çikmis degil üstelik. Ittihat Terakki’den beri böyle. Atatürk’ün, Cumhuriyet’in insa süreci gibi kritik bir dönemde silah arkadaslarina, “Ya askerlikten istifa edip politika yapin ya da ordudaki görevinize geri dönüp siyasete karismayin” demesi onun bu gerçegi kavramisliginin ifadesiydi. Keza; Stalin, Hitler, Mussolini gibi sivil hayatin içinden gelen liderler kendilerine özel üniformalar diktirip giyerlerken, Mustafa Kemal’in askeri kiyafeti üzerinden çikarmasi da anlamsiz degil. Öncesini birakalim. 1960 ihtilalinden bu yana tastamam 43 yil geçti. Neredeyse yarim asir. O günden bu yana askerlerin örtülü ya da açiktan destekledigi, o sayede güçlenmis tek bir siyasi parti yok. Hatta bu yolla iktidar olmaya çalisanlarin tamami kaybetti. Menderes döneminden sonrasi CHP, Hürriyet Partisi, Yeni Türkiye Partisi, Demokratik Parti, Güven Partisi, 1970 öncesinin partilesmemis sivil cuntalari ve daha niceleri. Ordu desteginde -ya da zorlamasiyla hükümet katina tasinan olmadi degil, ama hiçbiri iktidar olamadi. Halk, eline geçen ilk firsatta hepsinin önünü kesti. Ancak daha önemlisi, ordunun açiktan veya üstü kapali karsi çiktiklarinin tamami büyüdü, iktidar oldu. 27 Mayis öncesinde DP’nin girecegi ilk seçimde kaybedecegi ayan beyan ortadaydi. 1957’de parti ülke çapinda 50 bini bulmayan bir farkla iktidarini korumustu ve partisi Adnan Menderes’e, “Allah bana bir daha böyle bir seçim gecesi yasatmasin” dedirtecek noktaya gerilemisti. Ama ihtilal tabloyu ters-yüz edince, ordu eliyle rakipsizlestirildigi halde CHP kaybetti. Seçimi, “Ordu millet el ele” bagrislari arasinda, binalari taslanan, yöneticileri saldirilardan korkup kaçan AP kazandi. Hem de üç kez arka arkaya. 12 Eylül 1980 sonrasinda darbecilerin kurulusunu yüreklendirip açiktan destekledikleri MDP’nin akibeti de farkli olmadi. Tepkiyle büyüyenler Emekli general Turgut Sunalp’in liderliginde seçime sokulan ve kazanacagina muhakkak gözüyle bakilan MDP, ‘ihtilal konseyi’nden izin alip alamayacagi bile meçhul olan ANAP karsisinda yenilgiye ugradi. Gerek NP gerekse MSP, kurulusta AP bünyesinden kopmus hizip olmanin ötesinde bir siyasi agirliga sahip degildi. Ama 12 Mart, ardindan 12 Eylül cuntalari, hareketin lider kadrosu ve mensuplarinin üzerine gidip onlari ihtilal gerekçesi diye isaret edince güçlendiler. Öyle ki, ordunun açikça karsi çiktigi, ona bakarak tavir belirleyen basinin adeta savas açtigi RP’nin neredeyse dogmasiyla iktidara gelmesi bir oldu. Seçmenler, bu partilerde liyakat, ehliyet, program, tutarlilik v.s. aramadi. Son örnek: 28 Subat’tan AKP’ye Nihayet, oldum olasi kendisini ‘orduya yakin’ hisseden ve bunu saklamayan 12 Eylül öncesinin MHP’si, belirli yörelerde sinirli oy alan küçük bir partiyken; ihtilal idaresi tarafindan ‘fasist örgüt’ suçlamasiyla yargilandiktan sonra, vurgularini degistirince ikinci büyük parti konumuna geldi. AKP bu tablonun son örnegi ve hiç süphe yok ki 28 Subat’in siyasi ürünü. RP kadrolari içinde Necmettin Erbakan’dan sikâyet hep vardi. Ancak 28 Subat yasanmasaydi herhalde ne Tayyip Erdogan ne Abdullah Gül sahneye çikabilirdi. Keza ‘devlet çekirdegi’ Tayyip Erdogan’a cephe almasa, AKP bu denli yüksek oranda oya ulasamazdi. Güvensizlik nedenleri Iç Hizmet Kanunu’na göre Türk ordusunun yurt savunmasi yaninda bir görevi de ‘Cumhuriyet’i korumak ve kollamak...’ Yani rejimin bekçiligi. Bunda fazla yadirganacak bir durum yok. Bati demokrasilerinin çatisi altinda görev yapan ordularin da konumu - reflekslerini gözlemleme firsati çok sik dogmasa da pek farkli degil. Mustafa Kemal hayati askeri basarilarla geçmis devlet kurucusu bir komutan-cumhurbaskani oldugu için ordu onun iradesine boyun egmekten rahatsizlik duymadi. Atatürk’ün ölümünden sonra ayni makama gelen Ismet Inönü’nün de gardirobunda yakin zamanda üzerinden çikardigi general üniformasi asiliydi. Dolayisiyla asker de ülke yönetiminin güvenilir ellerde bulundugu konusunda süpheye kapilmadi. 1950 seçimlerinden sonra ise ‘istenmeyen’ bir sey oldu, Çankaya’ya bir ‘sivil’ oturdu: Celal Bayar. Ordunun içten içe bu degisiklikten hayli rahatsiz oldugunun kaniti on yillik DP iktidarinin daha ilk aylarinda ihtilal komitelerinin kurulmus olmasi. Inönü yönetimi tarafindan hapse atilip iskence görmesinin üzerinden bes sene geçmemis olan Türkes’i bile içine çeken bir girdapti 1950-60 arasinda yasanan. Celal Bayar, sikintinin kendisinin asker olmamasindan kaynakladigini hissedip milli mücadele döneminde Kuvayi Milliye milisi kiyafetiyle çektirdigi fotograflari orada burada dagittirarak kendisini kabullendirmeye çalistiysa da kâr etmedi. “Atatürk, seni sevmek ibadettir” diyen liderin siyasi hayati Yassiada’da bitti. Bu açidan 1960 ihtilali bir bakima ‘öfke tasmasi’; askerin sivile itimatsizliginin zirveye tirmanisi sayilabilir. Nitekim darbeciler ellerine firsat geçmisken ‘sivil siyasetin’ önünü uzun bir süre için kesmek amaciyla, her dönemde yanlarinda bulduklari üniversitenin destegiyle bütün maddelerine ‘emniyet supabi’ konulmus bir anayasa hazirlamaktan geri kalmadilar. Ancak lehinde konusmak serbest, aleyhinde konusmak yasak oldugu halde halkin yüzde 40’tan fazlasi bu anayasaya ‘Hayir’ dedi. Hem de eski DP çevresi hakli bir endiseyle ve israrla, “Evet oyu verin ki çekilip gitsinler, yoksa gitmeyecekler” mesajlari verdigi halde.
Haber girisi: 12.06.2003 01:24:30

Hiç yorum yok: